Ashab-ı Kehf’in İsimleri
Ashab-ı Kehf’in isimlerinin tespiti ile ilgili muhtelif görüşler ileri sürülmüştür. Bunlara göre; sayıları üçtür, dördüncüsü köpekleridir diyenler Necran Hıristiyanları ve Hz. İsa’nın uluhiyetine inanan YakubiyeMezhebi’ndenSeyyit adında biri ve ona tabi olanlardır. Onların sayıları beştir, altıncısı köpekleri diyenler Hıristiyanlardan Allah’ın üçüncüsü olduğuna inanan Nasturiye Mezhebinden Akip isminde bir Hıristiyan ve onun arkadaşlarıdır. Müslümanlar da Ashab-ı Kehf gençlerinin sayısı yedidir sekizincisi onun köpekleridir dediler. Bu tartışma Hz Muhammed (as)’in huzurunda meydana geldi. Sayıları yedi diyenlerin doğru olduğuna da “Onların sayısını az kimse bilir” ifadesiyle işaret edilmiştir. Çünkü Müslümanlar, Hz. Muhammed (as)’den duyduklarını söylediklerinden dolayı onların haberi doğrudur.(Mehmet Vehbi, Hülasat’ül Beyan Fi Tefsir’il Kuran, İstanbul 1968, C. 8, s.3107.)

Ashab-ı yemin olan (Dakyanus’un sağ tarafında oturan üç vezirin çocukları) Ashab-ı Kehf’in isimleri Yemliha, Mekselina, Mislinadır. Ashab-ı yesarın (Dakyanus’un sol tarafında oturan üç vezirin çocukları) isimleri Mernuş, Tebernuş, Şazenuş tur. Çobanın adı Kefeştatayyuş ve köpeklerinin ismi Kıtmir’dir. Fahrettin Razi, Hz. Ali den rivayet edilen habere dayanarak Ashab-ı Kehf’in isimlerini bildirmiştir. Buna göre Ashab-ı Kehf’in isimleri Yemliha, Mekselina, Mislina, Mertones, Debernoş ve Şazenuş’tur. Bunların ilk üçü Dakyanus’un sağ tarafından bulunan vezirlerin, diğer üçü ise sol tarafında bulunan vezirlerin oğullarının adıdır.Dakyanus, yapacağı işler konusunda bu gençlerin babalarıyla iştira ederdi. Yani bunların babaları Kral’ın çok yakın danışmanlarıydı.Yedincisi onlara yolda katılan çoban Kefeştetayyuş, sekizinci ise çobanın köpeği Kıtmir’dir.

Hz. Muhammed (as ) Ashab-ı Kehf isimlerinin çocuklara öğretilmesini tavsiye etmiştir. Yine İbni Abbas’tan nakledilen bir rivayete göre; Ashab-ı Kehf’in isimlerini öğrenmek ve yazmakla insanın musibetten kurtulacağı, bunların isimlerinin yazılı olduğu kağıdı yanan bir ateşin üzerine konsa ateşin sönebileceği bildirilmiştir. Ayrıca Ashab-ı Kehf’in isimlerinin yazılı olduğu kağıd ağlayan çocukların yanına konsa ağlamayacağı ve hasta ise şifa bulacağı bildirilmiştir.(Mehmet Vehbi, . s.3107.)

Ashab-ı Kehf’in isimlerinin yazılı olduğu kağıdı üzerinde taşıyan kimsenin kaza ve belalardan korunacağına ve tüm korkulardan emin olacağına inanılmaktadır. Bu inanca göre: Ashab-ı Kehf’in isimleri yazılı kağıt, doğum yapan kadının üzerine takılsa doğum sancısı çekmeyecek, kolay doğum yapacak ve çocukları sıhhatli olacak. Yine bu kağıt uyuyamayan birinin yanına konsa uyuyacak. Kağıt suda eritilerek hastalara suyu içirilse derdinden şifa bulacak. Eve konsa evde yangın ve hırsızlık olmayacak. Aile fertleri evde huzur ve sıhhat bulacak. Kağıt, karada, denizde ve havada giden vasıtaların üzerinde bulundurulsa bu vasıtalar emniyette olacak.
