BİLECİK

UYUŞTURUCU İLE SAVAŞIN İÇİNDEYİZ



Değerli okurlar, bugün geleceğimiz için hayati önemi haiz bir konu olan; uyuşturucu ile nasıl savaşmalıyız, üzerinde durmak istiyorum.

Uyuşturucu kullanımı sadece sağlık boyutu olan bir problem değil, tüm dünyada toplumların hem bugününü hem de geleceklerini tehdit eden; adli, sosyal, hukuki yönleri de olan büyük bir tehlikedir.

1.Uyuşturucu ile Mücadele Politikasının Yasal Çerçevesi

Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikasının yasal boyutu politika sürecini bütünüyle anlamak açısından önemlidir. Türkiye’de genel mevzuatın tarihsel süreç içerisinde suç sonrası yaklaşımlar ve düzenlemelerden ziyade suç öncesi yaklaşıma doğru değişim gösterdiği söylenebilir.  Bu değerlendirme uyuşturucu madde bağımlılığını sağlık sorunu olarak tanımlayan Türkiye açısından olumlu bir gelişmedir. Türkiye’de uyuşturucu ile mücadele alanı ile doğrudan ve dolaylı olarak ilişkili birçok yasal düzenleme bulmak mümkündür. Ancak temel yasal düzenlemeler olan Anayasa ve Türk Ceza Kanunu (TCK)’nın yanı sıra, doğrudan uyuşturucu maddeleri konu edinen yasal düzenlemeler üzerinden Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikasının yasal çerçevesi açıklanmaya çalışılacaktır.

Temel referans noktası olarak 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın  Gençlik ve Spor” başlıklı 58. maddesinde “…Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.” ifadesi bulunmaktadır. Bu ifade aslında birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de uyuşturucu maddelerin hedef kitlesi olan gençleri korumak amacıyla devletin sorumluluğunu, en üst yasal düzenlemede ortaya koymaktadır. Daha sonra 2010 yılında Anayasanın 10. Maddesinde devletin çocukları her türlü istismar ve şiddetten korumak amacıyla koruyucu tedbirler alacağına ilişkin yapılan değişiklik ile 58. madde daha da güçlendirilmiştir. Bu temel hüküm ile devletin önleyici ve koruyucu sorumluluğu ifade edilmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununa  bakıldığında, uyuşturucu madde suçlarının 188.-192. maddeler arasında düzenlendiği görülmektedir. Kanunda 1 Haziran 2005 tarihinde yapılan değişiklik eski kanundan farklı olarak uyuşturucu kullanımına ilişkin ceza politikasında yasal değişimi beraberinde getirmiştir.

 Uyuşturucu madde kullanalar ile bulunduranlara ilişkin sadece ceza değil, tedavi ve denetimli serbestlik  tedbirlerinin uygulanması da öngörülmüştür. Bu düzenleme kişinin sadece cezalandırılması ile sorunun çözülemeyeceği yaklaşımını yansıtmakta, tedaviye ihtiyacı olan bu kişilerin rehabilitasyonunu öngörmektedir. Ayrıca uyuşturucu kullanımına ilişkin uluslararası tutuma paralel olarak, suç eksenli bakış açısından tedavi gerektiren sağlık sorunu bakış açısına doğru bir dönüşümü ifade etmektedir.

TCK’de, uyuşturucu madde kullanımına yönelik bu yaklaşımın aksine, izin ve ruhsatsız olarak uyuşturucu maddelerin imal ve ticaretinin kesin bir hüküm ile suç olarak cezalandırılmasına yönelik bir düzenleme de bulunmaktadır. Aslında dünyada birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de TCK, bir sağlık sorunu olarak kabul edilen uyuşturucu kullanımı ile uluslararası bir suç olarak kabul edilen uyuşturucu imal ve ticaretini bütüncül bir şekilde katı suç-ceza perspektifinde değerlendirmemiş ve ikisini birbirinden ayıran bir yaklaşım benimsemiştir.

Bunların yanı sıra doğrudan uyuşturucu maddeleri konu edinen önemli bir yasal düzenleme 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun’dur.  Bu Kanun’da sayılan uyuşturucu maddelerin imali, ticareti ve satışı yasaklanmış ve Sağlık Bakanlığı’nın denetimine bağlanmıştır. Bilimsel inceleme sonucunda sağlığa zararlı olduğu ve alışkanlık yapma özelliği bulunduğu tespit edilen uyuşturucu maddelerin Bakanlar Kurulu Kararı ile kanun kapsamına alınması düzenlenmiş ve değişik tarihlerde birçok uyuşturucu madde türü bu kanun kapsamına alınmıştır.

Diğer yasal düzenleme ise 3298 sayılı Uyuşturucu Maddelerle İlgili Kanun’dur.  Bu Kanun’da ise uyuşturucu maddelerin elde edildiği haşhaş kapsülü, ham afyon ve koka yaprağı gibi uyuşturucu maddeler sayılmış; bunların alışı, satışı, imali, ticareti ve kullanımı Bakanlar Kurulunun denetimine bırakılmıştır. Ayrıca bu kanunda sayılan haşhaş, koka ağacı gibi bitkilerin ekimi izne bağlanmıştır. Bu temel uyuşturucu yasalarının genel özelliği, uyuşturucu maddelerin üretim, imal, alım, satım, kullanım ve ticareti ile ilgili konularda yasaklayıcı hükümler getirmesidir.

Yukarıda öne çıkan temel yasal düzenlemeler açıklanmıştır. Bunların dışında, gençlerin, çocukların ve ailenin korunması; kadına karşı şiddetin önlenmesi; radyo ve televizyonlarda özendirici yayınların önüne geçilmesi; denetimli serbestlik hizmetleri; karayollarında uyuşturucu madde etkisinde araç kullanımından men edilmesi; suç gelirlerinin aklanması; madde bağımlılığı ve tedavi hizmetleri gibi konularda birçok kanun, kanun hükmünde kararname, yönetmelik vb. yasal düzenlemeler de görmek mümkündür.

Uyuşturucuyu gerek doğrudan, gerekse dolaylı olarak konu edinen bu yasal çerçevenin, yasaklama ve cezalandırmanın yanı sıra önleme, koruma, tedavi, rehabilitasyon ve topluma yeniden kazandırma anlayışlarını içeren bir profile doğru değişim ve dönüşüm yaşadığı yorumu yapılabilir. Bu yorumu destekleyecek önemli bir gelişme de 2010 yılında yaşanmıştır. Bu tarihte zarar azaltımı politikaları kapsamında Avrupa ülkelerinde uzun yıllardır uygulanan “ikame tedavisi”  (substitution treatment), Türkiye tarafından ilk kez uygulanmaya başlanmıştır. 2005 yılında mevzuatımıza giren denetimli serbestlik hükümleri ve ikame tedavisi yöntemi birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikasının dinamik bir yapıya sahip olduğunu ve 2005 yılından sonra da AB uyuşturucu ile mücadele politikaları paralelinde bazı gelişmelerin yaşandığını ifade etmek yanlış olmayacaktır.

 

Muhtemel tehlikeler ve riskler, sadece bireyi değil, bireyin temas halinde bulunduğu çevresini de etkilemektedir. Bu nedenle uyuşturucuyla mücadele politikalarının geliştirilmesi ve uygulamasında polisiye tedbirlerin yanı sıra okul, aile, sokak ve toplumun her düzeyinde alınacak tedbirler büyük önem taşımaktadır.

Ülkemizde de son yıllarda uyuşturucu maddelerle mücadele çalışmaları oldukça etkin bir şekilde yürütülmektedir. Sağlık Bakanlığı koordinatörlüğünde, konuyla ilgili 8 Bakanlık (Aile ve Sosyal Politikalar, Adalet, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Gençlik ve Spor, İç işleri, Milli Eğitim, Gümrük ve Ticaret ve Sağlık Bakanlığı) ve TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nun ortak çalışmasıyla “Uyuşturucu ile Mücadelede Acil Eylem Planı” hazırlanmıştır.

2.Uyuşturucu ile Mücadele Politikasının Türkiye İçin Önemi

Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikasının önemini ortaya koymak için öncelikle coğrafi konumu itibarıyla uyuşturucu rotaları üzerindeki pozisyonunu açıklamak, daha sonra hedef ve transit ülke olma özelliği sebebiyle uyuşturucu yakalama ve kullanım istatistikleri çerçevesinde uyuşturucunun arz ve talep boyutu hakkında çıkarımlar yapmak istiyorum.

