“Var oluş” nedeni insanlık tarihi kadar eski bir tartışma konusu olmuştur. İnsanın dünyaya geliş ve yaşama amacı her döneme, kişiye göre farklılık göstermiş. Çağlar boyunca bu anlam arayışı farklılaşsa da bitmemiştir.

Bu problem sinir ucu olarak din ve seküler yaşam üzerinde de büyük etki yaratmıştır. Semavi dinlere göre bir tanrı vardır ve insanlar bu tanrıya kulluk etmek amacıyla bu dünyadadır. Materyalist bakış açıya göre de toplum düzeni, insani yaşamı mutlu kılma gibi düşünceler de vardır. Diğer yandan, sosyolog Camus, felsefi araştırmaları ve akıl yürütmeleriyle hayatın bir anlamı olmadığı sonucuna varır ve bu sonuçtan sonunda insanın kendini tüketmesi -yaşamak, son ana kadar yaşamak- gerektiği sonucuna ulaşır. Bununla da yetinmez, yaşamın bir anlam içermediğini düşünen bir insanın mutlu olması gerektiğini söyler.

İnsanın varoluş amacı hayatta kalarak büyümek ve gelişmek en genel geçer maddelerden biri sanırım.

Canlılar hayatta kalma ve büyüme içgüdüsü taşır. İnsanlar da zamanla geliştirdikleri zekaları ile bu büyümeyi gelişime çevirdiler. Deneme öğrenmeyle geçen bin yıllar boyunca gelişti, evrildi, öğrendi. Tarih boyunca insanlığın da hep bir amaç aramakta olduğunu görmekteyiz. Kendi amacını belirleyen yegâne varlık insandır. Ne yöne doğru gelişeceğine, neler yapacağına insan kendi karar verir. Hayatını kendi şekillendirir. Bu, insanı diğer canlılardan ayıran en temel yeteneğidir.

Öleceğini bilen tek varlık insandır. Ölüm insanda kaygı yaratır. Bu normaldir. “Hayatınıza olabildiğince şey sığdırmak istiyorsanız ne istediğinizi tespit edin.Yaşamınızın bir anlamı olması bunca acı, ve kederin olduğu dünyada bize dayanma kuvveti veren tek şey amacımızdır. Ya da şöyle de diyebiliriz her şey amaç üstüne kurulmamıştır amaçsızlığa tahammül etmektir belki de tüm bunların sebebi. Dediğim gibi yine en başa dönüyoruz. Hayatınız sizin, amacı ya da amaçsızlığı sizin. Son nefesinizde geri kalan her şeyden huzurla uzaklaştıracağını düşündüğünüz yol doğru yoldur.