Ağlayan çocuğun yastığının altına konulsa ağlaması kesilecek. Bir kimse Ashab-ı Kehf’in isimleri yazılı kağıdı üzerinde taşısa o şahıs korkudan emin olacak ve isteğini elde edecek. Ashab-ı Kehf’in adı karınca duası içinde zikredilmektedir. Karınca duası çok müşterinin gelmesi için dükkanlara ve iş yerlerine asılmaktadır. Nitekim Kayseri Bedesteni’nin güney yan bölümünde açılan kapının üzerinde Ashab-ı Kehf’in isimleri yazılıdır.Ashab-ı Kehf’in uyudukları mağara halk tarafından evlenme, çocuk sahibi olma, bir hastalıktan kurtulma ve bazı dileklerin gerçekleşmesi veya sadece sevap kazanmak amacıyla Ramazan ayında çok ziyaret edilmektedir. Diğer zamanlarda da halk burayı sık sık ziyaret ederek Ashab-ı Kehf’e olan saygısını ve sevgisini göstermektedir.
Ashab-ı Kehf’in Türk denizciliğinin manevi koruyucusu olduğuna inanılmaktadır. Bu gençlerin isimlerinin gemi şeklinde yazılması bu inançtan ileri gelmektedir. Gerçekten onların isimlerini içine alarak gemi şeklinde yazılan yazılarda, geminin kenarları, yelkenleri ve kürekleri oluşturulmuştur. Gemi şekilde yazılan Ashab-ı Kehf’in isimleri gemilere asılır ve bu isimlerin gemileri denize batmaktan kurtaracağına inanılmaktadır.

Kuran-ı Kerime Göre Ashab-ı Kehf
Kuran-ı Kerim’de geçen surelerden biri olan Kehf Suresi’nin fazileti hakkında pek çok hadisi şerif vardır. İbni Ömer’den rivayet edilen hadisi şerifte “Kim Kehf Suresi’ni cuma günü okursa onu ayağının altından semaya kadar nur kaplar. Kıyamet günü de ona ışık verir ve iki Cuma arası geçen bütün günahları affedilir.” denilmiştir. Ebu Said el Hudri’den rivayet edilen hadisi şerifte “ Kim Kehf Suresi’ni Cuma günü okursa kendisiyle beraber iki Cuma arasını nur kaplar”; yine Ebu Said el Hudri’den rivayet edilen başka bir hadisi şerifte “ Kim Kehf Suresi’ni Cuma gecesi okursa onunla Kabe arasını nur kaplar” şeklinde haber verilmiştir.(Fahri Gökcan, Prof. Tayyip Okiç’e Armağan, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, s. 132.)

İmam-ı Ahmet‘ten “Kim Kehf Suresi’nin başından on ayet ezberlerse Deccal’in fitnesinden kurtulur” hadisi şerifi rivayet ediliştir. Bu hadisi Müslim, Ebu Davut, Nesai ve TirmiziKatade’den rivayet etmiştir. Katade’den rivayet edilen diğer bir hadisi şerifte “Kim Kehf Suresi’nin son on ayetini okursa Deccal’ın fitnesinden kurtulur” denilmiştir. Kurtubi tefsirinde Enes hadisindendir denilerek “Kim Kehf Suresi’ni okursa ona sema ile arz arası bir nur verilir ve kabir azabından kurtulur.” şeklinde rivayet edilmiştir.

a. Kehf Suresi’nin Nüzulü
KureyşKabilesi’nin ileri gelenlerinden ve zenginlerinden olan Nadir İbni Haris, Hz. Muhammed (as)’ı inciterek ona düşmanlıkta bulunuyordu. Hz. Muhammed (as) Allah’ın adıyla sözlerine başlayarak geçmiş milletlerin başlarına gelen musibetleri kavmine anlatırdı. Fakat Hz. Muhammed (as) oradan ayrılır ayrılmaz Nadir, meclise gelir ve ben ondan daha güzelini söylerim diyerek Fars meliklerinin kıssalarını anlatmaya başlardı.(H. Tahsin Emiroğlu, Esbab-ı Nüzül, Konya 1974, c. 7, s.258.)