3.Uyuşturucu Rotaları ve Türkiye’nin Coğrafi Konumu

Türkiye yasadışı uyuşturucu ticareti güzergâhlarından coğrafi konumu dolayısı ile etkilenmektedir. Türkiye batı ülkelerinden doğu ülkelerine, doğu ülkelerinden batı ülkelerine doğru çift yönlü uyuşturucu madde trafiğinde güzergâh üzerinde bulunmaktadır. Bu sebeple Türkiye’nin etkilendiği uyuşturucu madde kaçakçılığı rotaları konumunun anlaşılması ve mücadele politikasına yön vermesi açısından önemlidir. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya itibarıyla uyuşturucu trafiği tek bir yol izlememekte, güzergâh üzerindeki bölgelerin siyasal, sosyal ve ekonomik durumları ve mücadeleci birimlerin başarıları güzergâh değişikliklerine sebep olabilmektedir.

Türkiye Balkan, Kuzey Karadeniz ve Doğu Akdeniz rotaları olmak üzere üç ana eroin rotasından etkilenmektedir. Balkan rotası kuzey ve güney olmak üzere iki yol izlemektedir. Kuzey yolu ile Bulgaristan-Romanya-Macaristan-Avusturya üzerinden Avrupa ülkelerine ulaşmakta; Güney yolu ile ise, Türkiye ve Yunanistan üzerinden deniz yolu ile İtalya’ya ulaşmaktadır.

Balkan rotası Afganistan ve Pakistan gibi Güneybatı Asya’daki haşhaş ekim bölgelerinden başlayıp İran İslam Cumhuriyeti ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan bir hat çizmektedir Afganistan’dan yola çıkan ve Avrupa pazarına yönelen eroin; Pakistan, İran İslam Cumhuriyeti ve Türkiye’ye giriş yapmakta olup, bu ülkelerde eroinin büyük bir kısmı ele geçirilmektedir. Ancak mücadeleci birimlerinin başarılı çalışmalarına rağmen son on yılda Avrupa tüketicilerine yeterli miktarda eroin ulaştırılmıştır. Balkan Rotası üzerindeki güzergâhların Türkiye’nin doğusu ve ötesine yönelen kokain, amfetamin tipi uyarıcılar ve ara kimyasalların ters yönde sevkiyatında kullanılması sebebi ile Türkiye’yi çift yönlü bir akıma maruz bırakmaktadır. Afganistan-Pakistan-İran ülkelerinden oluşan ve dünya eroin üretiminde önemli bir paya sahip olan Altın Üçgende üretilen eroinin, Avrupa ülkelerine ulaştırılması için 1980’lerde oluşturulan Balkan Rotası, UNODC’ye göre hâlen en aktif hatların başında gelmektedir.

Diğer bir rota olan Kuzey Karadeniz rotası, kaynağı Afganistan olan uyuşturucu maddelerin, farklı güzergâhlar kullanılarak Karadeniz’in kuzeyindeki ülkelere getirilmek suretiyle Avrupa ülkelerine ulaştırmasında kullanılmaktadır. Kuzey ve Güney olmak üzere iki yol takip edilmekte olup, uyuşturucu madde Kuzey yolu vasıtasıyla Afganistan’dan çıkıp Orta Asya Cumhuriyetlerini geçerek Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Polonya üzerinden Batı Avrupa ülkelerine ulaşmaktadır. Güney yolunda ise, Afganistan’dan İran İslam Cumhuriyetine, oradan da kuzeye yönelerek Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Rusya’ya ve devamında Batı Avrupa’ya ulaşmaktadır.  Dünya’nın afyon ve türevlerini yakalama oranının en fazla olduğu Balkan rotasında yakalamaların yoğun olması sebebiyle uyuşturucu trafiği Kuzey Karadeniz rotasına zaman zaman kayma eğilimi göstermiştir. Bu rota değişikliğinde Türkiye ve Bulgaristan’ın sınırlarındaki kontrolleri sıklaştırması da etkili olmuştur. Son eroin rotası Doğu Akdeniz rotası ise, Afganistan kökenli afyon ve türevlerinin Pakistan limanlarında başlayıp Hint okyanusu, Kızıl Deniz,Süveyş Kanalı ve Kıbrıs üzerinden Batı Avrupa pazarlarına ulaştığı güzergâhı ifade etmektedir.

Bu üç ana eroin rotasının dışında, Türkiye transit veya hedef ülke olma açısından sentetik uyuşturucuların trafiğinde kullanılan farklı güzergâhlardan da etkilenmektedir. Ecstasy Türkiye’ye dünyanın en önemli üreticileri konumunda olan Hollanda ve Belçika ülkelerinden gelmektedir. Türkiye’de yakalanan ecstasy maddesinin hemen hemen hepsinin iç pazarı hedeflediği bilinmektedir. Özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde yaz ayları ile birlikte tatil yörelerinde sentetik uyuşturucu talebinde önemli oranda bir talep artışı gözlenmektedir.  Captagon ise Doğu Avrupa’daki yasadışı laboratuvarlarda tabletler hâlinde üretilerek Bulgaristan sınırından Türkiye’ye sokulmakta, buradan ise deniz ve kara yolu ile Suriye üzerinden Batı Asya’ya  sevk edilmektedir.

Öne çıkan maddelerin dışında son dönemde popülerliği artan ve Türkiye’de ele geçirilen metamfetamin ise, Güneydoğu Asya ve Pasifik ülkelerini hedef olarak seçmektedir. Metamfetamin çoğunlukla kara yolu ile İran’dan Türkiye’ye getirilmekte ve değişik rota ve yöntemler kullanılarak hava yolu ile Uzakdoğu ülkelerine götürülmektedir. Yine Türkiye üzerinden kara yolu ile Avrupa ülkelerine ve Suriye’ye metamfetamin sevkiyatları tespit edilmiştir.

Buna ek olarak, Avrupa kokain pazarının gelişmesine paralel olarak Türkiye’nin kokain trafiğinden hem transit, hem de hedef ülke olarak etkilendiği söylenebilir. Türkiye’yi etkileyen kokain trafiğinin başlangıç noktası Arjantin, Brezilya, Ekvador ve Venezuela olmakla birlikte, kokain öncelikle Batı Afrika’ya ve daha sonra Türkiye’ye sevk edilmektedir. Kokainin bir kısmı Türkiye’de iç pazarda tüketilirken, bir kısmı da diğer ülkelere gönderilmektedir.

Türkiye’yi etkileyen başta eroin ve popüler sentetik uyuşturucu maddelerin trafiği kadar önemli olan diğer bir konu ise, ara kimyasalların kaçakçılığıdır. Asetik anhidrit maddesi son yıllarda Bulgaristan sınırından giriş yapmak suretiyle uyuşturucu kaçakçılığı yapan örgütler aracılığı ile eroin imalathanelerinin bulunduğu Güney Batı Asya ülkelerine nakledilmektedir.

Görüldüğü gibi, Türkiye’nin etkilendiği uyuşturucu rotaları uyuşturucu türleri ve mücadele faaliyetleri sebebiyle farklılık göstermektedir. Ancak Türkiye’yi etkileyen rotalardan en etkin ve faal olanının bir eroin rotası olan Balkan rotasının olduğunu söylenebilir. Türkiye’nin coğrafi konumu açıkça uyuşturucu ile etkin mücadele politikaları üretilmesini zorunlu hâle getirdiği değerlendirmesi yapılabilir.

4.Türkiye'nin Uyuşturucu İle Mücadelesi

4.1.Ülkemizin uyuşturucu ile mücadelede genel yaklaşımı: Uyuşturucu kaçakçılığı, ülke sınırlarını aşan, bölgesel ve uluslararası düzeyde bir suç türü haline gelmiş bulunmaktadır. Bağımlı sayısında dünya çapında artış olması, uyuşturucu kaçakçılığındaki yüksek kâr payı, terörist örgütlerin bu kardan artan ölçüde pay alma arayışına yönelmeleri ve teknolojik gelişmeler, uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığını hızlandırmış ve sorunu küresel düzeyde kapsamlı mücadeleyi gerektiren, başlıca bir sınama haline getirmiştir. Bu haliyle, uyuşturucu probleminin çözümünün uluslararası işbirliğini gerektiren ortak bir sorumluluk olduğu açıktır. Türkiye konuya bu anlayışla yaklaşmakta ve ulusal düzeydeki çabalarının yanı sıra, bölgesel ve küresel düzeyde işbirliğinin pekiştirilmesine yönelik çabalara kuvvetle destek olmaktadır.

