Her yörenin kendisine özgü ritüelleri, o bölgede yaşayan insanlar tarafından yıllar boyu canlı tutularak günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bilecik’te de yaşatılan bu değerlerin en başında hiç şüphesiz “tavuk alma” ve “yamalı elbise” geleneği gelir.
Gençlerin şarkılar ve türküler eşliğinde düğün evine gittiği bu gelenekte, gençler düğün evinden bahşiş, çerez ve tavuk talep eder. İstekleri karşılanan gençler, davullu zurnalı bir merasimle sokakta oyunlar oynayarak bu mutlu birlikteliği doyasıya kutlar. Aynı gelenek içerisinde kız evinde kına yakılır. Gelinin etrafında yöresel oyun havasıyla oyunlar oynanır. Bu merasim, baba evinden ayrılan kızın hüzünlenmesi için söylenen maniler ve akabinde gelinin ağlatılmasıyla sona erer.
Yamalı elbise geleneği, yedi ayrı evden alınan yedi kumaş parçasıyla dikilen bir elbisenin, yedi yaşına gelmemiş bir çocuğa giydirilmesi şeklindedir. Bu sayede çocuğun uzun ömürlü olacağına inanılır. Yine buna benzer “kırk uçurma” geleneğinde de yeni doğan bir bebek, kırk günlük olana kadar farklı evlere ziyarete götürülür. Buralardan çocuk için hayır duası istenir. Dua edildikten sonra yeni doğan bebeklere hediye takılması da adettendir.
Bunların dışında; askere gidecek olan genci arkadaşlarının tıraş etmesi, sünnet olacak çocuğun atla gezdirilmesi, ramazan ayında minareler şeker dağıtılması, mezarlıklarda bayramlaşma merasimi gerçekleştirilmesi gibi birçok gelenek, Bilecik’te yaşatılmaya devam etmektedir.
HALK OYUNLARI
Bilecik’te halk oyunları ve türküler iç içedir. Bu sebeple belirli türkülerin kendilerine has oyunları vardır. Erkekler; “Zaptiyeler Kol Kol Oldu Yürüdü”, “Et Koydum Tencereye Yar Geldi Pencereye”, “Söğüt’ün Erenleri” ve “Lefke’yi Kara Duman Bürüdü” gibi türkülerin ritimleriyle oynar. Oyunlar serttir ve adeta bir cengi andırır. Heybetli duruşlar ve yer yer gür bir sesle atılan nidalarla adeta düşmana korku, dosta güven salınır. Kadınlar; darbuka ve kaşık eşliğinde daha çok ağır ritimli oyunları tercih eder. “Ay Oğlan Tatar Oğlan”, “Kız Pınar Başında”, “Dodurga’nın Zeybeği” gibi türkülerin kendisine has ritimleriyle oynar. Oyunlar, rastgele bir sırayla oynanmaz. Yavaş ritimli oyunlarla başlayan gösteri, hızlı ritimli oyunlarla devam eder. Yörede en sevilen oyunlar; Karşılama, Bilecik Çiftetellisi, Bilecik Zeybeği’dir.
ÇOCUK OYUNLARI
Çocuk oyunlarında yöreye has farklılıklara pek rastlanmaz. Mevsime, oyun alanına, kişi sayısına ve materyallere göre çeşitlilik gösteren bu oyunlar, ülkemizin birçok yerinde aynı şekilde oynanır. Bilecik’te çocukların oynadığı geleneksel oyunlar arasında; Güvercin Takla, Mendil Kapmaca, Kaçak Polis, Birdirbir, Körebe, Uzun Eşek, Çelik Çomak, Sek Sek, Misket, Yakan Top, Köşe Kapmaca vb. yer alır.
YEMEK KÜLTÜRÜ
Bilecik yöresine özgü yemekler; Bıldırcın Kebabı, Dağ Eriği Ekşili Kesme Çorba, Linga Tatlısı ve Nohutlu Mantı’dır. Bunların dışında başka yörelerde bilinen Ovmaç, Piruhi, Köpük Helvası, Boza, Keşkek, Hodalak ve Büzme gibi lezzetler de Bilecik’te yapılan ve sıklıkla tüketilen geleneksel yemekler arasında yer alır.