Nadir, Hz. Muhammed (as)’ı kıskanır, onunla boy ölçüşmeye kalkar, onun dürüstlüğünü, sevilmesini, sayılmasını çekemezdi ve kendisinin ondan üstün olduğunu ispatlamaya çalışırdı. Ehli kitap olan Musevi ve İsevilerin dinlerini savunurdu. Tarih bilgisine sahip olduğunu ifade ederek Hz. Muhammed’in (as) anlattıklarından daha orijinalini, daha genişini ve daha doğrusunu anlatayım derdi. Ayrıca Kuran okunduğu zaman, eskilerin masalları diyerek ona dil uzatırdı. Nadir’in tarihi olayları anlatması karşısında Kureyşlilerin kafası karışırdı. Kureyşliler, hangisinin doğru anlattığını anlamak için Nadir ibni Haris ile beraber Utbeİbni Muayt’ı Medine’deki Yahudi hahamlarına ve İsevi papazlarına gönderdiler. Bunlar Medine’ye giderek Hz Muhammed (as) hakkında haham ve papazlara bilgi verdiler ve onun bazı sözlerini naklettiler.Onlara Tevrat ehli olduğu hatırlatılarak Hz Muhammed (as)’ın peygamber olup olmadığını sordular. Zira kitap ehli olmalarından dolayı onların daha doğru tarihi bilgiye sahip oldukları kabul ediliyordu. Bunun üzerine Hz. Muhammed (as)’ın peygamberliğini kabul etmeyen haham ve papazlar onların üç soruyu Hz. Muhammed (as)’a sormasını istediler. Bu soruların cevabını ancak biz biliriz dediler.Eğer bu sorulara cevap verirse geçmişteki olaylar hakkında bilgisi vardır ve o peygamberdir, ona uyunuz dediler. Eğer cevap vermezse lafçının, yalancının ve sahtekarın biridir. Hareketlerinizde serbestsiniz, istediğinizi yapınız dediler. Bu üç soru şudur:
1.Ona kaybolan gençleri sorun. O genç yiğitler ki önceki devirde gittiler. Bunların işleri nedir? Bunların (Ashab-ı Kehf’in) hikayeleri acayiptir.
2. Ona yeryüzünün doğusuna ve batısına ulaşan gezgini,çok dolaşan adamı (Zülkarneyn) sorun. Bunun kıssası nedir?
3. Ona ruhun ne olduğunu sorun. Ruh nedir? Kureyş’in elçileri Nadir İbni Haris ve UtbeİbniMuayt, Mekke’ye dönerek kureyşlilere, sizinle Hz. Muhammed (as)’ın arasındaki meseleleri çözecek soruları getirdik dediler. Kureyş’ten bir gurup harekete geçerek birlikte Hz. Muhammed (as)’ın yanına geldiler ve kasıtlı olarak bu üç soruyu sordular.
İlk defa karşılaştığı ve bilgi sahibi olmadığı sorular karşısında Hz. Muhammed (as) “Sizlere yarın cevap veririm.” dedi. Bu arada inşallah demeyi unuttu. Kureyşliler ise yarın cevap verecek diye dağılıp gittiler. Hz. Muhammed’e (as) vahiy on beş gün sonra geldi. Yani vahiy gecikti. Bunun üzerineKureyşliler dedikodu yapmaya başladılar. Hz. Muhammed (as) bize yarın cevap vereceğini söylemişti, oysa on beş gün geçtiği halde cevap alamadıklarını söylediler. Vahyin gecikmesi karşısında Hz. Muhammed (as) sıkıldı, mahcup oldu ve bunaldı. Mekkelilerin sözleri çok ağırına gitti. Hatta dışarı çıkamaz oldu. Fakat vahyin geciktirilmesinde birçok hikmetler vardı. Nihayet Cenab-ı Allah, Cebrail (as) vasıtasıyla Kehf Suresi’ni indirdi.( Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c.5, İstanbul, s.336.)