Türkiye’nin coğrafi konumu nedeniyle uyuşturucu kaçakçıları tarafından Asya kökenli uyuşturucuların Avrupa’daki uyuşturucu piyasalarına ulaştırılmasında transit güzergahı olarak kullanılmaya çalışılması, ülkemizin uluslararası planda bu sorunla mücadelede önemli bir işlev üstlenmesine yol açmıştır. Filhakika, ülkemizin kaçakçılık şebekelerine karşı yürüttüğü başarılı mücadele ve uyuşturucuların ülkemizi transit geçmesine müsamaha göstermeyen kararlı tutumu uluslararası planda takdirle karşılanmaktadır. Bu alanda gerçekleştirilen operasyonlar, çökertilen kaçakçılık şebekeleri ve ele geçirilen yüksek miktarda uyuşturucular, tacirlerin alternatif güzergâh arayışına girmelerine neden olmuştur.

Türkiye, başta 1961 Tek Sözleşmesi, 1971 Psikotrop Maddeler Sözleşmesi, 1988 BM Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığı ile Mücadele Sözleşmesi ve 1961 Tek Sözleşmeyi tadil eden 1972 Protokolü olmak üzere ilgili bütün anlaşmalara taraftır.

Türkiye, 58 ülke ile uyuşturucuyla mücadele alanında işbirliğine dair hükümler de içeren 100’e yakın belge imzalanmış bulunmaktadır. Bu kapsamda, çeşitli Avrupa ülkelerinde Türk ve Türkiye’de çeşitli ülkelere mensup yabancı irtibat memurları görev yapmaktadır.

Türkiye ile Avrupa Birliği Komisyonu arasında, Uyuşturucu İmalinde Sıkça Kullanılan Ara Maddelerin Denetimi Anlaşması 28 Nisan 2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ulusal ihtiyaçlarımız ve Avrupa Birliği’ne adaylık sürecindeki yükümlülüklerimiz çerçevesinde 2006-2012 yıllarını kapsayan “Bağımlılık Yapıcı Maddeler ve Bağımlılıkla Mücadele Ulusal Politika ve Strateji Belgesi” 20 Kasım 2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan Strateji Belgesinde her biri 3 yıllık olmak üzere, iki ayrı Eylem Planının oluşturulması öngörülmüştür. İlk Ulusal Uyuşturucu Eylem Planı (2007-2009) uygulanmış ve İkinci Ulusal Eylem Planı (2010-2012) 09.11.2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Ülkemiz uyuşturucu alanında uluslararası işbirliğini sağlamakla yükümlü olan kuruluşların çalışmalarına da her aşamada önemli katkılarda bulunmaktadır.

- BM Uluslararası Uyuşturucu ve Suç Ofisi (United Nations Office for Drugs and Crime-UNODC) ile yakın bir işbirliği yürütülmektedir. Türkiye, UNODC’ye yapmakta olduğu gönüllü katkıları yıllık 800.000,- ABD Dolarına çıkartarak, Ofise en çok katkıyı sağlayan ülkelerin arasında yer almaktadır.

- Türkiye ayrıca, Avrupa Konseyi çerçevesinde oluşturulan ve “Pompidou Grubu” olarak anılan, üye ülkelerin uyuşturucuyla mücadeleden sorumlu üst düzey görevlilerinin katıldığı istişare ve eşgüdüm mekanizmasına dahil olup, çalışmalarına etkin biçimde katılmaktadır.

- Güneydoğu Avrupa İşbirliği Girişimi (SECI) Sınıraşan Suçlarla Mücadele Merkezi, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT), Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİ) gibi bölgesel kuruluşlar bünyesinde uyuşturucu ile mücadele amacı ile yapılan çalışmalarda da Türkiye’nin bilgi ve deneyimlerinden yararlanılmaktadır.

 Ülkemizin UNODC ile işbirliği çerçevesinde, Ankara’da uyuşturucu ve örgütlü suçlarla mücadele alanında eğitim vermek üzere “Türkiye Uluslararası Uyuşturucu ve Organize Suçlarla Mücadele Akademisi” kurulmuştur. Akademinin Eğitim Merkezi bölümünde, ülkemizdeki ilgili kurumların temsilcilerine ilaveten, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü ve Balkan ülkeleri ile Türkiye’nin ikili işbirliği anlaşması imzaladığı ülkelerin kanun uygulayıcı birimlerine, uyuşturucu maddelerin yasadışı üretimi, kullanımı, kaçakçılığı ve örgütlü suçlarla mücadele konularında eğitim verilmektedir.

TADOC, bölgemizin ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenen eğitim programları, uluslararası uzmanların da katılımıyla zenginleştirilen deneyimli kadrosu ve sahip olduğu modern tesisleri ile bölgenin anılan suçlara karşı akademik mücadele veren tek kurumudur.

Türkiye, merkezi Lizbon’da bulunan Avrupa Birliği Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi’ne (EMCDDA) katılma kararı almıştır. Katılım Anlaşması 26 Ağustos 2004 tarihinde Ankara’da parafe edilmiş olup, 30 Ekim 2007 tarihinde imzalanmıştır.

EMCDDA Ulusal Temas Noktası görevi Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı’na bağlı olarak kurulan TUBİM (Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi tarafından yürütülmektedir. Türkiye, 2006 yılından itibaren EMCDDA Temas Noktası eşgüdümünde hazırlanan yıllık Ulusal Uyuşturucu Raporunu EMCDDA ile paylaşmaktadır.

Türkiye, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadelenin dünya uyuşturucu sorununun sadece bir parçası olduğunun bilincindedir. Yasadışı uyuşturucu madde ekimi ve uyuşturuculara yönelik talep yüksek olduğu sürece, bu sorunla mücadelede başarı sağlamak güçtür. Bu çerçevede Türkiye, uyuşturucuların arz ve talebiyle mücadelede dengeli bir yaklaşım benimsenmesi gerektiği görüşünü paylaşmaktadır.

Ülkemizde uyuşturucu madde kullanımı durumunun değerlendirmesi amacıyla, BM Uyuşturucu Denetim Programı (UNDCP) Sekretaryası tarafından hazırlanan “Türkiye’de Uyuşturucu Kullanımının Durumu ve Kapsamının Değerlendirilmesine İlişkin Ulusal Çalışma (National Study on Assessment of the Nature and Extent of Drug Abuse in Turkey)” başlıklı proje yürütülmüştür. 2011 yılında EMCDDA temas noktası TUBİM tarafından Genel Nüfusta Madde Kullanım Araştırması başlatmıştır. 2012 yılının ilk yarısında anılan çalışmanın sonuçlarının duyurulması öngörülmektedir.

Terörizmin başta uyuşturucu kaçakçılığı olmak üzere, çeşitli örgütlü suçlar vasıtasıyla finanse edildiği tüm platformlarda kabul edilen bir olgudur. Bu çerçevede, başta PKK olmak üzere, terör örgütlerinin gelirlerinin büyük bölümünün, özellikle Avrupa ülkelerine yönelik olarak gerçekleştirilen uyuşturucu madde kaçakçılığından elde edildiği bilinen bir husustur. Avrupa’da yaygın örtülü bir suç ağı ve paravan kuruluşları olan PKK, uyuşturucuların sokaktaki satışını da kontrol etmektedir. PKK’nın uyuşturucu kaçakçılığı dahil örgütlü suçlarla iştigal ettiği Europol’ün 2011 TESAT raporunda da vurgulanmaktadır. Ayrıca, PKK terör ve örgütün lider kadrosundan sekiz kişi, ABD tarafından “Yabancı Narkotik Çeteleri Belirleme Yasası” çerçevesinde yaptırım uygulanan uyuşturucu kaçakçıları listesine alınmıştır.

4.2. Afganistan kaynaklı uyuşturucuyla mücadele:

Uyuşturucu madde içeren bitkilerin yasadışı üretiminin en yaygın olduğu bölgeler Orta Asya ve Afganistan’dır. Tüm uluslararası çabalara karşın Afganistan kaynaklı uyuşturucu madde kaçakçılığının azaltılmasında henüz somut bir başarı sağlanamamıştır. UNODC tahminlerine göre Avrupa ülkelerine giren kaçak eroinin %90’ı Afganistan kaynaklı olup, bu ülke çıkışlı uyuşturucu maddenin yıllık toplam ihraç değeri 64 milyar Dolardır.

21–22 Mayıs 2003 tarihlerinde Fransa tarafından G-8 Dönem Başkanlığı faaliyetleri çerçevesinde Paris'te Dışişleri Bakanları seviyesinde düzenlenen "Orta Asya'dan Avrupa'ya Uyuşturucu Yolları" konulu konferans sırasında, Avrasya’da eroin kaçakçılığını ortadan kaldırmaya yönelik çok taraflı operasyonel bir stratejinin geliştirilmesi amacıyla “Paris Paktı” oluşturulması kabul görmüş ve Konferans sonrasında Paris Paktı süreci başlatılmıştır.

