Değerli okurlar, Kin kör ve rabıtasızdır.

Dünya tarihi bakımından Yakındoğu ortaçağını, üç büyük olay karakterize eder. Bunlardan birincisi İslam’ın doğuşu ve o zamana kadar Hristiyan hâkimiyetinde bulunan ülkeleri fethetmesi, İkincisi Türklerin büyük kitleler halinde doğudan batıya yönelmeleri ve İslam’ın durmuş olan hamle gücünü yenilemek gayretine girmeleri, üçüncüsü ise bunun reaksiyonu olan ’’Haçlı Seferleri’’ dir, ki bu olay, XI. yüzyılın ortalarından itibaren Türklerin Suriye ve Filistin’e girmeleri ve Anadolu’yu yurt edinmeye başlamaları üzerine, Avrupa dünyasının «Kutsal toprakları kurtarmak» sloganıyla Türkleri Anadolu’dan atmak ve Anadolu ile birlikte bütün Yakındoğu’yu ele geçirmek maksadıyla düzenlediği tamamen siyasî amaçlı askerî bir harekettir.
Makalemizin ana tezi, günümüzde Haçlı ruhunun devamlılığı oluşturacaktır. Bu boyut ışığında Haçlı seferleri bize geçmişi öğretir, bu günü açıklar, yarını aydınlatır! Haçlıların bu son seferi Anadolu ve Rumeli Türklerinin birlikte yürüttükleri kahramanlık savaşı ve zaferi ile sonuçlandı, çünkü sadece Evranos Paşa gibi yiğit komutanlar değil, binlerce savaşçı da Rumeli kökenliydi. Bunların ve Anadolu’dan gelen askerlerin ortak savaşı ile Haçlı Seferlerine son verildi.1396 yılına gelmeden yaklaşık elli sene önce Osmanlı Türk hâkimiyeti Trakya, Makedonya, Bulgaristan, Sırbistan ve Balkanların öteki bölgelerine yayılmış, birçok müttefik edinilmiş, Anadolu’dan Türk göçleri Rumeli’yi şenlendirmişti. Türk Müslüman adları konulan çocuklar büyümüş, delikanlı ve asker olmuşlardı. Bu yetişen nesiller Rumeli’yi yurt edinmiş, orada doğmuş, o toprağı alın teriyle işlemiş, Türk alsancağı altında olgunlaşmış ve Rumeli vatanını Anadolu kadar sevmişlerdi.
Haçlılar bu düzeni bozmak için, Batı Avrupa’dan işgalci olarak geldikleri için, hak ettikleri darbeyi yiyip, Tuna’nın derin sularında boğuldular. Böylece Türk gücü önünde Haçlı seferlerine tarihte son nokta konulmuş oldu. Yazımda, kolaylıkla görülebilecek noksanlıklar için şimdiden özür dilemeliyim. Bunların bir kısmı benim kendi bilgisizliğimin bir kısmı da yararlandığım, bütün seçme bibliyografyaların, kaçınılmaz bir biçimde bu seçmeyi yapanın tercihlerini yansıtması gerçeğinin bir sonucudur. Umarım ki, bunlar gerçeğin yeniden inşasını desteklemeye yetecek niteliktedir.
Haçlı Seferleri kavramı üzerinde biraz durmadan sonuca varamayız. Her şeyden önce, bu kavramın Türkçe de iki sözcükten (1. Haçlı, 2. Seferleri) oluşurken, Fransızca ve İngilizce’de bir tek sözle ifade edildiğini, ancak iki anlam taşıdığını hatırlamamız gerekmektedir. Bilindiği üzere, Haçlı Seferlerine Fransızca «Croisade», İngilizce «Crusade» denir. Bu sözün ilk anlamının «müttefik Hıristiyanlarının kutsal yerleri Müslümanlardan kurtarmak olduğunu» herkes bilmektedir. Ancak ikinci anlamı çok ilginçtir, çünkü «sadece geçmişte değil, her zaman bir savaşta kamuoyunun yönlendirilmesi girişimini de içermektedir. Bunun orijinali Fransızcada şudur : «Tentative pour diriger l’opinion dans une lutte» , İngilizcede ise «Crusade-2. Vigorous, concerted action for some cause or idea, or against some abuse» olarak ifade edilmektedir, yani «Belli fikir ve gaye uğruna toplanmış veya herhangi suiistimale karşı alınan güçlü faaliyet» e günümüzde de «Crusade» yani Haçlı Seferi denir.

Görünen o ki, Fransızca ve İngilizcede her ne kadar bir nüanstan söz edilebilse bile, aslında her iki dilde Haçlı kavramının kullanımı günümüzde de yaşam sürecini canlı bir şekilde sürdürmektedir. Özetle, sadece geçmişte değil, her zaman bir savaşta kamuoyunun yönlendirilmesi girişiminde Haçlı ruhu mevcut olabilir. Hal böyle iken «inşallah Bosna katliamı bir daha tekerrür etmez!» demekle yetinebilir miyiz? Gerekli uyarı, savaş suçlularının cezalandırılmasından geçmez mi? Bu yapılmazsa, siyaset bütün bu karmaşık durumu çıkmaza sokar.