EL SANATLARI
Geleneksel el sanatları alanında Bilecik denildiği zaman akla ilk gelen, hiç şüphesiz ki çömlekçiliktir. Pazaryeri’ne bağlı Kınık köyünde her sene gerçekleştirilen Çömlekçilik Festivali sayesinde Bilecik, bu alanda ulusal bir marka hâline gelmiştir. Dokumacılık, küfe ve sepet örücülüğü, bastonculuk, yorgancılık ve iğne oyacılığı gibi el sanatları da Bilecik’te yaygın olarak devam ettirilmektedir.
Yöresel Giysiler
Makine çağıyla birlikte kolay üretilen ve kısa ömürleriyle çabuk tüketilen ürünlerle kuşatılmış bir dünyada yaşıyoruz. Usta zanaatkârların elinde yapımı günler süren bir ürünü eskidikçe tamir ettirerek yıllarca giymek mümkünken; seri üretimin hâkim olduğu günümüzde bu geleneği sürdürmek pek mümkün görünmüyor. Yöresel giysilerimizin birçoğu da modern zamanın hızına yenik düşmüş durumda. Geleneksel değerlerimizi yaşatmak ve gelecek nesillere bu birikimleri aktarabilmek adına Bilecik’te hizmete açılan “Yaşayan Kent Müzesi”, yöremize özgü giysilerin çeşitliliğini görüp tanıyabilmek adına nitelikli bir mekân. Geçmişten günümüze aktarılan giyim-kuşam kültürüyle Bilecik, zengin bir geleneğe ev sahipliği yapıyor
Bilecik’te kadınlara özgü yöresel giysiler: Başa giyilenler; oyalı grep, baş yazması. Sırta giyilenler; iç yelek, mintan, iç göynek, şalvar, pullu cepken, bürümcek, yelek. Ayağa giyilenler; çorap ve “yemeni” adıyla bilinen çarık.
Aksesuarlar; alınlık, gerdan, sarı lira, beşi bir yerde, telli mendil, kemer, gümüş toka.
Bilecik’te erkeklere özgü yöresel giysiler: Başa giyilenler; fes, poşu, şapka. Sırta giyilenler; yakasız mintan, kollu işlemeli cepken, kısa paçalı şalvar, kuşak. Ayağa giyilenler; çorap, işlemeli dizlik, çarık. Aksesuarlar; yağlık, kama
Dil, etkili bir iletişim ve etkileşim aracı olmanın yanı sıra bir toplumun; tarihini, sanatını, sosyal hayatını ve daha birçok kültürel birikimini gelecek nesillere aktarmak için önemli bir araçtır. Yaşayan bir canlı olarak değerlendirebileceğimiz dil, kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağladığı kültürel hazineler sayesinde ait olduğu medeniyeti her daim canlı kılmaktadır. Efsane, masal, halk hikâyesi, ninni, mani, türkü, atasözü ve deyimler gibi sözlü kültür ürünleri de medeniyetimize özgü değerlerin aktarımında ve her daim canlı tutulmasında önemli görevler üstlenen kaynaklar arasında yer almaktadır.
Latince “legendus” sözcüğünden gelen; kişi, yer ve olayları inandırıcılık özelliği yüksek olacak biçimde dile getiren; belirli bir zamana ve şekle bağlı olmayıp içeriğinde olağanüstü unsurlar barındıran; kaynağını tarihin derinliklerinden alan kısa, yalın ve anonim anlatılara efsane denir.
Efsaneler, milletleri bir arada tutarken halka güç ve cesaret verir. İnanmışlık ve adanmışlık duygusunu yüceltir. Türkler için bir diriliş şehri olan Bilecik’te de Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna dair çeşitli destan örneklerine rastlamak mümkündür. Şeyh Edebalı’nın evine davetli olduğu gece Osman Gazi’nin gördüğü rüya, bunun en güzel örneklerinden bir tanesidir.
