Teknolojinin gelişmesiyle birlikte 1950’lerin ardından televizyon dediğimiz akıllı kutu evimizin başköşesinde kurulmaya başladı. Özel kanalların da çoğalmasıyla birlikte önce akşam vakitlerinin prime time (yoğun zaman) dilimlerinde ekranlara kilitlenmeye başladık, daha sonra ise gündüz kuşağı programlarının fanı olduk.

Haber kuşağının ardından yayınlanan diziler, tüm planlarımızı, misafirliklerimizi kendi saatlerine göre ayarlamaya başladı.

Peki bu diziler bizlerde nasıl bir hayranlık uyandırıyor ki sosyal hayatımızın, muhabbetlerimizin odak noktası haline dahi gelebiliyor? Çok fazla akademik kaynak karıştırmanıza gerek yok, çevrenizdeki evlere baksanız dahi az çok bir fikir oluşturabiliyorsunuz. Çok izlenilen, reytingi yüksek dizilerin birçoğu hedef noktasına çok iyi yaklaşıyor. Romantik komedi, dram türünde olan, daha çok duygulara seslenen dizileri genellikle kadınlar tercih ediyor. Daha çok bol aksiyonlu,  mafyavari içerikli olanlar ise yeni yeni kabullenseler de erkek izleyicilerin ilgi alanında.

Orta gelirli ailelerin sosyal aktiviteye ayıracak bir maddiyatı olmadığı için, eğlenceyi bir çekirdek maliyetine renkli ekranlarda buluyor. Günlük hayatın sıkıntılarını, dertlerini o cam ekranda gördüğü afili hayatlarda unutuyor. Yaşamak istediği, hayalini kurduğu yaşamdan bir parça olsun bu şekilde nasipleniyor. Kendisini başroldeki güzel, başarılı, zengin, aşık kadının yerine koyup onunla sevinip, onunla üzülüyor. Halbuki ağlanacak hayat kendisininki. Hiç sahip olamayacağı bir hayali sadece izlemekle kalıyor. Kendi psikolojik dram filmini unutturan, hayallerindeki romantik komedi, dizinin bir sonraki bölümüne kadar erteleniyor…