50’den fazla ülke ve uluslararası kuruluşun üye olduğu Pakt’ın temel amacı, Afganistan kaynaklı uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele etmektir.

2003 yılında üç yıllık bir dönem için uygulamaya konulan Paris Paktı İnisiyatifi projesinin ilk aşaması Ekim 2006'da sona ermiştir. Kasım 2006-Ekim 2009 dönemini kapsayan ikinci dönemde, projenin işlevselliğinin artırılması, bölgede etkin uluslararası örgütlerle işbirliğinin yoğunlaştırılması ve Paris Paktı bölgesindeki “talep azaltımı” konusunun da ele alınması hedeflenmiştir. 2010-2012 yıllarını kapsayan 3. dönemde ise Batı Asya kaynaklı uyuşturucu kaçakçılığı ve tüketimin azaltılması ile teknik yardım konularının güçlendirilmesine odaklanılması öngörülmektedir.

Afganistan, uyuşturucu sorununun çözümü için, uluslararası toplumun tam destek ve işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. Bu işbirliği ve desteğin, alternatif yaşam ve geçim kaynakları sağlamayı, uyuşturucu ve ara maddelerin yasadışı ticaretiyle mücadeleyi amaçlayan kapsamlı bir uluslararası strateji çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Türkiye, bu stratejinin önemli bir bölümünü teşkil eden uyuşturucuyla mücadele konusunda Afgan yetkililere yönelik eğitim faaliyetlerine ağırlık vermektedir.

 5.Uyuşturucu ile Mücadele Politikasının Arz ve Talep Boyutu

Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikasının önemini kavrayabilmek için dünyada ve Avrupa’da olduğu gibi arz ve talep olmak üzere iki politika alanı üzerinden değerlendirmeler yapmak gerekir. Bu kapsamda Türkiye’nin coğrafi konumu sebebi ile hedef veya transit ülke olma açısından ne kadar etkilendiği önemlidir. Uyuşturucu madde yakalama istatistikleri arz boyutunu; uyuşturucu madde kullanım ve bağımlılığı üzerine genel nüfusta yapılan araştırmalar talep boyutunu yansıtan veriler olarak kabul edilebilir.

5.1.Uyuşturucu Madde Yakalama İstatistikleri

Uyuşturucu madde yakalama istatistikleri transit bir ülke olma özelliği daha çok ön plana çıkan Türkiye’nin uyuşturucunun arzı noktasında genel resmini ortaya koymak açısından önemlidir. Bu alt bölümde diğer arz ile mücadele birimlerin yakalama istatistikleri verilmemiş olmakla birlikte EGM istatistiklerinin, genel durumu görmek açısından yeterli olduğu düşünülmektedir.

Türkiye’de 2012 yılı içerisinde uyuşturucu ile ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) birimleri tarafından 24.559 operasyon yapılmış ve 47.153 şüpheli şahıs gözaltına alınmıştır. Türkiye 2012 yılı içerisinde Afganistan kaynaklı afyon ve türevleri (opiatlar) kaçakçılığına ciddi bir şekilde maruz kalmıştır. Türkiye’de yakalaması gerçekleştirilen opiatların yaklaşık yüzde 98’i eroin formundadır. 2012 yılında gerçekleştirilen eroin yakalamaları bir önceki yıla göre yüzde 72’lik bir artışla 11.027 kg’a ulaşmıştır. Buna karşın aynı yıl içerisinde eroin yapımında kullanılmasında rağmen ele geçirilen asetik anhidrit miktarı %98’lik bir düşüşle, 72 lt olmuştur. Türkiye’de de en çok tüketilen ve yakalanan uyuşturucu madde olan esrarın yakalama oranlarında son 5 yıllık süreçte yüzde 262 artış gerçekleşmiştir. 2012 yılında yakalanan esrar miktarı 74.605 kg ile bir önceki yıla göre yüzde 59 artış göstermiştir. Avrupa’da kokain pazarının genişlemesine paralel olarak kokain kaçakçılığına artan oranda maruz kalan ve hem transit, hem de hedef ülke olarak etkilenen Türkiye’de 2012 yılında 402 kg kokain ele geçirilmiştir.

Sentetik uyuşturuculara bakıldığında ise, hedef ülke olan Türkiye’de ecstasy tabletlerinin en az yüzde 65’i Hollanda ve Belçika kaynaklıdır. Türkiye’deki ecstasy yakalamaları 2009-2011 yılları arasında yüzde 332 artmış, 2012 yılında ise bir önceki yıla göre yüzde 26,8 oranında gerçekleşerek 1.694.379 adete ulaşmıştır. En çok Suudi Arabistan ve Arap yarımadası olmak üzere, diğer Arap ve Orta Doğu ülkelerini etkileyen ve bu ülkelerin nihai hedefi olan captagonun yakalamaları 5 yıllık süreçte yüzde 95 azalmıştır. 2008 yılındaki 2,7 milyon tablet yakalama oranı, 2012 yılında 144.121’e gerilemiştir. 2009 yılından itibaren bir amfetamin türevi olan ve Türkiye’de yakalanmaların tamamına yakını İran menşeli olan metamfetaminin yakalamaları sürekli yükselen bir grafik çizmiş, 2009-2012 yılları arasında yakalamalar yüzde 430 oranında artış göstererek 403 kg’a ulaşmıştır. Bu açıklamaların tablo halinde gösterilmesi bir bütün olarak uyuşturucu yakalama istatistiklerini görmek açısından önemlidir.

İstatistiklere bakıldığında uyuşturucu arz rotası üzerinde bulunan Türkiye’nin farklı uyuşturucu türleri ile mücadele ettiği ve operasyonlarda çok yüklü miktarlarda yakalama gerçekleştirdiği görülmektedir. Bu istatistikler ülke olarak uyuşturucunun arzı ile etkili bir mücadele politikası geliştirilmesinin ne kadar önemli olduğu ortaya koymaktadır. Ayrıca yakalama oranlarındaki yüksekliğin, Türkiye’nin arz ile mücadele konusundaki başarısını gösterdiğini söylemek de yanlış olmayacaktır. Nitekim AB ilerleme raporlarında sürekli başarılı operasyonlar dile getirilmektedir.

2012 Yılı Uyuşturucu Yakalama İstatistikleri

Operasyon Sayısı 25.559, Şüpheli Gözaltı Sayısı 47.153,Eroin 11.027 kg, Esrar 74.605 kg, Kokain 402 kg, Ecstasy 1.694.379 adet,Captagon 144.121 adet, Metamfetamin 403kg, Asetik Anhidrit 72lt.

5.2.Uyuşturucu Madde Kullanım Yaygınlığı

Bir önceki alt bölümde bir transit ülke olan Türkiye açısından uyuşturucunun arz boyutu resmedilmeye çalışılmıştır. Ancak Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikalarını oluşturma sürecinde dünya ve Avrupa’ya paralel olarak arz ve talep arasında dengeli bir yaklaşım benimsemesi için, hedef ülke olarak genel nüfusta uyuşturucu kullanımına ilişkin bilgileri içeren talep boyutunu da dikkate alması gerekmektedir. Ülkelerde genel nüfusta madde kullanım yaygınlığının belirlenmesi ülkelerin uyuşturucu ile mücadele politikalarının oluşturulması, uygulanması ve değerlendirilmesi açısından önem arz etmektedir. Çünkü bu çalışmalar toplumda madde kullanım eğilimleri ile sosyal ve sağlığa yönelik riskler hakkında fikirler vermektedir. Bu çalışmalardan elde edilen veriler çok sektörlü mücadeleyi gerektiren uyuşturucu sorununun çözümüne dair politikalara yön vermektedir.

Genel nüfusta madde kullanım yaygınlığı gençler ve yetişkinler üzerinde yapılan anket çalışmaları ile ölçülmekte ve istatistiksel yöntemlerle sonuçlar çıkarılmaktadır. EMCDDA tarafından madde kullanımının izlenmesi amacıyla belirlenen beş ana göstergeden biri olan Genel Nüfus Araştırmaları (GPS), Avrupa’da uyuşturucu kullanım eğilimlerini, kullanıcıların sosyo-demografik karakteristiklerini, risk algılarını tespit etmek için bilgi sağlayan önemli bir araç olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca bu araştırmalar AB ve üye ülkelerin uyuşturucu durumlarını değerlendirmelerine ve uyuşturucu ile mücadele politikalarında belirlenen hedeflere ulaşmadaki ilerlemeleri izlemede yardımcı olmaktadır.

Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi bünyesinde kurulan Genel Nüfus Araştırması Çalışma Grubu tarafından belirlenen illerde, TÜİK’ten alınan adreslerde “yüz yüze görüşme” yöntemi ile Türkiye’de genel nüfusta madde kullanım yaygınlığı konusunda bugüne kadar yapılan en kapsamlı çalışma gerçekleştirilmiştir. 2011 yılında TÜİK tarafından belirlenen 26 ilde yaklaşık 20.000 kişiyi hedefleyen araştırma gerçekleştirilmiştir. Araştırmada toplam 8.045 kişiye ulaşılmış ve anketin cevaplanma oranı %43,9 olarak hesaplanmıştır. Anket sonucunda, Türkiye’de herhangi bir yasa dışı bağımlılık yapıcı maddenin 15-64 yaş grubu nüfusta en az bir kere denenme oranı %2,7 olarak tespit edilmiştir. Madde kullanım yaygınlığının 15-34 yaş grubu arasındaki genç yetişkinlerde, 15-64 yaş grubu arasındaki genel nüfusa göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Herhangi bir maddenin yaşam boyu kullanım oranı genç yetişkinlerde %3,0 iken, genel nüfusta bu oranın %2,7 olduğu görülmektedir. Genç yetişkinler grubu daha alt dallara ayrıldığında, herhangi bir maddenin yaşam boyu kullanım yaygınlığı 15-24 yaş arasında %2,9, 25-34 yaş grubunda %3,1 olarak hesaplanmıştır. Yapılan bu araştırmada, Avrupa’da ve Dünya’da en yaygın kullanılan ve %2,6 ile %5,0 arasında oranlar ile kullanıcı sayısının da yaklaşık olarak 119 milyon kişi ile 224 milyon kişi arasında olduğu tahmin edilen esrar üzerinde detaylı olarak durulmuştur. Sonuç olarak Türkiye’de yaşam boyu esrar kullanma yaygınlığı %0,7 olarak bulunmuştur. Bu oran erkeklerde %1,1, kadınlarda %0,2 olarak tespit edilmiştir.

Görüldüğü gibi, Türkiye’de genel nüfusta madde kullanım yaygınlığına ilişkin istatistikî bilgiler diğer dünya ülkelerinin oranlarına kıyasla düşük olarak değerlendirilebilir.   Oranlardaki bu düşüklük, yasaklayıcı yasal düzenleme, kolluk kuvvetlerinin etkin mücadelesi, ailenin, toplumun geleneksel korumacı tutumu ve Türkiye’nin hedef ülke olmaktan çok kaçakçılık rotaları üzerinde bulunan transit ülke olma özelliği gibi nedenlerle açıklanabilir. Ancak yapılan bu araştırma Türkiye’de genel nüfusta, özellikle gençler arasında uyuşturucu madde kullanımı gerçeğini de apaçık ortaya koymaktadır. Nitekim TUBİM’in madde kullanım yaygınlığı konusunda okullarda bugüne kadar yapılan en kapsamlı çalışmasında, öğrencilerde herhangi bir yasa dışı bağımlılık yapıcı maddenin en az bir kere denenme oranı %1,5 olarak bulunmuştur.  Son dönemde okullara kadar indiği görülen uyuşturucu kullanımının, gençler için oluşturduğu tehdidin boyutu her geçen gün artmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin uyuşturucunun talep boyutu ile mücadele politikaları üretmesini zorunluluk haline getirmektedir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele stratejilerine bakıldığında polisiye tedbirler açısından öncelikli çalışmaların ve kaynakların uyuşturucu örgütlerine ve mafyaya dönük planlı operasyonlara yönelik olduğu söylenebilir. Bu çalışmalar genel olarak uyuşturucu trafiğini ortadan kaldırmaya dönük ve büyük yakalamaları hedef alan bir yaklaşım türüdür. Diğer taraftan 2005 yılından sonra ise özellikle bağımlılığın ülke çapında artış göstermesi ile birlikte mücadeleci birimlerin bu tarihten itibaren kaynaklarını daha çok sokak düzeyindeki mücadele çalışmalarına ayrıldığı ve 2006 yılından itibaren ise yapılan talep azaltımı çalışmalarının daha sistematik ve bütüncül ele alınmaya başladığı da ifade edilebilir.  Bu bağlamda, uyuşturucunun arz ve talep boyutu ile mücadele politikası oluşturmanın Türkiye açısından önemi; coğrafi konum, uyuşturucu yakalama istatistikleri ve uyuşturucu kullanım oranları çerçevesinde ifade edilmiştir. Politika oluşturma ve uygulama sürecinde iç ve dış aktörlerin koordinasyon ve işbirliği içerisinde çalışması mücadelenin başarısını etkilemektedir. Bu kapsamda uluslararası ve ulusal aktörlerin görev ve fonksiyonları hakkında açıklamalar yapmak önemlidir.

6.Uyuşturucu ile Mücadele Politikasının Aktörleri

Suç veya terör örgütlerinin farklı rotalarda gerçekleştirdiği uyuşturucu trafiği, gerek transit gerekse hedef olan birçok ülkeyi etkilemektedir. Bu sebeple uyuşturucu ile mücadele konusunda ulusal ve uluslararası kurumların işbirliği içerisinde çalışması zorunlu hâle gelmektedir. Türkiye’nin işbirliği içinde olduğu, faaliyetlerine katıldığı, çalışmalarına destek olduğu ve üye olma sıfatıyla taraf olduğu uluslararası örgütler, uluslararası aktörler; uyuşturucunun arz ve talep boyutlarına ilişkin sorumlulukları ölçüsünde faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlar ise, ulusal aktörler olarak açıklanacaktır.

6.1.Uluslararası Aktörler

Dünyada uyuşturucu kontrol sisteminin aktörü birçok örgüt bulunmakla birlikte, bu alt bölümde Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikası açısından öne çıkan temel uluslararası örgütler ele alınmıştır. Küresel ve bölgesel olmak üzere iki ana kategoriye ayrılabilen bu örgütlerde, uyuşturucu konusunun temel öncelik olarak belirlendiği veya öncelikler arasında sıralandığı görülmektedir. Uluslararası aktörlerin daha çok hükümetler arası özelliğe sahip olan ve politika ağları ile politika yapma sürecinde Türkiye’yi etkileyen örgütler olduğu söylenebilir. Ancak bu alt bölümde, Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikası üzerinde etkileri tartışmalı olan ve politika yapma sürecinde güçlü aktörler olarak kabul etmenin zor olduğu uluslararası hükümet dışı kuruluşlar kapsam dışında bırakılmıştır.

6.1.Küresel Aktörler: Küresel aktörlerin tüm dünya ülkelerini kapsayan, küresel sorun algısı ile hareket eden ve bu kapsamda politika, strateji ve çözüm önerileri ortaya koyma gayreti içerisinde olan örgütler olduğu söylenebilir.Bunlar;

UNODC: BM Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UN Office on Drugs and Crime),POMPİDOU GRUBU (Pompidou Group-Cooperation Group to Combat Drug Abuse and Illicit Trafficking in Drugs),CND: BM Uyuşturucu Maddeler Komisyonu (Commission of Narcotic Drugs),EMCDDA: Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (European Monitoring Centre for Drugs and Drug Addiction),INCB: Uluslararası Narkotik Kontrol Kurulu (International Narcotics Control Board),EUROPOL: Avrupa Polis Ofisi (European Police),WHO: Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization),OSCE: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (Organization for Security and Co-operation in Europe),WCO: Dünya Gümrük Örgütü (World Custom Organization),SELEC: Güneydoğu Avrupa Kolluk Merkezi (Southeast European Law Enforcement Center),INTERPOL: Uluslararası Kriminal Polis Teşkilatı (International Criminal Police Organization),ECAD: Uyuşturucu Karşıtı Avrupa Kentleri Birliği (European Cities Against Drugs),FATF: Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force),ECO: Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (Economic Cooperation Organization),DUBLİN GRUBU (Dublin Group),CARICC: Orta Asya Bölgesel Bilgi ve Koordinasyon Merkezi (Central Asian Regional Information and Coordination Centre),PARİS PAKTI (Paris Pact),BSEC: Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (Organization of Black Sea Economic Cooperation)’dir.

Bunların amaç, hedef, fonksiyon ve görevlerine ilişkin bilgilere en güncel halleri ise resmî web sitelerinden ulaşılarak elde edilebilir.