Osman Gazi’nin Rüyası,
Şeyh Edebalı’nın evine sık sık ziyarete giden ve onun nasihatleriyle huzur bulan Osman Gazi, hazretin ısrarına dayanamayarak gece yatıya kaldı. Uykunun en derin vakitlerinde, geleceğe tevafuk eyleyecek bir rüyaya daldı. Rüyasında, Şeyh Edebalı’nın göğsünden yükselen bir ay, bütün kâinatı aydınlatarak kendisinin koynuna giriverdi. O anda göğsünün üzerinden kökleri tüm cihanı saracak ulu bir çınar filizlendi. Gölgesi, yeryüzünü tuttu. Dalları, gökyüzünü kuşattı. Cümle insan o ağacın gölgesinde toplandı. Heybetli dağlardan berrak sular fışkırdı. Ovalar, nehirlerle sarmaş dolaş oldu. O ulu çınar, gölgesiyle tüm bu güzellikleri kuşattı.
Maniler
Çoğunlukla yedi heceli dört dizeden oluşan, belirli kalıplarda ve çeşitli konularda yazılabilen halk edebiyatı nazım biçimlerindendir. Düz mani, kesik mani, cinaslı mani ve yedekli mani olmak üzere dört çeşidi vardır. Karşılıklı söylenen manilere deyiş adı verilir. Mani söyleme geleneği, birçok yörede hâlâ devam eden ve sıklıkla rastlanabilecek sözlü kültür ürünlerimiz arasında yer alır. Somut olmayan kültür varlıkları üzerine Muzaffer Sarısözen’in Bilecik genelinde yaptığı bir derleme çalışmasında, bu nazım türünün güzel örneklerine rastlamak mümkündür:
Ağlayıp geçti eşiği
Sofrada kaldı kaşığı
Haneye neşe geldi
Bu kız evin yakışığı
Karadan indi yılan
Kuyruğu dolam dolam
Beni aşka bağladı
Mavi mintanlı oğlan
Armut dalda, dal yerde
Bülbül öter her yerde
Cihan titrer, yürek oynar
Yâri gördüğüm yerde
DEYİMLER
En az iki kelimenin yan yana gelmesiyle kurulan ve çoğunlukla gerçek anlamının dışında kalıplaşmış bir söz öbeği oluşturan mecazlı anlatılara deyim denir. Deyimler, anlatıma akıcılık ve çekicilik katar. Duygu ve düşünceleri somut nesnelere dayanarak soyut bir forma büründürür. Muharrem ÖZDEN tarafından gerçekleştirilen “Bilecik İli Ağız İncelemesi” adlı araştırmada, Bilecik yöresine özgü şu deyimlere ulaşılmıştır:
“Canavara koyun ısmarlamak” “Eşek üstünden tabanca atmak” “Keklik sekişini yapayım derken kendi yürüyüşünü unutmak” “Dokuz tarakta bezi olmak” “Döşten girip baştan çıkmak” “Kardan soğuk laf konuşmak”
Atasözleri
Bir toplumun yaşayış biçimi, düşünce tarzı ve sosyal hayatı bakımından bilgi veren; kitle hafızasının gelecek nesillere aktarılması adına bilge insanlarca söylenmiş özlü sözlere atasözü denir. İslamiyet Öncesi'nde sav, Divan Edebiyatı'nda ise darb-ı mesel olarak adlandırılır. Atasözleri, kalıplaşmış söz öbekleridir. Bu sebeple bir kelimesi dahi değiştirilse anlam kaybına uğrar. Atasözlerini, geniş bir Türk coğrafyasının ortak değerlerini taşıdığı için yörelere göre tasnif edilmesi pek mümkün değildir. Ancak bu kalıplaşmış söz öbekleri içerisinde kullanılan yer adlarına göre birtakım tespitler yapılabilir
“Kız alırsan Söğüt’ten al; at alırsan Yörük’ten al.”
