İnsan kusursuz bir biçimde, eşref-i mahlûk olarak yaratılmıştır. Yüce Rabbimiz “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık.” der. (Tin, 95/4.) İnsanı insan yapan özellikler ise doğru ile yanlışı, iyiyle kötüyü, güzelle çirkini, faydalı ile zararlıyı, adalet ile zulmü ayırt edebiliyor olmasıdır. Rabbimiz insana birçok meziyetler bahşetmiştir. Her varlığın kendine has bir yaratılış gayesi vardır. Ragıp el-İsfehani, insanın yaratılış gayesini, “Yeryüzünü imar etmek, yeryüzünde adaleti sağlamak, Allah’a ibadet etmek.” şeklinde tarif eder.

İşte insan, dünya âleminde oyalanırken zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz. Zaman, fark ettirmeden bizde değişiklikler başlar ve günün birinde insan izler, kendinde oluşan yeniliği. Şairin de ifade ettiği gibi:

“Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o günler, o şevk, o heyecan?”

diyerek sorgulamanın yapıldığı çağa ulaşırız. Doğum gibi ölüm gibi yaşlılık da sünnetullahın gereğidir. Yaşlılık, hayatın “erzeli’l umur”u, yani ömrün güç çağıdır. Rabbimizin gücünün, mutlak hâkimiyetinin bir göstergesidir. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, kudret sahibidir.” (Rum, 30/54.) Rabbimiz, insanoğlunun geçeceği merhaleleri bizlere anlatmıştır Kitab-ı Kerim’inde.

Diğer bir ayette ise bize şu gerçekleri hatırlatır: “Allah, sizi yarattı. Sonra sizi vefat ettirecektir. Sizden bir kısmını da ömrünün en zayıf çağına ulaştırır. Ta ki bildikten sonra hiçbir şeyi bilmez hâle gelir. Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve her şeye gücü yetendir.” (Nahl, 16/70.)

Tefsirlerde bu durum, kuvvet ve akli meleke yönünden çocukluk dönemine bir dönüş olarak ifade edilmektedir. Bu ayette Rabbimizin kudretine de işaret vardır. O, eşyayı ve yarattıklarını dilediği gibi değiştirmeye kadirdir. Yapılan değişimlerde hep bir hikmet vardır. İnsanın maddi ve manevi fazlalıklardan arınması elzemdir. Kâinat kitabına baktığımızda canlıların sürekli bir değişim ve devinim hâlinde olduğunu müşahede ederiz. Yeni bir doğuşa, oluşuma kapı aralamaktadırlar. Edibin de söylediği gibi “Baharı gör, hazana bak, düşün ne güzel inkılaptır.” İnsanoğluna ise verilen mesajlar şunlardır; yaşayacağı bu safhalardan korkmaması, endişe duymaması, bu değişim ile yeni bir dünyaya atılacak olan adımlara hazırlanmasıdır. Tıpkı anne karnında iken geçirdiğimiz evreler gibi.

Yaşlılık bizi fiziksel olarak zayıflatabilir, bazı imkânları azaltabilir. Fakat geçen zaman bizler için imanı, evrenin yaratılışı hakkındaki tasavvurlarımızı kolaylaştırır. Bireyin, aşkın varlığa olan bağlılığını, güven duymayı, tevekkül etmeyi, ilişkilerinin kuvvetli olmasını sağlamasında yardımcı olur. Yaşlılık, bir olgunluk ve demlenme dönemidir. Dün ile bugün arasında bir köprüdür. Geleceğe ışık olan kandildir. Bilge olmak, hoşgörülü, sevimli, sempatik olmak zamanıdır. Dünyevi hırslardan kurtulmak, uhrevi hayata azık hazırlamak, fiziksel değişikliklerden rahatsız olmamaktır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: “Allah yolunda (saçlara düşen) ak, kıyamet günü o insan için bir nurdur.” (Müsned, II, 210.)

Peygamber Efendimizin (s.a.s.) yaşlılara karşı özel bir ilgisi, hürmeti, sevgisi vardı. Bir gün Hz. Ebu Bekir (r.a.) gözleri görmeyen ihtiyar babasını Müslüman olmak üzere elinden tutup Allah Resulü’nün huzuruna götürmüştü. Peygamberimiz (s.a.s.) onları görünce, “Ya Eba Bekir! İhtiyar babanı niye buraya kadar getirip ona zahmet verdin? Biz onun yanına gidebilirdik.” dedi. (Heysemi, VI, 174; İbn-i Sa’d, V, 451.)

Her insan için farklı bir mana ve önem ifade eden yaşlılık özel bir dönemdir. Bu dönemin handikaplarından biri de yalnızlık hissidir. Hâlbuki insan yalnız değildir. Asıl yalnızlık, kişinin Rabbinden uzak kalmasıdır. Yüce Allah, Rad suresinde şöyle bururur: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28.) Yaşlanma sebebiyle birtakım zorluklarla karşılaşan büyüklerimize gereken destek bu dönemde verilmelidir. İslam, bu süreçte yaşlılarımıza hak ettikleri saygı, ilgi

ve alakayı göstermemizi bize vurgular. Resulüllah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.” (Tirmizi, Birr, 15.) Rabbimiz, İsra suresinde: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” diye buyurarak büyüklerimize nasıl muamelede bulunmamız gerektiğini bizlere hatırlatır. (İsra, 17/23.)

Büyüklerle beraberken davranış kalıplarına dikkat edilmelidir. Aile ile ilgili problemler, onların yanında tartışılmamalıdır. Çünkü bu, onlara karşı bir nezaketsizliktir. Onlar için özel olan günler hatırlanmalı, gönül alıcı hediyeler sunulmalıdır. Sözleri kesilmeden, dikkatle dinlenmelidir. İkramlar, önce onlardan başlayarak yapılmalıdır. Gidilecek olan davet ve gezilere büyüklerle beraber gidilmelidir. Onların hayır duaları alınmalı ve bizler de dualarımızda unutmamalıyız onları. İlim ve irfan yolunda hikmetle yoğrulmuş bir hayat ne güzeldir! Yaşlılarımız, evlerimizin bereketi, huzuru, engin tecrübelerinden yararlandığımız örnek modellerimiz ve rehberlerimizdir. Aile ile ilgili kararlarda kendilerine danıştığımız kanaat önderlerimizdir. Toplumun bağını güçlendiren ana omurgalardır. Millî, manevi ve kültürel değerlerimizi nesillere aktaran kıymetli hazinelerimizdir. Onlarla geçirdiğimiz vakitler, bizler için altın bir fırsattır.