6.2.Bölgesel Aktörler

Bölgesel aktörler, koordinasyon ve işbirliği içerisinde etkin bir mücadele amacıyla belirli ülkelerin bölgesel dinamikler ile bir araya gelerek oluşturduğu örgütleri kapsamaktadır.

Sonuç olarak, sınır aşan uyuşturucu sorununa yönelik küresel ölçekte ortaya çıkan örgütler, birtakım genel kural ve düzenlemeleri ülkelerin dikkatine sunmakta, işbirliği, koordinasyon ve müşterek sorumluluk prensipleri ile çalışmalar yürütmektedir. Bu makro düzeydeki genel çerçeve ile bölgesel hususiyetler ve çıkarlar birleştirildiğinde, bölgesel işbirliği örgütleri oluşturulmaktadır. Türkiye gerek küresel, gerekse bölgesel örgütlerin çalışmalarına aktif olarak katılmakta ve işbirliği yaparak ulusal uyuşturucu ile mücadele politikasını dış dinamiklerle şekillendirmektedir.

Türkiye tarihsel süreç içerisinde uyuşturucu maddeler ile ilgili olarak üretici pozisyondan, ana transit ülke konumuna dönüşüm süreci yaşamıştır. Başlangıçta arz boyutlu ve güvenlik eksenli bir yaklaşımı temel aldığından dolayı uyuşturucu ile mücadele politikaları genellikle dış mesele olarak kabul edilmiştir. Ancak uyuşturucu kullanımının milli güvenliği tehdit eden bir unsur şeklinde değerlendirilmesi ve uyuşturucunun talep azatlımı yönünde program geliştirilmesinin öngörülmesi, bu yaklaşıma talep boyutunu da eklemiştir. Bu gelişmeler, transit ülke olma özelliği itibariyle uyuşturucu kaçakçılığı; hedef ülke olarak da uyuşturucu kullanımı ve bağımlılığı konularında Türkiye’nin dengeli mücadele politikaları üretmesinin önemini ortaya çıkarmıştır.

Türkiye’nin dengeli mücadele politikaları oluşturma ve uygulama sürecinde, uluslararası aktörler ile işbirliği yaptığı, birçok ulusal aktörün koordinasyon içerisinde hareket ederek münferit veya ortak sorumlulukları paylaştığı ve ulusal koordinasyon misyonu ile TUBİM’in politika yapıcı kilit teşkilat rolünü üstlendiği görülmüştür. AB üyelik sürecinde koşulsallık prensibi, Türkiye için AB ile uyumlu politikalar geliştirme zorunluluğunu doğurmuş ve AB, politika oluşturma sürecinin en güçlü aktörü olarak ortaya çıkmıştır. Daha sonra AB katılım öncesi strateji belgelerinin rehberliğinde ve mali yardımlarının desteği ile eşleştirme projeleri hayata geçirilerek AB ile uyumlu politika belgeleri ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele alanında yukarıda ifade edilen Avrupalılaşma mekanizmaları ile politika transferleri gerçekleştirdiği ve ulusal politikalarının dünya ve Avrupa ile yakınsadığı, yani benzeştiği sonucuna ulaşılmıştır. Ancak uyuşturucu ile mücadele konusunda yaşanan bu gelişmeler, AB İlerleme Raporları ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporunda belirtildiği gibi istenilen seviyede olmamıştır.

SONUÇ

Dünyada ve Avrupa’da politika yapıcı kilit teşkilatlar aracılığıyla uyuşturucu sorununun çözümüne ilişkin ortak politikalar geliştirilmesinin zorunluluk olduğu söylenebilir. Çünkü bu durum, sorunun sınır aşan doğasından kaynaklanmaktadır. Bu kapsamda ortaya çıkan işbirliği ve koordinasyon mekanizmaları, sorunun çözümüne yönelik politika yapma sürecini kolaylaştırmaktadır. Politika yapma sürecinin çok sektörlü ve aktörlü işletilmesi, ülkelerin ulusal uyuşturucu ile mücadele politikalarını şekillendirirken birbirlerinden etkilenmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda tezde, öncelikle sürece ilişkin yaşanan gelişmeler, politika transferinin kuramsal perspektifinden değerlendirilmiş; süreç sonucunda ortaya çıkan sonuçlar ise, politika yakınsaması olarak ifade edilerek, Türkiye’nin dünya ve Avrupa politikaları ile uyumu sorgulanmıştır. Bu nedenle dünyada ve Avrupa’da uyuşturucu ile mücadele politikalarının genel çerçevesi, Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikasını daha iyi anlamak için incelenmiştir.

Uyuşturucu kaçakçılığının organize suç örgütlerinin finans kaynağı olarak yoğun bir şekilde kullanması, uyuşturucu sorununun Türkiye’nin politika gündemine güvenlik ve arz yoğunluklu girmesine neden olmuştur. Ancak uyuşturucu maddelerin trafiğinden çift yönlü olarak etkilenen Türkiye’nin, transit ülke olmasının yanı sıra, hedef olarak da etkilenmesi hem arz hem de talep boyutu ile etkin ve dengeli mücadele konsepti geliştirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Türkiye için bu durum, hem ulusal ihtiyaçların, hem de uluslararası veya bölgesel sorumluluğun zorunlu sonucu olmuştur.

Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikası, uluslararası aktörlerin dünya uyuşturucu kontrol rejimleri oluşturma çabaları, AB’ye üyelik süreci ve kendi iç dinamikleri ile şekillenmektedir. Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadelesi, bu politika dinamiklerinin de katkısıyla salt arz ile mücadeleye yoğunlaşan güvenlik perspektifinden sıyrılmıştır. Dünya ve Avrupa’da olduğu gibi, uyuşturucu arz ve talebine ilişkin dengeli, çok sektörlü, disiplinler-arası bir yaklaşım benimsendiği anlaşılmaktadır. Türkiye’nin gerek ulusal gerekse uluslararası seviyede kurum ve kuruluşlar arasında etkili koordinasyona önem verdiğini, bilimsel ve sağlam bilgiler ışığında uyuşturucu sorununu anlamaya çalıştığını ve bu çerçevede önleme, koruma, tedavi, rehabilitasyon, topluma yeniden kazandırma ve zarar azaltımı faaliyetlerine yoğunlaştığı açık bir şekilde görülmektedir.

Türkiye’nin bu noktaya gelmesini, sadece kendi iç dinamikleri ile açıklamak mümkün değildir. Uyuşturucu ile mücadele alanında Türkiye’nin iç dinamikleri olarak; transit ülke pozisyonu, hedef ülke olma noktasında artan tehdit, terör ve organize suç örgütlerinin faaliyetlerinin finans kaynağı olması gibi hususlar sıralanabilir. Ancak bu sayılan hususların, dünya veya Avrupa politikalarının duyarlıkları içerisinde de yer almasından dolayı, günümüzde küreselleştiği veya Avrupalılaştığı söylenebilir. Bu çıkarım paralelinde Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikasının gerek küresel, gerekse bölgesel uyum kapsamında diğer ülkeler veya uluslararası kurum ve kuruluşlar ile kamu politikası etkileşimi içerisine girdiği anlaşılmaktadır.

Bu etkileşim sürecinde Türkiye’nin küreselleşme perspektifi ile dünya uyuşturucu kontrol rejimleri oluşturma gayretlerinden, uluslararası toplumun bir üyesi olarak makro ölçekte etkilendiği ifade edilebilir. Diğer taraftan AB’ye üyelik hayali nedeniyle yaşadığı Avrupalılaşma sürecinde ise, aday ülke olarak yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülükleri gerçekleştirme yolunda bir değişim ve dönüşüm yaşadığı çok rahatlıkla görülebilmektedir. Bu kapsamda dış dinamiklerin etkisinin, politika transferlerine neden olduğu ve transfer sürecinin sonucunda ise dünya ve Avrupa politikaları ile politika yakınsamasının gerçekleştiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikası, dünyada ve Avrupa’da politika yapıcı kilit teşkilatlardan etkilenmiştir. Bu kapsamda dünyada BM güçlü bir aktör olarak; uluslararası sözleşmeler, politik bildiriler ve eylem planları ile küresel ortak bir mücadele stratejisi oluşturmayı hedeflemiş ve ülkeler üyeliklerinden dolayı bu politika belgelerine taraf olmuştur. Nitekim Türkiye de BM’nin bir üyesi ve uluslararası sözleşmelerin tarafı olarak kendi ulusal uyuşturucu ile mücadele politikasının temel önceliklerini belirlemiştir. Bu bağlamda Türkiye, uyuşturucu ile mücadele politikalarında meşruiyet kaygısı ile uluslararası konsensüse göre hareket etmektedir. Bu nedenle uluslararası uyuşturucu kontrol rejimleri geliştirmesine katkıda bulunmakta ve üretilen politikalara uyum göstermektedir.

