Ülkemizin güzide bir coğrafyasında meydana gelen ve yüreklerimizde derin bir yara açan maden kazasının hissiyat atmosferinde 25 Mayıs Pazar günü’nü Pazartesi’ye bağlayan gece, mana dünyamızda önemli bir yeri olan MİRAÇ KANDİLİ’ni bir kez daha idrak etmiş olacağız. Bu gecenin teması olan İsra ve maddî kalkınmanın, tekniğin zirvesine ulaşmanın işareti, manen Allah’a yaklaşmanın beşareti olan Miraç;Cenab-ı HAKK’ın sonsuz kudretinin eserlerini göstermek için, zaman ve mekan mefhumlarının ötesinde, başka hiçbir beşere nasip olmayacak şekilde, maddi alemin üstüne çıkarılarak; Sevgili Peygamberimiz                    Hz. Muhammed Mustafa (A.S.)’a bahşettiği manevi yükselişin” adı, aynı zamanda müminlere ilahi lütuf ve ihsan kapılarının aralandığı, insanlığın önüne sınırsız bir yükseliş ufkunun açıldığı müstesna bir zaman dilimidir. Bu hadisede hem maddi ve hem de gecenin müminlere en güzel hediyesi, manen yükselişin merdiveni olan “Namaz” ve diğer ibadetlerle ruhani yükselişin sırları mahfuzdur. Her türlü süfli arzulardan uzaklaşarak gerçek kulluğa ve manen en yüksek mertebelere ulaşma bu sırların maddi yönünü, çalıştığı zaman insanın maddi mesafeleri kısaltabileceği, uzay’a, yerlere, göklere ve denizlere hakim olabileceği hususu da manevi yükseliş boyutudur.

 

Her zaman terakkiyi tesviye eden, “iki günü eşit olan ziyandadır” kutlu mesajının sahibi bir Peygamberin ümmeti olmakla kendisine her dem pay çıkaran Müminler olarak her birimiz samimi bir şekilde iç muhasebe yaparak kendimize şu soruyu sormamız gerekmez mi? Mensubu olduğumuz din insanın hem dünya ve hem de ukbada mutluluğunu temin edecek maddi ve manevi alanda ilerlemeyi sağlayıcı esaslar va’z ettiği halde, bugün Alem-i İslam’ın perişanlığı, hal-i pürmelali ve geri kalmışlığı neyin nesidir….?  Batı dünyasındaki inkişafı bugünün İslam dünyasında neden göremiyoruz? Dünya coğrafyasına bir bakalım. Bir yanda kabuğuna çekilmiş zevk-ü safa dünyası, diğer yanda akan Müslüman kanı, gözyaşları, kardeş kavgaları ve kaçınılmaz sonuç; yıkılan gönüller, virane haneler, yeniden imar edilmeyi bekleyen/bekleşen biçare dünyalar….Ne gariptir ki bütün bu trajedi hep diyar-ı İslam’da!


DÜNYA UYANIKKEN UYUMA MASKARALIĞI !

Yaşanan bu tablonun ana sebeplerini, “tefrika, tembellik, şekilden esasa ve öze inememe hastalığı, özü kavrayamama ve kendi küçük dünyasında “kişiye özel bir din” oluşturma çaba ve gayretleri” olarak tadat etmek bilmem ne derece doğru olur! Ancak esas sebebi; “Miraçtaki maddi ve manevi yükselişin sırlarını iyi algılayamama, bunları dini ve sosyal hayatımıza tam anlamıyla yansıtamama” olarak belirtmek sanırım en basit ifadeyle yanlış olmayacaktır. Bir başka deyişle sorunun “dinde ve onun evrensel mesajlarında değil, o mesajların özünü ve esasını tam anlamıyla kavramayan, aksiyon hayatına yansıtamayan ve dolayısıyla aydınlıkları karanlığa çeviren Müslümanlarda olduğunu söylemek” herhalde nihai tespit olsa gerektir. Nerede şehamet dini, gayret dini Müslümanlığımız? Nerede neşet-i İslam devri? Merhum AKİF’in deyişiyle; Müslümanlık çalış dedikçe biz çalışmadan durduk, onun hesabına birçok hurafeler uydurduk, sonunda bir de tevekkül’e sığınarak dini tanınmaz hale getirdik, gökler uyanıkken, yer uyanıkken, dünya uyanıkken uyumak gibi bir maskaralık cenderesine kendi kendimizi soktuk. Kur’andan alacağımız ruh ve ilhamla asrın idrakine İslam’ı söyletmek yerine, dini kendi idraklerimizin esiri yaptık, asrın oyuncağı olmaktan kurtulamadık. Netice; “buyurun cenaze namazına”…AKİF bu hazin manzarayı da şöyle ifade eder: “Bakın mücâhid olan Garb'a şimdi bir kere/ Havaya hükmediyor kâni olmuyor da yere/ Dönün de âtıl olan Şark'ı seyredin: Ne geri!..”.


