İnsanlığın en temel eğilimlerinden biri olan ‘’anlam arayışı’’ hayata karşı olan en temel motivasyondur. Fransa’da yapılan bir araştırmaya göre, insanların %89’u uğruna yaşayacakları ‘’bir şeye’’ ihtiyaç duyduklarını ifade etmiştir.

Anlam, günümüzde sosyal bilimlerce sıklıkla dile getirilen, varlığa ve hayata güçlü bir zemin kazandıran işte tam da bu nedenle bireyler tarafından aranılan ve sorgulanan bir husus. “İnsan davranışlarının temel kaynağı nedir?” ya da bir başka ifadeyle “İnsan ne için yaşar?” sorularına yanıt arayan sosyal bilimciler kendilerince farklı cevaplar vermişlerdir. Mesela S. Freud’a göre insan davranışlarının temelinde yatan şey “haz arayışı”dır. İnsan davranışlarının en temel güdüsü hazdır. İnsan ne yaparsa hazza ulaşmak gayesiyle yapar. Gündelik hayatında insiyaki olarak acıdan kaçınır ve hazzı arar. A. Adler’e göre ise insan davranışlarında asıl olan “güç istemi”dir. İnsan güç elde etmek ve böylelikle hem kendi hem de başkalarının hayatını etkileyecek şekilde kontrol sağlamak ister. Üstünlük arzusunu gerçekleştirmek maksadıyla davranışlarda bulunur. V. Frankl’a göre ise insan davranışlarının temelinde “anlam arayışı” yatar. İnsan, anlam arayışının bir gereği olarak davranışlarda bulunur. Bu güdü insan davranışlarını şekillendiren en temel unsurdur. Toplama kamplarında yaşadığı ve tanık olduğu onca acıya dayanarak Frankl, insanın davranışta bulunmasının en temel unsuru olarak anlamı görmüştür. Frankl gibi varoluşçu sosyal bilimciler başta olmak üzere pek çok düşünür anlam konusunu farklı pencerelerden değerlendirmişlerdir. Hayatın anlamı nedir? İnsanın anlam oluşturucu olarak hayatın anlamını kazanmasındaki katkısı nedir? İnsan ne zaman anlamı daha derinden sorgular? Hayatın anlamı insanın ötesinde bir alan tarafından belirlenir mi? Yoksa hayata tüm anlamını yükleyen özne birey midir? Bu sorular sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinin konusu olmuş ve bu hususlarda pek çok düşünürün söyleyeceği hep olagelmiştir. Söylenildiği üzere geniş bir tayfta ele alınabilecek olan anlam konusu bu yazıda bireyin anlam arayışı ve bu anlam arayışı sürecinde dinin rolüyle sınırlı tutulmaktadır.

İnsanoğlu yaşadığının bilincinde ve yaşadığı hayatın sonluluğunun farkında olan tek canlıdır. İnsan, ömrün bitiminin olduğunu idrak edebilen bir fanidir. Yaşadıklarına ve hayallerine anlamlar yükleyen, bunlar üzerine şimdisini ve geleceğini inşa eden bir varlık. Çocukluğundan itibaren yaşadıklarına anlam atfetmeyi ve geleceğe yönelik hayaller kurmayı, karşılaştığı durumlar ve deneyimleri ile anlamlı bağlar oluşturmayı öğrenir. Gündelik hayatta yaptıklarını anlamlandırarak çocukluktan itibaren kurduğu genel anlam dünyasına bağlamaya çalışır. O anda yaşadıklarının ve yaptıklarının genel anlam dünyasıyla bir bağlantısını kurar. Bu süreç bir ömür boyu devam eder gider. İnsan hayatında olgunlaşma denen gelişim ve dönüşüm de böyle oluşur. Manevi açıdan olgun insan, ustalık duygusu kazanmış bilge kişi biraz da hayatında anlam örüntüsünü sağlam atmış, yaşadıklarına rağmen onu korumuş, yaşamın getirdiği türlü şartlara ve güçlüklere karşı onu tahkim etmeyi, gerektiğinde yeterli esnekliği gösterip dönüştürmeyi başarabilmiş insandır bir yönüyle. Yaşam boyu devam eden anlam ve anlamlandırma konusunda asgari tutarlılığı sağlayabilmiş bireydir.

Hayatın anlamı meselesinin insanın toplumsallıktan bireyselliğe doğru geçiş sürecinde arttığı görülmektedir. Hayatın anlamı meselesini bazı istisna durumlar haricinde geleneksel toplumda görmek mümkün görünmemektedir. Dinler, insanlara toplumsallık bağlamında hazır anlam yapıları sunmaktadırlar. Modern toplumda bilimselliğin gelişmesiyle beraber Tanrı ve dinler insanın anlam dünyasından uzaklaşmıştır. Bu geleneksel toplumlarda insanın anlam arayışının olmadığı anlamına gelmemektedir. Fakat savaş ve yıkım zamanlarında, büyük toplumsal felaketlerin yaşandığı durumlarda anlam arayışının dozu daha şiddetli olmaktadır.