Türkiye açısından diğer güçlü aktör ise AB’dir. Çünkü Türkiye, Avrupa ülkelerine ulaşan ve Avrupa ülkelerinde üretilen uyuşturucu maddelerin trafiğinden çift yönlü olarak etkilenmektedir. Bu durum hem AB, hem de Türkiye’nin ortak bir çıkar doğrultusunda birleşmesine neden olmaktadır. Bu kapsamda, güçlü kurumsal kapasiteye sahip, uyuşturucu ile mücadele eden kurum ve kuruluşların koordinasyon ve işbirliği içerisinde hareket ettiği, politika yapıcıların bilimsel araştırmalar ve sağlam veriler ile desteklendiği ve bunun sonucunda arz ve talep boyutuna dengeli yaklaşımı esas alan politikaların üretildiği bir mücadele anlayışı gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Tam bu noktada AB etkisinin en güçlü politika dinamiği olduğu söylenebilir.

AB, üye ve aday ülkelere politika dayatmamakla birlikte, AB politikalarına uyumu şart koşmaktadır. Bu koşulsallık durumu, ülkelerin AB müktesebatına uyumunun yanı sıra adli ve idari kapasitelerini geliştirmesini de içermektedir. Bu kapsamda AB mali yardımları ile aday ülkelerde AB politikalarının uygulanabileceği kurumsal kapasiteye sahip yapıların oluşturulması hedeflenmektedir. AB’ye üyelik çerçevesinde Avrupalılaşma süreci bu nedenle bir politika transfer süreci olarak yorumlanabilir. Nitekim uyuşturucu ile mücadele alanında Türkiye açısından AB üyelik süreci ana dış dinamik olarak ortaya çıkmıştır. Dolowitz ve Marsh bu süreci, yükümlü transfer (obligated/negotiated transfer) olarak tanımlamıştır. Çünkü Türkiye’nin AB’de üyelik statüsü kazanmak istemesi gönüllü olmakla birlikte, koşulsallık prensibi çerçevesinde önüne koyulan yükümlülükler ise zorunluluğun göstergesidir. Yani AB üyelik süreci, Türkiye açısından hem gönüllülüğü, hem de zorunluluğu birlikte içermektedir.

Türkiye, AB katılım öncesi strateji belgelerinin rehberliği ve mali yardımlarının hayata geçtiği eşleştirme projeleri ile bazı politikalar, programlar, sistemler ve yapılar transfer etmiştir. Transfer edilen bu politika ve kurumlar Türkiye’nin koşullarına uyarlanmış ve hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Genel olarak baktığımızda bir politika alanı olarak uyuşturucu ile mücadele alanının, Türkiye’deki politika yapıcı kilit teşkilatı olan TUBİM; ulusal politika ve strateji belgeleri; eylem planları; koordinasyon mekanizmaları; veri toplama, analiz ve raporlama sistemleri ve bilimsel epidemiyolojik araştırma yapıları tamamen politika transfer sürecinin somut çıktıları olarak ortaya çıkmıştır. Bu düşünce ise, uyuşturucu ile mücadele alanında, dış dinamiklerin etkisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Çünkü iç dinamikler ile hareket edilerek Aile Araştırma Kurumu bünyesinde yapılanmaya gidilmesi ve ilk politika belgesinin ortaya çıkması bir takım eksikliklerden dolayı işlevsel sonuçlar doğurmamıştır. Ancak Türkiye’nin uluslararası uyuşturucu kontrol rejimlerine taraf olması ve AB politikalarına uyum göstermesi iradesi, yani dış dinamiklerin etkisi; koordinasyon ve işbirliği mekanizmalarını, kurumsal yapılanmayı ve kanıt temelli politika belgeleri oluşturma anlayışını beraberinde getirmiştir. Buradan dış dinamiklerin çok daha güçlü olduğu sonucuna varmak yanlış olmayacaktır.

Avrupalılaşma faktörleri, baskıları ve mekanizmaları, Türkiye ve AB uyuşturucu ile mücadele politikalarının yakınsaması sonucunu doğurmuştur. Yani, AB’nin etkisi ile Türkiye, bir politika transfer süreci yaşamış ve AB politikaları ile stratejik amaç ve hedefler, içerik ve araçlar açısından yakınsamıştır. Ancak bu yakınsama bir gelişme olarak not edilmekle birlikte, yeterli olmadığı da gerek T.B.M.M.’nin 2008 yılında yayımladığı Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, gerekse AB Komisyonu İlerleme Raporlarından anlaşılmaktadır. Türkiye’nin yasal, teknik ve kurumsal kapasitesini daha da güçlendirilmesi gerekliliği üzerinde ısrarla durulmaktadır. Aslında bu ısrarın kaynağı AB’nin bölgesel olarak kendi çıkarları düşünüldüğünde daha anlamlı hale gelmektedir. Çünkü bu yaklaşım, sosyal, sağlık ve güvenlik sorunu olan uyuşturucu ile mücadele konusunda Türkiye’ye yapılan her desteğin Avrupa’nın daha güvenli olmasına da katkı sağlayacağı temeline dayanmaktadır. Bu nedenle AB, bir transfer platformu olarak halen Türkiye açısından işlevselliğini korumaktadır.

Öneriler

Türkiye açısından politika transfer süreci ve politikaların yakınsaması değerlendirildiğinde; genel politika anlayışı, politika alanları, temel yaklaşım, stratejik amaç ve hedefler ve politika belgelerinin AB ile uyumlu olduğu görülmektedir. Ancak bu uyum çeşitli nedenlerden dolayı istenilen seviyede değildir. Uyuşturucu ile mücadele alanında çalışma yapan tüm kurumlar arasında etkili bir koordinasyon sağlayabilmesi için TUBİM’in yasal statüsünün, organizasyonel yapısının, teknik alt yapısının ve özerk bütçe konusunun net bir çözüme kavuşturulması gerekmektedir.

Bu paralelde Türkiye’nin uyuşturucu kullanımı ve bağımlılığını halk sağlığı sorunu olarak politika belgelerinde kabul etmesine rağmen, ulusal koordinasyondan sorumlu birimi olan TUBİM’i bir güvenlik teşkilatı olan EGM bünyesinde yapılandırması açıklamaya muhtaçtır. Bunun sebebinin EGM’nin sahip olduğu uyuşturucu ile mücadele alanındaki tecrübesi, etkin teşkilatlanması ve buna bağlı geniş alt yapı ağı olduğu düşünülebilir. Ancak daha etkili bir koordinasyon için TUBİM’in bağımsız bir kurum olarak örgütlenmesi gereklidir. Eğer bu paralelde bir gelişme yaşanmaz ise, Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikası bürokratik işleyişin ve siyasal gelişmelerin odağında kalmaya devam edecektir. Bu ise etkili bir uyuşturucu ile mücadele politikası üretmesi gereken Türkiye için birtakım sosyal, sağlık ve güvenlik risklerinin devam etmesi anlamına gelmektedir.

Diğer taraftan Türkiye’nin uyuşturucunun hem arz, hem de talebi ile dengeli mücadele politikasını esas alması, gerek dünya, gerekse AB ile uyumluluk göstermektedir. Bu çerçevede, ulusal politika ve strateji belgelerinde talep azaltımına ilişkin stratejik hedeflerin sayıca çokluğu, eylem planlarındaki faaliyetlerin fazlalığına rağmen talep azaltımı alanındaki başarı oranının arz azaltımına kıyasla düşük olması, uyumun istenilen seviyede olmamasının nedenleri arasındadır. Aslında bu sonuç, Türkiye’nin halen arz boyutuna ilişkin mücadelesinin çok güçlü olduğu ve arz ve talep boyutu ile dengeli mücadele hedefini ise henüz yakalayamadığının bir göstergesidir. Yani talep azaltımı politikalarına ilişkin uygulamada sorunlar yaşanmakta ve bu durumun aşılması için gerekli tedbirlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu paralelde tedavi ve rehabilitasyon merkezleri ağı oluşturulması AB Komisyonu İlerleme Raporlarında tekrar tekrar ifade edilmektedir. Türkiye’nin bu alanda gerçekleştireceği gelişmeler uyuşturucu ile mücadelenin talep boyutunu güçlendireceği gibi, dünya ve AB politikaları ile daha uyumlu hale de getirecektir.

