Justin Mc Carty Amerika’lı bir tarih profesörüdür. Uzun yıllar Türkiye’de Üniversitelerimizde Tarih dersleri vermiştir. Uzmanlık alanı Osmanlı Tarihi, Balkanlar ve Ortadoğu Tarihidir. 4 Mart 2005 Yılında o zaman CHP Genel Başkanı sayın Deniz Baykal’ın davetlisi olarak TBMM’de “Ermeni Sorunu Gerçeği ” konulu bir konferans vermiştir. Keşke konferansın bütününü buraya alabilseydim. Burada oldukça kısaltılmış bir bölümünü sunmak zorunda kaldım. Yazının yinede uzun olduğunun farkındayım, ama sabırla okumanızı istirham ediyorum. Çünkü Ermeni diasporasının 100 yıllık alçakca yalanlarına sanıyorum aşağıdaki satırlardan daha güzel cevap olamazdı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “ Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana bağlı kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir nitelik kazanır. Herhangi bir tarihi elinize aldığınız zaman, onun gerçeğe uygun olup olmadığına güven duymak için dayandığı kaynak ve belgeleri araştırılır. Bizim şimdiye kadar doğru bir milli tarihe malik olmayışımızın sebebi tarihlerimizin, hakiki okuyucuların belgelere dayanmaktan ziyade ya birtakım meddahların veya birtakım kendini beğenmişlerin hakikat ve mantıktan uzak sözlerinden başka kaynak bulamamak bedbahlığıdır”
Sözü Justin Mc Carty’ye bırakıp tarih ve belgeler konuşsun diyelim:
“Birinci Dünya Savaşı başladığında, Ermeniler ve Türkler, 800 yıldan beri bir arada yaşıyorlardı. Anadolu ve Avrupa Ermenileri, 400 yıldan beri Osmanlı tebaasıydılar. Tabii ki, bu yüzyıllar boyunca sorunlar vardı ama,bu sorunların sebepleri Osmanlı İmparatorluğu’na saldıranlar ve neticede bu İmparatorluğu yıkanlardı.
Ekonomik ve sosyal standartlar dikkate alındığında, Ermenilerin Osmanlı hükümranlığı zamanında son derece olumlu bir hayatları oldu. 19. Yüzyılın sonuna gelindiğinde, Ermeniler Müslümanlardan çok daha eğitilmiş ve zengindi.
Avrupalı tacirler, Osmanlı Hıristiyanlarını mümessil olarak kullanırlar ve tabii ki, Ermenilere sağladığı özel eğitim imkanları da vardı. Ermeniler bu durumda yaşarken, Müslümanlar, modern tarihde rastlanan en büyük acıları yaşıyorlardı. 19.yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk dönemlerinde Boşnaklar, Sırplar tarafından katliama uğradılar. Ruslar, Çerkezleri öldürdüler ve yurtlarından ettiler. Aynı şey Abhazlar, Lazlar için geçerli oldu. Aynı zamanda, Türklere karşı Rusların, Bulgarların, Yunanlıların ve Sırpların saldırıları da devam etti. Bütün bu Müslüman acıları sırasında, Osmanlı Ermenilerinin durumu iyileşmeye devam etti. Eşit haklar Hıristiyanlara ve Yahudilere tanınmıştı. Yasa önünde ve gerçekte eşit vatandaşlardı. Hıristiyanlar hükümette görev aldılar, büyükelçi oldular,hazineden sorumlu oldular, hatta dışişleri bakanlığı görevine bile getirildiler. Çoğu açıdan bakıldığında, Hıristiyanların hakları Müslümanlardan daha fazla idi; çünkü, devlette daha güçlüydüler.
Peki, Ermenileri Türklere karşı kışkırtan şey neydi? Her şeyden önce Ruslardı. Hıristiyanların ve Müslümanların birlikte barış içinde yaşadıkları dönemler, Rusların Kafkasları, Müslüman topraklarını işgaline kadar devam etti. Ermenilerin çoğu, bu olayda tarafsız kaldılar;ama, bazıları da Rusların yanında yer aldı. Ermeniler Rus askerleri için casusluk yaptılar. Ruslar, 1828 yılında Erivan’ı ele geçirdiler ve Türkleri buradan sınırdışı ettiler, Türk topraklarını vergisiz olarak Ermenilere verdiler.
