İnsan hakkı, tüm insanların sadece insan olmaktan kaynakla sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere denir. Bu resmi bir tanımdır. Anayasalarda da bu şekilde tanımlanmaktadır. Binlerce yıllık insanlık tarihinde insanlar; yaşamak, kölelikten kurtulmak, eşit bir sınıf bilincine sahip olmak gibi pek çok hak için mücadele vermiştir. Tarihin her döneminde var olan sorunlara karşı insan değerini ve onurunu korumak için uğraşılmıştır.

İnsan hakları konusunda 21. yy da geldiğimiz noktaya bakacak olursak ülkemiz açısından çok da ileri gitmiş sayılmayız. Erkek egemen bir toplum olan Anadolumuzda insan hakkına kadın hakkını sokamıyoruz. İnsan hakları herkesle ilgiliyken, neden kadınların insan hakları diye bir başlığımız var? İdeal bir dünyada, buna ihtiyacımız olmazdı… Fakat ne yazık ki bugün kadınlar, dünyanın dört bir yanında yalnızca kadın oldukları için hak ihlallerine maruz bırakılıyor. İşte bu yüzden kadınların insan haklarını vurgulamamız gerek.

Her akşam haberlerinde çıkan kadın cinayeti, kadına şiddet haberlerini dehşetle karşılamamız gerekirken, hayatın olağan akışı içerisinde kaybolan sıradan haberler haline geliyor. Adalet arayan anneler, isyan eden babalar… Bunlara karşı en iyi  hukuki savunmamız İstanbul sözleşmesidir.

İstanbul Sözleşmesinin önemi

Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası sözleşmelerin en önemlilerinden biridir.

İlk defa uluslararası bir sözleşmede “toplumsal cinsiyet” ve “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” tanımları yapıldı.

“Toplumsal cinsiyet”, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler.

“Kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet.

Sözleşme şiddet uygulayan erkekle şiddete maruz kalan kadın arasında herhangi bir aile bağı (evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen kişiler…) olup olmadığına bakmıyor.

Sözleşme, kadınlara yönelik şiddeti bir insan hakları ihlali olarak görüyor. Aynı zamanda bir ayrımcılık türü olarak kabul ediyor. Taraf devletler, ulusal anayasalarına veya ilgili mevzuatlarına kadın erkek eşitliği ilkesini dahil ederek, bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesini temin edeceklerdir.

Sözleşme, kadınlara yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin, önlenmesi için ilgili bütün devlet kurumlarını göreve çağırıyor. Bu doğrultuda, devlet kurumları ile sivil toplum kuruluşları arasında koordineli iş birliğini teşvik ediyor.