Birçok kişi içerisinde bulunduğu kötü ruh hallerinden, travmalardan kurtulmak için yemek yemeye odaklanır. Kısa zaman içerisinde bu kişileri rahatlatsa da uzun süren bu davranış halinde kişinin suçluluk hali hissetmesine, dengesiz kilo alımına neden olabilir.

Stres, korku, kaygı, öfke gibi tüm olumsuz düşünceler vücutta fizyolojik stres yanıtı oluşmasına yol açar. Bunun sonucunda kortizol ve insülin hormonları daha fazla salgılanır. Bu hormonların fazlası vücudun kalori yakma kapasitesini düşürerek yağ depolanmasına ve kan şekeri dengesini bozarak yeme bozukluklarına neden olur. Dünyanın en iyi diyetini de uygulasanız, kaygılı ve stresli bir ruh haliyle kilo vermeniz oldukça zor olacaktır. Bir de buna uygulanması zor diyetler, tatsız tuzsuz yiyecekler ve yoğun egzersiz programları eklenirse kaygı düzeyiniz artacak ve iş daha içinden çıkılmaz bir hâl alacaktır. İnsanın metabolik enerjisi vücudu hayatta tutmaya programlanmıştır. 

Dolayısıyla dünyanın en güzel, en sağlıklı yiyeceklerini yediğinizde bile eğer ruh haliniz iyi değilse, zihniniz kalori yakımını durdurarak vücudunuzu korumaya alacaktır. İnsanın doğasında temel bir paradoks vardır: Bir parçamız içimizde huzur isterken, diğer parçamız buna karşı savaşır: Yemek konusunda da durum böyledir. Bir yandan sağlıklı ve düzenli beslenmek isterken, diğer yandan tüm kuralları yıkmak, neyi ne kadar yiyebilirsek yemek isteriz. Bunu da genellikle içimizdeki duygusal açlığı, yani sevgi, ilgi ve beğenilmeye duyduğunuz ihtiyacı bastırıp iç huzura kavuşmak için yaparız. Ancak depresyon, yas gibi yoğun üzüntünün hâkim olduğu durumlarda yeme isteği de kaybolur.