NİNNİLER
Dîvânü Lugâti't Türk dizininde “Balubalu” olarak adlandırılan, çocuk edebiyatının anonim türleri arasında yer alan ve çoğunlukla hece ölçüsüne göre ezgili biçimde söylenen kısa şiirlerdir. Çocukları uyutmak için söylenen ninnilerde çoğunlukla; sevgi, gurbet, hasret gibi konular işlenir. Süleyman Bulut tarafından yayımlanan “101 Ninni” adlı eserde, Bilecik yöresinden derlenen ninnilerden birkaçı şu şekildedir:
Salıncağı dala astım Uyanır diye yavaş bastım Sesin ile sabah ettim Uyusun yavrum, ninni! Dağa vardım dağlar uyur Eve geldim evler uyur Salıncakta oğlum büyür Uyusun yavrum, ninni! (Bozüyük Yöresi)
TÜRKÜLER
“Türkî” kelimesinden türeyen ve Türkçe söylenmiş şiir anlamına gelen Anonim Halk Edebiyatı nazım biçimlerindendir. Çeşitli Türk boylarında mahnı, yırık, halık, cırı, koça gibi isimlerle de anılır. Türküler; aşk, ölüm, ayrılık, güzellik, kahramanlık gibi çeşitli konularda ve genellikle 11’li hece ölçüsüyle yazılır. Bilecik, türküler bakında oldukça zengin bir kültürel hazineye sahiptir. Yörenin en çok bilinen türkülerinin başında; “Aşağıdan Gelen Hanım”, “Evlerinin Önü Çınar Ağacı”, “Yar Oturmuş Dağ Başına”, “Şu Söğüt’te Bir Kuş Var”, “Altın Nalın Giymiş”, “Mavili Mavili Mor Çiçek” gibi eserler gelmektedir.
BİLECİK AĞZI
Ülkemizin birçok şehrinde olduğu gibi Bilecik’te de “dil” açısından şehrimize ait farklı kullanımlar vardır. Bu, hiç de yadırganmayacak bir durum olup aslında kültürel zenginliğin çok esaslı bir göstergesidir.
Bir dil bilimi terimi olarak “ağız”; aynı dil içinde ses, şekil, söz dizimi ve anlamca farklılıklar gösterebilen, belli yerleşim bölgelerine veya sınıflara özgü konuşma dilidir. Bilecik ili ağızları, üst grup olarak Batı Grubu Ağızları içerisinde yer almakta; alt grupta ise Çanakkale, Balıkesir ve Bursa ağızları ile komşu olmaktadır.
MÜZİK KÜLTÜRÜ
Bilecik’in halk müziği ve halk oyunları açısından ilginç bir tarafı vardır. Bilecik; Orta Anadolu’dan Ege’ye doğru bir geçişin kapısı olduğundan, coğrafi şartların neticesi itibariyle de zengin bir müzik kültürü sergiler. Bilecik’te dört başı mamur zeybeklerin yanı sıra, müzik geleneğinde kaşık oyunlarından tutun da karşılamalara, çiftetellilere kadar geniş bir yelpazeyi yakalarsınız. Öte yandan yöreye çeşitli dönemlerde Balkanlar’dan; Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’dan göçerek gelip yerleşen Türklerin de kendisine özgü kültürünü burada sergilediğini, hatta bu kültürün yerel kültürle kaynaştırıldığını, bunun neticesinde de Rumeli havası/kokusu veren türkülerle, karşılamalarla çok sık karşılaşıldığını görürsünüz.
Bilecik yöresi müziğinde iki önemli etkenin izleri vardır: Birincisi yörenin konumu, ikincisi de yörenin nüfus mübadelesi sırasında aldığı Balkan göçü beraberinde gelen ezgilerdir. Şurası gayet açıktır ki Bilecik’e özgü “karşılama” türü, Bilecik’teki manav ve muhacir halkın müzik kültürünün kaynaşmasıyla doğmuştur.
ŞEHRİMİZE ÖZGÜ HALK MÜZİĞİMİZİN TEMEL ÇALGILARI NELERDİR?
Bilecik halk müziğinin temel çalgıları arasında birinci sırayı hiç kuşkusuz bağlama almıştır. Bilecik türkülerini derleyen usta folklorcu Muzaffer Sarısözen de, derlemelerini genellikle bağlama eşliğinde türkü söyleyen halk sanatçılarından derlemiştir.