Bunu ABD, Birleşmiş Milletler ve dünya kamuoyu iyi düşünmeli ve gerekli tedbirleri zaman kaybına uğramadan almalıdır. Çünkü Bosna örneğinde mantığın intihar ettiği, aklın çöktüğü yaralar henüz telâfi edilmiş değildir. Haçlı Ruhu tekerrür edebilir. Bilim adamlarının vicdan borcu kamuoyunu tam zamanında uyarmaktadır. Bu konu birçok uluslararası kongre ve sempozyumlarda vurgulanmakta ve yayımlanmaktadır.

Birinci Dünya Savaşından sonraki sınırlar 1944’te yeniden teyit edildi. Bu gerçekdışı tertip Balkanlar’da barışı uzun süre savunamazdı. Neticede, Bosna-Hersek trajedisi ikinci kez yeniden başladı: 1941-1944 yılları arası ve 1992’de. Kin kör ve rabıtasızdı. Milliyetçiliğin geçmişe ait olduğu hayal ediliyordu. Görülen o ki son günlerde ırkçılıkların dönüşündeyiz. İşte bundan dolayıdır ki, Birleşmiş Milletler kurbanların yanında yer almalı ve umulmadık bir tırmanışı engellemelidirler.

Bosna bugün acıları ile huzuru yakalamaya çalışıyor. Umulmadık bir tırmanış derken sadece Sırpları ve Balkanları değil, Yakın ve Orta Doğu ile Batı’nın ilişkilerindeki olasılıkları göz ardı edemeyiz. Bu olasılıklar, SSCB’nin dağılmasından sonra, gittikçe daha kara bulutlara bürünmüş gibi gözükmektedir. Çünkü Rusya Batılı yedi ülkeye katılıp, sekizincisi oldu, zamanla NATO’ya da girebilir vs. burada bir soru ortaya çıkmaktadır: Rusya NATO üyesi olursa, NATO’nun karşısında kim kalacak? Düşündürücü değil mi?

Rus-Rum-Yunan yakınlaşması kimi hedef alıyor? Batı ülkeleri Türkiye’yi Avrupa Birliğine eşit üye kabul ederlerse Haçlı ruhu gizli canavarını kendilerinde yenerek geçmişin ipoteğinden kurtulacaklardır. Haçlı Ruhu hak ettiği yere atılmalıdır. Bu da tarihin çöplüğüdür. Ufukta insancılık ışığı yayılmadığı sürece milletler huzurdan mahrum kalacaklardır. İnsanlar kendi önyargılarından ayrılarak özgür olabilirler. Neticede, özgürlük sadece teknolojik ilerlemeden değil, Haçlı ruhu gibi kör ve rabıtasız fanatizmlerden kurtulmaktan geçer. Avrupa Birliği bir coğrafya değil, serbest piyasa, demokrasi, lâik, uygar ve insancıl değerler topluluğu olup olmadığını Türkiye’yi eşit üye olarak kabulüyle gösterecektir. Kendi kabuğuna çekilenler tarihte uzun süre kalamamışlardır; çünkü her çıkışın bir inişi vardır. Dünya ufuklarına açık olan ve komşuları ile bütün insanları kucaklayan uygarlıklar ışık saçmışlardır. Avrupa Birliği de bu İnsanî ışığa sırtını çevirip, kendi coğrafî kabuğuna çekilemez. Bunu er veya geç anlayacaktır.

Bosna’da bir soyun tümüyle imhasına izin vermeyen ABD ve AB, bir kıtanın (Avrupa’nın) tümünü de salt bir dinî inanca (Hıristiyanlığa) ait kalabileceği saflığından kurtulmak zorundadır. Bu da Avrupa Birliği’nin dünya evrensel ufuklarına ulaşmasından geçecektir. Çünkü herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya benzeri bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde öne sürülen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir. Avrupa Birliği üyeleri, imzaladıkları bu bildirgenin özünü uygulayarak, Türkiye’yi de tam üye statüsüyle bu birliğe kabul edeceklerdir. Bu karar gecikebilir, ama iptal edilemez, çünkü bu tarihî sorumluluğu yüklenmeye kimsenin gücü yetmez. Avrupa Birliği, Haçlı ruhunun gizli canavarına imkân sağladığı takdirde, dünyanın globalleşme sürecinden vaz geçmek zorunda kalır. Oysa globalleşme kaçınılmazdır ve evrensellikten, yani her ülkenin kucaklanmasından geçer. Yıllardan beri Avrupa içinde yaşayan bir millet bu bütünlüğe tâbidir.


HASAN KAYHAN,MART 2016.