ÇIKMAZ SOKAKLARI TERK ETMELİ

Vakıa; içerisinde bulunduğumuz bu çıkmaz sokakları terk etmedikçe, özümüze dönmedikçe, enerjimizi essata yoğunlaştırmadıkça, miracın maddi ve manevi merdivenlerine tırmanmadıkça bu hazin tablonun/tiyatronun  devamı kaçınılmaz olacaktır. Çare ilahi tavsiyededir: Nitekim Cenab-ı HAKK Ra’d Suresi’nin 11. ayetinde aynı zamanda bir sünnetullah olarak (ilahi kanun) “….Bir toplum, içinde bulunduğu durumu değiştirmedikçe, Allah onların halini değiştirmez” mesajıyla bizlere çıkış yolunu göstermektir ki; o da halimizi değiştirmek’tir. Eğer İsra ve Miraç hadisesini tam anlamıyla kavrayıp, Allah ve Resülü’nün tavsiyelerindeki işaretleri iyi anlayabilseydik; sesten daha hızlı seyreden uçakları, yüksek hızlı trenleri batı dünyasından önce biz yapardık, uzaya ilk uyduyu gönderen, gezegenlere, fezalara, ay’a ilk ayak basan Müslümanlar olurdu. Ancak böyle olmadı maalesef. Alem-i İslam İsra ve Miraç hadisesinin tefarruatıyla meşgul olurken, bu konuda sayfalarca eserler yazılırken, ruhla mı bedenle mi, yoksa her hem ruh ve hem de bedenle diye  “imanla oynama” noktasına kadar hadise irdelenip tartışma konusu yapılırken, tabiri caizse; “ELİN OĞLU” ATI ALIP ÜSKÜDAR’I ÇOKTAN GEÇMİŞTİ BİLE.…. Benliğimizdeki atalet sebebiyle tabiatıyla şu soruyu kendimize sormadık, soramadık: Bizim atlara ne oldu!  

 

Yine Merhum AKİF’in şu veciz tespiti herhalde bu soruya en güzel cevap olsa gerek: “Demek: İslâm'ın ancak nâmı kalmış Müslümanlarda,/Bu yüzdenmiş demek, hüsrân-ı millî son zamanlarda/Eğer çiğnenmemek isterlerse seylâb-ı eyyama/Rücû etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslâm'a”


SADR-I İSLAM’A DÖNÜŞLE VİRANE HANELER YENİDEN DİRİLSİN!

Umuyor ve ümit ediyoruz ki; İslam dünyası bu müstesna geceleri de vesile kılarak rüyalarla süslediği gaflet ve tembellik uykularından uyanır, özüne döner, tefrika, bencillik ve üzerine serpilen ölü toprağı illetini bertaraf eder, hem de Müslümanlık adına biri yekdiğer mümin kardeşinin ayağını kaydırmak için yoğun mesaisini ve üstün zekasını! kullanarak BİZANS OYUNLARI’ndan vazgeçerse, araya vasıtalar koymaksızın Namazın mana alemindeki merdivenlere tırmanış mesajını ve Miraçtaki maddi yükselişin sırlarını imani bir ruh ve heyecanla yeniden kavrar ve buradan aldığı enerjiyi sinerjiye dönüştürerek yeniden terakki yarışında yerini alır. Bu duygu ve düşüncelerle; hulus-i kalp ile yapacağımız dualarımız, yalvarış ve yakarışlarımızın, Yüce Mevla’ya arz olunan niyazların ve revan olan gözyaşlarının, ümitlerimize, umutlarımıza ve beklentilerimize derman, yaşadığımız kabusların, hüzünlerin, maddi ve manevi sıkıntıların da sona ermesine vesile olmasını temenni ediyorum.

KANDİLİMİZ MUBAREK OLSUN. BU KUTLU GECE KANDİL IŞIKLARININ AYDINLIĞINDA MİRAÇ MERDİVENLERİNDEN YENİDEN YÜKSELİŞİMİZ’E VESİLE OLSUN.