Bilecik'in tanınmış avukatlarından Faik Akarkarasu, Türkiye’nin demokratik ve ekonomik düzenine ilişkin kapsamlı bir açıklama yaparak, mevcut yönetim sisteminin eksikliklerine dikkat çekti. Akarkarasu, 2013 yılında başlatılan “Akil İnsanlar Heyeti” çalışmaları ve TBMM’de kurulan Çözüm Komisyonu üzerinden yürütülen tartışmaların, ülke siyasetinin asli sorunlarından uzaklaştığını belirtti.

Akarkarasu, gazetemize yaptığı yazılı basın açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
"Akil insanlar heyeti adı altında 2013 yılında 7 bölgede başlatılan nabız yoklama ve dinleme siyasi faaliyetleri, geldiğimiz süreçte TBMM içinde oluşturulan Çözüm Komisyonu ile bambaşka bir evreye dönüşmüş, TBMM’nin Misak-ı Milli üzerine yemin etmiş üyeleri; yargılanarak terör örgütü kurucusu ve binlerce vatandaşımızın katili olarak AİHM kararları tarafından da tescil edilen örgüt elebaşının ayağına komisyon olarak gidecek mi gitmeyecek mi tartışmalarına dayanmıştır.
Sorunun, bir çözüm üretiminden öte, iktidarın farklı ittifak ve oy arayışlarına bağlı bir denge arayışından öte bir niyet taşımadığı açıktır. Ekonomik, demokratik, demografik tüm sorunların çözüm mercii TBMM, çözüm kaynağı demokratik hukuk düzeni, çözüm aracı da demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işletilmesi, temeli de Misak-ı Milli ve Lozan Antlaşması’nın en hassas biçimde korunmasıdır.
Oysa gelinen noktada başkanlık hükümet rejimi altında, tanımsız, tekçi bir siyasal mekanizma ve bu siyasal mekanizmaya bağlı güç odağı oluşmuş, (bu konuya ilişkin referandumda dahi mühürsüz oyların geçerli sayılmasıyla asıl referandum sonucu butlan olmasına rağmen bu konu ısrarla tartışmadan uzak bırakılmaktadır) TBMM’nin pek çok yetkisi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında bu sistemi temsil eden başkanın iradesine bırakılmış, bir başka deyiş ile TBMM denetim fonksiyonunu ifadan eksiltilmiştir. Dünya siyasi tarihinde ilk Anayasa olarak kabul edilen 1215 tarihli Magna Carta’nın yani parlamentoya kralı denetleme hakkının verilişinin en temel fonksiyonu bütçe denetimidir ve bu bütçe denetimini yaparken meclisin halkın iradesini temsil yetkisidir. Ancak referandum süreciyle sistem 1215 tarihli Magna Carta’nın gerisine düşmüştür.
Şu anda yerel yönetimler üzerinden bir genel politika devam etmekte, bu devam edegelen politika muhalefet oluşumlarının ve muhalefetin ülke geleceğini yekten sahip çıkma iradesinin halk nezdinde yontulmasına yolsuzluk adı altında yapılan soruşturmalarla gazetecisinden bilim adamına kadar pek çok insanın zorlama otonom uygulamalarla muhalefet bütünlüğü halk indinde eksiltilmeye çalışılmaktadır. Oysa demokrasinin en temel kuralı, muhalefetin her daim oluşması ve yönetici siyasi iradenin seçim kaybı halinde ülke yönetmeye hazır diğer farklı siyasal iradenin ülke bekası ve geleceği için hazır olmasıdır. Bu konu Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından dahi 2 defa bizatihi Cumhuriyet Halk Partisi içinden (o günkü siyasal yapının elverdiği bir biçimde) oluşturulmuştur. Bu anlamda ülkenin temel bekası parlamentonun işlev sahibi olması, muhalefet üzerindeki otonom idari ve sair Türkiye’nin imza atmış olduğu anlaşmalarla hukuksuzluğu tescil edilen durumlara son verilmesi, tüm demokratik kanalların işler hale gelmesi, en basit tabiriyle hukuk ve demokrasinin toplumun oksijeni, nefesi olması gerçeği göz önüne alınarak zorlanan ve fakat ülkemizin demokratik geleneklerine uymayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden vazgeçilerek parlamento ve yerel yönetimlerin ve Seçim Kanunu ile Siyasi Partiler Kanunu’nun düzenlenmesi, asıl dokunulmazlığın oluştuğu bürokratik yapının ve yargının, yetkinin getirdiği sorumluluk ve denetimi de üzerine alacak düzenlemelerle öncelikle hukuku ve demokratik kanalları işletmek, güçlü parlamento yapısıyla hiçbir oy ve denge hesabına bağlı kalmaksızın tüm sorunların parlamento ve siyasal partiler ve kamu düzeni ve Misak-ı Milli korunarak çözüm arayışı oluşturmaktır.
Şu anda her yönüyle ve fakat özellikle muhalefeti temsil eden gerek parlamento gerek parlamento dışı Anayasal düzlemde faaliyet gösteren tüm siyasal partilerin ve katılımın yükseltilmesi, ülkemizin sandıkla değişecek siyasi yönetiminden sonra yönetim boşluğuna mahal vermemek için en temel unsurdur.
Türkiye’nin demokratik ve ekonomik düzeni, Avrupa Birliği’nin yeniden hedef alınması ve tam üyeliğin gerçekleşmesi ile bir başka anlam kazanacaktır.
Türkiye güçlü, kararlı, zekası ve feyzi yüksek bir ülkedir. Ülkemiz beyin göçü vermek yerine beyin göçü alabilecek güzellik ve altyapılara sahiptir. Üretim ilişkileri tarımdan sanayiye pek çok alanda dünyayla rekabet edebilecek altyapıya sahiptir. Kısaca Türkiye ucuz bir 3. dünya ülkesi asla olmamış ve olmayacaktır. Bu ucuzluğun panzehiri de zengin ve tüm kurum ve kurallarıyla işleyen demokrasi ve hukuk düzeni olmalıdır. Bunun sırtlayıcısı da yetişmiş insanımızdır. Yoksa, siyasetin güç kompleksleri içinde oluşturulan her yapı ülkeye fayda yerine zarar getirir."