Müslümanların ilk zorunlu sürgünü Birinci Dünya Savaşı’nın ilk günlerine kadar devam etti. 300 000 (üçyüzbin) Kırım Tatarı 1,2 milyon Çerkez ve Abhaz, 40 000 Laz, 70 000 Türk yurtlarından edildi. Ruslar Anadolu’yu 1877-1878 savaşı sırasında işgal etmişlerdi ve bir kez daha, Ermeniler Rusların tarafına geçtiler, rehberlik yaptılar, casusluk yaptılar ve Ermeniler, işgal altındaki topraklarda polis gücü görevini üstlendiler ve Türk Halka eziyet ettiler. 1878 Barış Anlaşması sonucunda, Kuzeydoğu Anadolu yeniden Osmanlılara verildi ve Ermenilerin çoğu Ruslarla kaçtılar,çünkü, Türklerin intikam alacağından korkuyorlardı. Halbuki, Türkler intikam filan almadılar.
Ermeniler,tabii ki, Rusların galibiyetlerinden daha fazla yarar görecekti,serbest ve ücretsiz topraklara kavuşacaklardı, Müslümanlardan çalınmış olsa bile. Osmanlı Ermenilerinin ayaklanması,tabii ki, Rusya’nın koruması altında gerçekleşti. Ruslar, onlara hem insan yönünden hem de silah yönünden takviyede bulundular. Ermeniler,görüyorlardı ki, Rusların mutlaka galip gelmesi gerekli. İşte, bütün bu olaylar sonucunda, 800 yıllık barışcıl birlikte yaşam sona ermiş oldu.
Ermenileri ayaklanmaya iten başka gruplar da vardı. Birinci grup Hınçak Devrimci Partisi idi. Hınçak Partisi Cenevre’de, İsviçre’de 1887’de Rus Ermenileri tarafından kurulmuştu. İkinci grup ise, Ermeni Devrimci Federasyonu, yani Taşnaklardı. Bu Parti Tiflis’te, 1890’da kurulmuştu,her ikisi de Marksistti ve yöntemleri şiddete dayanıyordu. Hınçak ve Taşnak parti manifestolarında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı silahlı bir ayaklanma öngörülmekteydi.
Ermenilerin ayaklandığı bölgelerde Ermeniler küçük bir azınlıktı. Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı yer olarak bilinen bölgeler, yani 6 vilayette, Sivas, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Erzurum’da Ermeni nüfusu sadece yüzde 17’lik bir paya sahipti, yüzde 78 nüfus Müslümandı ve bu nedenle, orada yaşayan Müslümanları mutlaka oradan sürmeleri gerekiyordu.
İşin başında, Osmanlı Ermenilerinin ayaklanma gibi bir niyetleri yoktu. Onlar,barış ve güveni tercih ediyorlardı ve o dinsiz, sosyalist ihtilalcileri hiç tasvip etmiyorlardı, ama neticede,terörizm, doğunun Ermenilerini devlete karşı çevirdi. Ermenilerin hükümete karşı gelmelerinin en önemli nedeni korku oldu. Ermeniler, ihtilalciye dönüştürülmeden önce, evvela onların geleneksel olarak cemaatlerine ve kiliselerine olan sadakatinin yıkılması gerekiyordu. Bu nedenle, ihtilalciler, en büyük tehdidin kiliseden geleceğini düşündüler. Taşnak Partisi, her şeyden önce kiliseyi kontrol altına aldı,zira din adamlarını çoğu, ateist Taşnakları desteklemiyordu. Bu nedenle şiddete başvuruldu, Taşnaklar; köylerinde, kentlerinde din adamlarını öldürdüler. Suçları Osmanlı’ya karşı sadık olmalarıydı. Ermeni Piskoposu Gogos Van’da öldürüldü. İstanbul’daki Ermeni Piskoposu Malakya Ormanyan’ı öldürdüler. Van’daki Akdamar Kilisesinin din adamı oplan Ahsen de Ermeniler tarafından öldürüldü. O da, Osmanlı yanlısı olmakla şuçlanıyordu.
İhtilalcilere diğer bir tehdit Ermeni tacir sınıfıydı; çünkü, onlar hükümeti destekliyorlardı, barış ve asayiş yanlısıydılar, iş yapmak istiyorlardı. Hükümeti destekliyenler, örneğin Van Belediye Başkanı Bedros Kapamacıyan ve Gevaş Kaymakamı Armarak öldürüldü. Taşnak, tacirleri aynı zamanda para kaynağı olarak da görüyorlardı. Tacirler,tabii ki, gönüllü olara para vermediler, ama, haraca başvuruldu. En önemli Ermeni tacirlerinden biri olan İshak Zamharyan haraç vermeyi reddetti ve Taşnakları polise şikayet etti; Ermeni kilisesinde öldürülerek cezalandırıldı. Ondan sonra tacirler de haraç vermeye başladılar. Osmanlılar, Ermeni isyancılara tahammül gösterdiler; çünkü, başka çareleri yoktu.
Şunu hatırlatmamız gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcudiyeti tehdit altındaydı, Sırbistan, Bosna, Romanya , Yunanistan ve Bulgaristan Avrupalıların müdahaleleri nedeniyle zaten kaybedilmişti. Avrupalılar, Osmanlı İmparatorluğunu 1878’de bölmeye karar vermişlerdi ve 1890’da bu planı yürürlüğe koydular.
