"Arıyorum" dedi.
Basit bir tümceydi,anlamı göreceliydi.
Ama "Neyi?" diye sormam gerekmezdi.
Yolu aynı olanın fikri de aynı olur.

İkimiz de biliyorduk neyi aradığımızı.
Bilmediğimiz "Nasıl?"ların,"Nerede?"lerin cevaplarıydı.
Çok okumak işe yaramaz,
Kalbinizin istediği cevaplar kütüphanede değildir.

"Arıyorum" dedi.
"Ya sen?" geldi ardından
"Evet" dedim.
"Bulabildin mi?"
Korktuğum bu değildi.
"Hayır" dan sonraki soruydu.
"Bulacağına inanıyor musun peki?"
"İnanmak?"Tabii ki.Ama ya umut?
Kaç yanlış sevdalık umudum kaldı?
Zırhım başka bir oka dayanır mı artık?
Zannetmiyorum.

"Ruhunun kayıp yarısı" masalını bilir misin?
Hani tamamen sana ait o diğer insanı ararsın.
Belki çocukluğundan beri yanındadır,
Belki ömrün yetmez bulmaya.
Yine de ümid edersin ecel gelene kadar.
Son umut da yok olunca,neye yarar ki zaten yaşamak?

"İşte ben kayıp yarımı arıyorum" dedi.
"Biliyorum" dedim.
"Tarih tekerrürden ibarettir,hayatlar da.
Aşklar da öyledir.
Adem''le Havva''nın aşkı yanlıştı,yasak değil.
İnsanoğulları hâlâ onların günahını çekerler
Yanlış aşklar tekrar tekrar sahnelenir,
Doğrularsa yasak damgası yerler."

"Ama yasaklar çiğnenmek içindir!" diye inledim.
"Zavallı yaratıklar!
Avunmanın da şerefi vardır.
Kendini avutmayı zayıflık zannedersiniz,
Halbuki bu saplantı engeller sorunları aşmanızı.
Kim çiğneyebilmiş ki şimdiye kadar doğanın yasaklarını?
Mecnun çölde susuzluktan öldü,
Ferhat ömrünün vefasızlığından.
Farklı olduğunu mu sanıyorsun?"

Ney sustu.
Rüzgar hâlâ yanlış aşkların hikayelerini fısıldıyordu