İnsanlığın belki de o zamana kadar gördüğü en büyük kanlı savaş dördüncü yılını doldurduğunda milyonlarca insanın ölümüne, sakat kalmasına yol açan savaşında sonuna yaklaşılmıştı.

14 Eylül 1918’de Avusturya –Macaristan, 25 Eylül’de Bulgaristan, 5 Ekim’de de Almanya İtilaf Devletleri ile  barış görüşmeleri yapma isteğinde bulundular. Bulgaristan’ın teslim olması  Osmanlı için tam bir felaketti. Çünkü bu durumda Osmanlı’nın Almanya ile kara bağlantısı tamamen kesiliyordu. Osmanlı Devleti de 1916’da Kut’ul-Amare’de Türklerce tutsak edilmiş olan İngiliz Tümgenerali Charles aracılığı ile müzakere talebini iletti.

30 Ekim 1918’de, Rauf Orbay başkanlığındaki Osmanlı delegasyonu, Müttefikleri temsil eden İngiliz amirali Calthorpe başkanlığındaki delegasyon ile Midilli adasının Mondros Limanında  bırakışma imzalanmış oldu. Osmanlı Devletini savaş boyunca idare eden  İttahat ve Terakki’nin yöneticileri bir Alman savaş gemisi ile yurtdışına  kaçtılar.

Mütarekenin imzalanmasından sonra İstanbul’a ilk düşman çizmesi  7 Kasım’da ayak bastı. İtilaf devletlerine ait 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan ve 4 Yunan olmak üzere 55 parça savaş gemisi Padişahın ikamet ettiği Dolmabahçe Sarayı önlerine demirledi. Üstelik işgal güçleri halka da çok kaba davranmaya başladılar. Çanakkale’de ödedikleri bedelin adeta intikamını alma gayreti içindeydiler.

Altıyüz sene üç kıtada Dünya’nın en büyük İmparatorluğunu kurmuş olan Türkler sıkıştıkları en son kale olan Anadolu’dadamı tutunamayacaklardı? Son kalede düşerse  tekrar Asya bozkırlarına mı sürüleceklerdi ? Bu mümkün değildi. Bundan sonra gidecekleri başka bir Vatan yoktu. Ya işgalciler geldikleri gibi gidecekler yada son nefesler yine bu Vatan toprağında verilecekti.

15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali Anadolu halkının çok büyük bir tepkisine neden oldu. Artık Çanakkale ruhunun ayağa kalkma zamanı gelmişti. Çanakkale’de destanlar yazmış komuta kademesi Mustafa Kemal’in etrafında kenetlenerek 19 Mayıs 1919’da Samsun’ a ayak basarak bağımsızlık  meşalesini ateşliyordu.

İzmir’e çıkarak Anadolu’nu içlerine doğru ilerlemeye başlayan emperyalizmin şımarık çucuğu Yunanistan, geçtiği yerleri yakıp yıkarak, taş taş üstünde bırakmayarak ilerliyordu. 10 Temmuz 1921’de Eskişehir- Kütahya hattında çok şiddetli savaşlar oldu. Türk ordusu Mustafa Kemal’in direktiflerine uyarak Sakarya’nın doğusuna kadar çekildi. Bu geri çekilme halk arasında panik yaratmış olsa da Fevzi Paşa’ya göre ilerleyen  Yunan ordusu mezarına yaklaşıyordu.

24 Temmuz 1921’de Meclis kürsüsüne üstü başı toz içinde çıkan Fevzi Paşa, geri çekilmenin bir taktik icabı olduğunu. Düşmanı onun arzu ettiği yerde değil kendilerinin arzu ettiği yerde karşılayıp kesin darbeyi vuracaklarını söyleyerek milletvekillerini yatıştırmaya çalışıyordu. Bu arada tedbir olarak  Ankara’daki hükümet dairelerinin Kayseri’ye taşınması kararı alınmıştı.