 Bu surenin nüzulünden sonra Hz. Muhammed (as)’ın gönlü ferahladı. Surede Ashab-ı Kehf ile Zülkarneynhikayesi ayrıntılı bir şekilde anlatılmasına rağmen ruh hakkında bilgi verilmemişti. Bundan dolayı Hz. Muhammed (as) ruh hakkında sorulan soruya cevap vermeyip sükut etti ve herhangi bir açıklamada bulunmadı. Çünkü ruhun mahiyeti Allah tarafından müphem kılınmıştı. Bu sebeple onun mahiyetini insanlar tamamen bilemezler.Zira bu konu Tevrat’ta da müphem bırakılmıştı.
b. Kehf Suresi
Kuran-ı Kerimin 18. suresi olan Kehf suresi, Mekke döneminde nazil oldu. 110 ayet, 1577 kelime ve 6360 harftir. Bu surenin 9-26 ayetleri Ashab-ı Kehf hakkında bilgi vermektedir. Bu ayetlerin meali şöyledir.
9. Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm’i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın?(“Kehf” mağara ve dağların içindeki dehliz demektir. “Rakîm” ise âyette söz konusuedilen mağaraya konulan kitabedir. Bazı bilginlere göre rakîm, mağaraya sığınangençlerin mensub olduğu köyün veya kentin adıdır. Rakîm, yüksek dağ ve tepeanlamına da gelmektedir. Bu âyette; Allah’ın, hayret uyandıran delillerinin “Ashab-ıKehf”ten ibaret olmadığına, sürekli olarak gerçekleştikleri için, sıradan işlermiş gibialgılanan sayısız olayların da birer ilâhî kudret göstergesi olduklarına dikkat çekilmektedir.)
10. Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz!
Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” demişlerdi.
11. Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık (Onları uyuttuk).
12. Sonra onları uyandırdık ki, iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi hesap ettiğini bilelim.
13. Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onlarınhidayetlerini artırmıştık.(Ashab-ı Kehf kıssasının Bizans imparatoru Decuis’in (Dekyanus’un) devrine ait olduğurivayet edilmektedir.)
14, 15. Kalkıp da, “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O’ndan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?” dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.
16. (İçlerinden biri şöyle dedi:) “Mademki onlardan ve Allah’tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın.” (Ashab-ı Kehf, bu konuşmadan sonra uykuya dalmışlardır. Bundan sonraki âyetler onların uykudaki hâllerini tasvir etmektedir.)
17. (Orada olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına kaydığını, batarken de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.
18. Uykuda oldukları hâlde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.
19. Böylece biz, birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız”? dedi. (Bir kısmı) “Bir gün, ya da bir günden az”, dediler. (Diğerleri de) şöyle dediler: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin. Ayrıca, çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve sizi hiçbir kimseye sakın sezdirmesin.”
20. “Çünkü onlar sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler, yahut kendi dinlerine döndürürler. O zaman da bir daha asla kurtuluşa eremezsiniz.”
21. Böylece biz, (insanları) onların hâlinden haberdar ettik ki, Allah’ın va’dinin hak olduğunu ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe olmadığını bilsinler. Hani onlar (olayın mucizevî tarafını ve asıl hikmetini bırakmışlar da) aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. (Bazıları), “Onların üstüne bir bina yapın, Rableri onların hâlini daha iyi bilir” dediler. Duruma hâkim olanlar ise, “Üzerlerine mutlaka bir mescit yapacağız” dediler.
22. ‘’ Bazıları bilmedikleri şey hakkında atıp tutarak: “Onlar üç kişidirler, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. Yine, “Beş kişidirler, altıncıları köpekleridir” diyecekler. Şöyle de diyecekler: “Yedi kişidirler, sekizincileri köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Zaten onları pek az kimse bilir. O hâlde, onlar hakkında (Kur’an’daki) apaçık tartışma(yı aktarmak)dan başka tartışmaya girme ve bunlar hakkında onlardan hiçbirine bir şey sorma.”
23. Hiçbir şey hakkında sakın “yarın şunu yapacağım” deme!
24. Ancak, “Allah dilerse yapacağım” de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve “Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır” de.
25. Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler.
26. De ki: “Kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na aittir. O, ne güzel görür; O, ne güzel işitir! Onların, O’ndan başka hiçbir dostu da yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.”