Tarihçi için önemli, olan, nesnel gerçeği bulmaktır. Milliyetçi bir ideolog açısındansa önemli olan davasını kazanmaktır. Gerçek bir tarihçi, önce kanıt arar, ondan sonra karar verir. Bir ideolog ise önce karar verir, ondan sonra bunu destekleyecek kanıtları arar. İdeologlara göre, Osmanlı liderlerinin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yargılanması, Türklerin gerçekten soykırım gerçekleştirdiğinin kanıtıdır. Halbuki bu sözde mahkemelerin İstanbul İngiliz’lerin kontrolündeyken karar verdiğini göz önünde bulundurmazlar. Aynı zamanda vatan haini Damat Ferit Paşa hükümetinin döneminde bu mahkemelerin yapıldığından bahsetmezler. Ki, Damat Ferit Paşa hükümetinin, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne karşı her şeyi yapacağını, kendini İngilizlere hoş gösterip, görevini kaybetmemek için her şeyi yapacağına dikkat etmezler.
Burada, acaba, Türkler bu yanlış tarihi düzeltmek için ne yapabilirler. Ataları hakkında söylenilen yalanlara karşı çıkacaklar. Bu zor bir mücadele; karşınızda, Türklere karşı oluşan önyargılar var ve size karşı çıkanlar, siyasi açıdan daha güçlü konumda; fakat gerçek sizin tarafınızda.
Başbakan Erdoğan ile Deniz Baykal, bütün arşivlerin açılmasını ve ortak bir komisyon kurulması gerektiğini söylüyorlar. Bu, gerçekten de tam olarak yapılması gereken şey. En önemlisi de, bu konuyu tarihçilere bırakalım dediler ve bize gösterdiler ki, Türkler gerçeklerden asla korkmuyor. Ermeni milliyetçileri, siyasi mücadelelerini ancak bilimsel veriler öğrenilemezse kazanacaklarını biliyorlar. Bu bir savaştı soykırım değildi; araştırmacılar da bunu biliyor.
Amerika’da bir görevliyle konuşmuştum bir keresinde; bana dedi ki, Türkler, evet yaptık, kusura bakmayın desinler, ondan sonra her şey unutulsun.Acaba , Türkler gerçekten soykırım yaptımı sizce diye sordum; vallahi bilmem dedi,benim için fark etmez dedi. Ben dedim ki, Türkler hiçbir zaman babaları, büyükbabaları hakkında yalan söylemezler.
Ermeni milliyetçilerinin planları yüz yıldır değişmedi. Öncelikle, Türkiye Cumhuriyeti bir soykırım olduğunu itiraf edecek ve özür diliyecek. İkinci olarak, Türkler tazminat ödeyecekler. Üçüncü olarak,bir Ermeni devleti kurulacak.Türklerin, Erzurum’u, Van’ı, Elazığ’ı, Sivas’ı, Bitlis’i ve Trabzon’un vermesi gerektiğini de düşünecektir. Türkler boyun eğmeyecektir. Ben, Türklerin onuruna inanıyorum. Ben Türklerin dürüstlüğüne inanıyorum. Türklerin kendi tarihleri hakkında yalan söylemiyeceklerini biliyorum. Ben, Türklerin, atalarının katil olduğunu hiçbir zaman söylemiyeceklerini biliyorum. Ben, Türklere inanıyorum.”(1)
“Biz,Türkler olarak, acı nedir biliriz. Hele tehcir nedir, çok iyi biliriz. Osmanlı’nın son yüzyılında Türkler; Kafkasya’dan, Balkanlar’dan ve Arabistan’dan katledile katledile tehcir edilmedilermi? Bırakınız uzak maziyi daha yakın tarihde Türkler Almanya’da kundaklanmadımı? Bulgaristan’da kırılmadımı? Kıbrıs’ta, Bosna’da mezalime uğramadılarmı? O nedenle biz o acıyı tanırız/anlarız. Ama, yine inancımızdan dolayı biliriz ki, bir topluluğu acılar olgunlaştırır, tekamülüne vesile olur. İşte, bu anlayıştan hareketle biz, tarihimizi “ tehcir” kökünden gelen “HİCRET ”le başlatmışızdır.”(2)
Son söz: Büyük Türk Milleti’nin başı 1071’de Anadolu’ya geldiğinden beri hep göğe değecek kadar dik olmuştur ve bu baş bu bedende oldukça dik kalmaya devam edecektir.
Sezai Balta
(1): Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu ( Editör:Hasan Celal Güzel)
(2): Ermeni Sorunu: Prof. Dr. Mim Kemal Öke