Yunan ordusu Ankara’ya gireceğinden o kadar emindi ki Yunan Kralı Konstantin, İngiliz irtibat subaylarını Ankara’da vereceği yemeğe davet etti. 23 Ağustos 1921’de başlayan Sakarya Savaşı 22 gün gece gündüz devam etti. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bazı mevzilerin düşman eline geçmesi üzerine : “ Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın  her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz ”  emrini  veriyordu.

Sakarya savaşı, 13 Eylül 1921’de Türk ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı. Savaşın bilançosu ağır oldu. Yedi tümen komutanımız, üçyüzelli subayımız ve ikibindokuzyüz askerimiz şehit oldu. Sakarya’da kazanılan zafer Ankara hükümetinin bağımsızlık ümitlerini arttırırken Londra’da kötümser bir havanın esmesine neden olmuştur. Fransa bu zafere kadar Ankara hükümeti ile temas etmede gösterdiği kararsızlığı terk ederek 20 Ekim 1921 de TBMM hükümeti ile Ankara  antlaşması imzalamıştır.

Türk ordusu Sakarya Savaşı’ndan sonra Büyük Taarruza kadar olan süreyi Yunanlıları Anadolu’dan atmak için hertürlü silah ve malzemenin temin edilmesi ile geçirmiştir. Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk  ve Meclis hertürlü diplomatik girişimleri yapmaktan geri durmuyordu. Büyük savaşı yaşamış askeri komuta kademesi çok tecrübeli idi. Anadolu halkı tamamen Büyük Taarruza seferber edilmişti. Bu arada İstanbul hükümetinin kışkırttığı iç isyanlar  ve fetva şavaşları da yaşanan olumsuzluklardı. Bunların detaylarını ayrı başlıklarla incelemek daha doğru olacaktır. Yine Rusya’daki Bolşevik’lerden ve özellikle Hindistan Müslümanlarından önemli miktarda maddi yardımlar temin ediliyordu.

Büyük Taarruz’la ilgili bazı özel  hazırlıkları ve bilgileri  Mustafa Kemal Meclisten bile habersiz yürütüyordu. 26 Ağustos’taki saldırı büyük bir gizlilik içinde hazırlanmıştı ve bunu iki gün öncesine kadar ancak üç kişi biliyordu.

Nitekim 26 Ağustos sabahı önce tanzim ateşiyle başlayan topçu atışları saat 5.30’dan sonra tahrip ateşi ile devam etmiş ve Büyük Taarruz, Kocatepe’den başlamış oluyordu. Taarruzun ikinci günü akşamına doğru Afyon düşman işgalinden kurtarıldı. 30 Ağustos’ta düşman ateşten bir çember içine alınmıştı. Düşman dağılmış panik halinde kaçmaya devam ederken, şahlanan ordumuza başkomutan  MUSTAFA KEMAL yeni bir hedef gösteriyordu :

“ ORDULAR İLK HEDEFİMİZ AKDENİZ’DİR.İLERİ…” Aynı gün Türk milletine de zaferi müjdeledi.

“  Zalim ve mağrur düşman ordusunun esas unsurları akıllara dehşet verecek katiyette imha edilmiştir.”

SONUÇ :  Osmanlı’nın son yüzyılında Türkler Balkanlar’dan, Kafkasya’dan, Arabistan’dan katledile katledile tehcir edildiler.  Onu için biz Türkler, acı nedir biliriz. Hele tehcir nedir çok iyi biliriz. Daha yakın tarihlerde Türkler Almanya’da kundaklanmadı mı? Bulgaristan’da kırılmadı mı? Kıbrıs’ta, Bosna’da mezalime düçar olmadılar mı?  O nedenle biz acıyı çok iyi biliriz/anlarız. Ama yine inançlarımızdan dolayı biliriz ki, bir topluluğu acılar olgunlaştırır, geliştirir. İşte, Bu anlayıştan dolayı Müslüman Türk Milleti tarihini  “TEHCİR”  kökünden gelen  “ HİCRET ” le başlatmıştır. (1)

(1):Prof.Dr. Mim Kemal Öke/ Ermeni Sorunu                                                               SEZAİ BALTA

Editör: TE Bilişim