Uyumun istenilen seviyede olmamasının diğer bir nedeni, politika belgelerinde ifade edilen çok sektörlü politika yaklaşımı ile ilgilidir. Başlangıçta AB ile uyumlu olarak Türkiye’de uyuşturucu ile mücadele politikasının ulusal aktörleri, sadece devlet kurumları olan kamu kurum ve kuruluşları ile sınırlı tutulmamıştır.

Politika yapma sürecine, üniversitelerin bilimsel desteği ile yerel yönetim ve sivil toplum kuruluşlarının katkıları dâhil edilerek çok sektörlü bir yaklaşım benimsenmiştir. Ancak başlangıçtaki bu çok sektörlü yaklaşımdan en son hazırlanan politika belgesi ve eylem planı ile uzaklaşıldığı anlaşılmaktadır.

Nitekim bu durum ile ilgili Devlet Denetleme Kurulunun 30 Ocak 2014 tarihinde yayımlamış olduğu Araştırma ve İnceleme Raporundaki tespiti çok çarpıcıdır. Bu Raporda şu ifade kullanılmaktadır:

“Bağımlılıkla mücadelede kamu otoritesince tekelci bir yaklaşım sergilenmekte, özel sektör ve sivil toplumun çözüm ortağı olarak görülmesinde isteksiz davranılmaktadır.”

Yukarıdaki ifade, uyuşturucu ile mücadele alanında ulusal aktörlerin, kamu kurum ve kuruluşlarından oluşan resmi aktörler ile sınırlandırıldığını; sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler ve üniversitelerin kapsam dışında kaldığını vurgulamaktadır. Bu durum, AB’nin aksine çok sektörlü bir uyuşturucu ile mücadele politikasından uzaklaşıldığı yorumuna neden olmaktadır. Diğer bir ifadeyle, çok sektörlü mücadelenin söylemle sınırlı kalması ve politika yapma sürecinin diğer aktörlerinin katkılarının dışarıda bırakılması anlamına gelmektedir.

Başka bir neden olarak, politika belgelerinin hazırlanışı ve uygulamaya geçirilmesi ile ilgilidir. Bu kapsamda uyuşturucu ile mücadele politika belgelerinin, TUBİM’in koordinesinde ilgili kurum ve kuruluşların katkı ve mutabakatı ile hazırlandığı bilinmektedir. Hazırlanan bu belgeler, İçişleri Bakanlığı üzerinden Başbakanlığa gitmekte ve Başbakanlık Makam Onayı ile yürürlüğe girmektedir. Başbakanlık tarafından onaylanması siyasi olarak güçlü olduğunun göstergesidir. Ancak yeterli değildir. Çünkü politika belgelerinin, Resmi Gazete’de yayımlanabileceği bir yönteme ve siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan daha güçlü olacağı bir silsilenin takip edilmesine ihtiyaç vardır.

Bu noktada yeni bir süreç önerisinde bulunulabilir. Bu süreçte Kalkınma Bakanlığı Yüksek Planlama Kurulu öne çıkmaktadır. Çünkü ekonomik, sosyal ve kültürel hedefler ile politikaların belirlenmesine esas teşkil edecek hususlar, Bakanlar Kurulunda karara bağlanmadan önce bu Kurulda görüşülmektedir. Kurul Başbakanın başkanlığında ve ilgili bakanlar ile toplanmaktadır. Bu kapsamda politika belgeleri, İçişleri Bakanlığı aracılığı ile Kalkınma Bakanlığı Yüksek Planlama Kuruluna gönderilir ve akabinde Bakanlar Kurulunda karara bağlanır ise Resmi Gazetede yayımlanacaktır. Böylece politika belgelerinin, Başbakan ve tüm bakanlıklar tarafından en üst düzeyde onaylanması sağlanacaktır. Bu süreç ise politika belgelerinin uygulanmasını güçlendirecektir. Diğer bir neden, AB üyelik sürecinde yaşanan gelişmelerin yükümlülük olmasının ötesinde, ulusal ihtiyaç olduğu algısının yerleşmesi sorunudur. Bu nedenle, yürütülen eşleştirme projelerinin somut çıkıtlarının kalıcı bir değer olarak sürekliliği sağlanamamaktadır. Yaşanan gelişmeler istenilen seviyelere ulaşmamasında bu nedenin önemi büyüktür ve bu yönde irade ortaya koyulmalıdır. Uyuşturucu ile mücadele alanındaki sorunların ve eksikliklerin farkında olunmasına rağmen, 2011 yılından beri yeni AB projelerinin gerçekleştirilmediği görülmektedir. AB politikalarının uygulanmasını sağlayacak kurumsal kapasitenin geliştirilmesi için yeni projeler yürütülmelidir. Son neden ise, uyuşturucu sorununun Türkiye’de iç mesele olarak henüz ciddi düzeylerde kabul görmemesidir. Bu durum, Türkiye’deki uyuşturucu kullanımı ve bağımlılığı konusunda anket veya mülakat gibi yöntemlerle yapılan bilimsel araştırmaların sağlam ve gerçekçi oranları yansıtamamasından kaynaklanmaktadır. TUBİM tarafından genel nüfusta yapılan en kapsamlı anket çalışmasında, dünyada en çok kullanılan esrar maddesinin, Türkiye’de düşük seviyelerde kalması bir gösterge niteliğindedir. Öncelikle gerçek rakamları ortaya çıkaracak ölçme ve değerlendirme yöntemlerine ihtiyaç duyulduğu söylenebilir. Daha sağlam ve güveniler verilerin politika yapıcılara sunulması çok önemlidir. Çünkü politika yapıcılar bu sorunlu alana yönelik politikaları üretirken, tehdidin çok daha üst düzeylerde olduğunun farkına varmalıdır. Eğer bu gelişme sağlanırsa çok daha etkili uyuşturucu ile mücadele politikaları geliştirilebilir.

 

Sonuç olarak, Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikası oluşturma süreci ve bu sürecin sonuçları tüm boyutlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Türkiye’nin dengeli ve etkin mücadele politikaları oluşturma ve uygulama sürecinde, uluslararası aktörler ile işbirlikleri geliştirdiği, birçok ulusal aktörün koordinasyon içerisinde hareket ederek ortak sorumlulukları paylaştığı ve ulusal koordinasyon misyonu ile TUBİM’in politika yapıcı kilit teşkilat rolünü üstlendiği görülmüştür. Avrupalılaşma çerçevesinde Türkiye’nin özellikle AB’den politika transferleri gerçekleştirdiğine dair detaylara yer verilmiştir. Politika transferinin neticesinde ise Türkiye’nin politikalarının AB ile yakınsadığı sonucuna ulaşılmıştır. AB üyelik sürecinde koşulsallık prensibi, Türkiye için AB ile uyumlu politikalar geliştirme zorunluluğunu doğurmuş ve AB, politika oluşturma sürecinin en güçlü aktörü olarak ortaya çıkmıştır. Daha sonra AB katılım öncesi strateji belgelerinin rehberliğinde ve mali yardımlarının desteği ile eşleştirme projeleri hayata geçirilerek AB ile uyumlu politika belgeleri ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan uluslararası toplumun sorumlu bir üyesi olarak BM’in dünyada oluşturduğu uluslararası uyuşturucu kontrol rejimleri ile uyumlu olan bir Türkiye tablosu ortaya konulmuştur.

Neticede Türkiye’nin uyuşturucu ile mücadele politikasında, AB üyelik sürecinin ve uluslararası uyuşturucu kontrol rejimleri oluşturma girişimlerinin temel politika dinamikleri olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca politika yapma sürecinde BM’nin (UNODC) ve AB’nin (EMCDDA) en güçlü aktörler olarak öne çıktığı sonucuna ulaşılmıştır. Ancak uyuşturucu ile mücadele politikası konusunda gelişmeler yaşanmakla birlikte halen istenilen seviyeye ulaşılabildiği söylenememektedir. İstenilen seviyelere ulaşmasında TUBİM ile ilgili yaşanacak gelişmelerin hayati olduğu söylenebilir. Çünkü TUBİM, politika belgelerinin hazırlanması ve uygulanmasının koordinasyonundan sorumlu politika yapıcı kilit teşkilattır. TUBİM, daha etkili politikalar üretilmesi; üretilen politikalara bilimsel temel kazandırılması; sağlam ve güvenilir verilerin toplanarak analiz edilmesi ve politika yapıcılara sunulması misyonlarını üstlenen kurumsal yapılanmadır. Bu nedenle bir politika kurumu olarak TUBİM’in bağımsız bir yapıya kavuşturulması gerekir.