Garip ama gerçek: Mutluluğumuzu mutsuzluklar üzerinden kurarız veya ararız. Diyelim terk edilmenin acısı, karşı tarafın daha büyük bir acı yaşaması beklentisiyle bir parça azalır. Hesap sormak, yarı yolda bırakmak, yalan söylemek, başka türlü davranmak, ihanet etmek, yoldan dönmek gibi bir dolu davranışımızla ürettiğimiz sözde mutluluklar bir tür mutsuzluk olarak bizi esir alır. Mutluluk illaki mutsuzluğa doğru yelken açmalıdır

Mutsuzluğu tanımlamak kolay değil; kişiye, bağlamına ve zamanına göre değişebilir. Ancak eğer hayattan hiçbir zevk alamıyor, sıkıntı içinde hissediyorsanız mutsuz kabul edilirsiniz; genelde psikolojik ruh haliyle, bir maddi kayıpla, gerçekleşmeyen hedeflerle, kendini koy vermeyle tanımladığımız mutsuzluk bizim ülkemizde çoktandır “milli spor” haline geldi; türkülerimiz mutsuzluğumuzu anlatır genelde, ağıt yakmayı severiz, dertli uzun havalara içleniriz, acı (biber, olay, hikâye, kişilik vb.) hayatımızda baş köşededir, arabeske bayılırız, kader ve felek diye başlayan tiratları can kulağıyla dinleriz, dert küplerine yoldaşlık etmeyi bir görev biliriz, kısaca mutsuzluk bizim mutluluk ilacımız gibidir. Mutsuzluğu bulduğumuzda garip bir mutluluk duyarız. Burada mutsuzluktan kastettiğim, para kaybetme, yanakta çıkan sivilce, bir hedefe ulaşamama, can sıkıcı birini dinleme, ihanete uğrama, sevilen birinin kaybı, geçim sıkıntısından dolayı dertlenme gibi maddi şeyler değil sadece; aynı zamanda bizim mutsuzluk diye bir yaşam tarzımız var. Mutsuzluğun kitabını yazmada üzerimize yok sanki. Mutsuzluğu seven bir halkız.