Değerli okurlar,Hz.Peygamber (sav) şöyle buyuruyor;’’Size bereket ayı olan Ramazan ayı geldi. Bu ayda Allah sizi kuşatıp rahmetini indirir, hatâları siler, bu ayda yapılan duâları kabul eder. Allâhü Teâlâ bu ayda sizin hayırda yarışmanıza bakar ve meleklerine sizinle iftihâr eder...” (Hadîs-i Şerîf, et-Tergîbve’t-Terhîb).Yine bir Hadis-i Şerif’te;’’Ramazân-ı şerîf ayında nafakayı (çoluk çocuğunuza ve diğer ihtiyaç sahiplerine yapılan harcamaları) çoğaltınız. Çünkü bu aydaki nafaka, Allah yolunda harcanan nafaka gibidir.” (Hadîs-i Şerîf, Kenzü’l-Ummâl) buyuruluyor.
Minnet Hudâ’ya devlet-i dünyâfenâ bulur
Bâkî kalur sahife-i âlemde adımız   (Bâkî)
(Minnet; hamd ve şükür Allâh’adır, dünyanın her türlü nimeti, zenginliği son bulur. Adımız tarih sahifelerinde Bâkî kalır)
 
Sosyal tehlikeler karşısında birey ve toplumların güvenlik araması fıtri bir ihtiyaç olup ilk insandan günümüze kadar her insan bu ihtiyacı hissetmiştir. Toplum halinde yaşayan insanlar, ilk çağlardan günümüze kadar sosyal güvenlik alanında bir çok teknikler geliştirmişlerdir. Bu sosyal güvenlik teknikleri, toplumların kültür ve inanç yapılarına göre, nitelik veya nicelik değişse de farklı disiplinlerde organize edilerek giderilmiştir. Tüm bu organizelerin gayesi, sosyal güvenliğin bir insan hakkı olduğu ve insanoğlunu ihtiyaçların esaretinden kurtarmaktır.
Neticede, toplumların kültürel yapılarına uygun, fıtrî olan, sosyal güvenlik müesseselerine her devirde kesin bir ihtiyaç ve zaruret olduğu anlaşılmıştır. Bu ihtiyaç her ülkenin kendi sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel,sosyo-politik ve demografik yapısına uygun olarak farklı bir denge noktasında çeşitli şekillerde dizayn edilerek giderilmeye çalışılmıştır. Ancak toplumsal dönüşüm ve değişimlerin paralelinde bu denge noktası da zaman içerisinde doğal bir değişim göstermiştir.
Geliştirilen bu teknikler, her toplumda sosyo-kültürel ve sosyo ekonomik yapılara göre değişiklik arz etmiştir. İlk toplumlarda tehlike hem daha basit hem de ortaya çıkan tehlikeler önce geniş aile bireylerinin desteği ile paylaşılır sonra da akraba veya komşuluk ilişkileriyle (inanç ve kültür yapıları gereği) ihtiyaç topluca giderilirdi. Müslümanlar, tarım toplumu şartları içerisinde yaşadıkları dönemlerde, sosyal güvenlik alanında geliştirdikleri bahsi geçen sigorta benzeri teknikler vardı. Geliştirilen bu müesseseler, İslâm dininin, iktisâdî açıdan dünya görüşünü yansıtıyordu. Ancak 17. yüzyılda ortaya çıkan sanayii devrimi, toplumsal hayattaki sosyo-ekonomik değişiklikle kalmamış, hukuki alandaki değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Bu manada klasik kusur ilkesi yanında kusursuz sorumluluk ilkesi kabul edilmiştir. Bu düşünce daha sonra doğacak olan modern sigortaya zemin hazırlamıştır.
Geleneksel tarım toplumlarının karakteristik özellikleri "sosyo-kültürel" temelli olup aşkın değerleri baskındır. Sanayii toplumunun, belirleyici nitelikleri ve kültür dokuları geleneksel toplum yapısından oldukça farklıdır. Bu bağlamda genellikle modern toplum yapısı “sosyo-ekonomik” temelli olup aşkın değerlerinin zayıf olduğu söylenebilir. Sanayii devriminin, toplumların sosyal ve ekonomik yapılarını değiştirdiği, tarım toplumu şartlarından sanayiitoplumuna geçişte bir çok alanda yeni problemler ortaya çıkardığı, birey ve toplumların farklı biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçlarına zemin hazırladığı bir realitedir.
Sanayi ve bilgi toplumlarında sosyal ihtiyaçlar, bireyleri ve toplumları yeni sosyal disiplinler oluşturmaya zorlamıştır. Her bir disiplin, farklı müesseselerle  aslında aynı gayeyi gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Bireyin fiziksel ve psikolojik sahasına hitap eden güven duygusu, insana verilen değerin bir neticesi olarak algılanmıştır.
Bu bağlamda İslâm’ın yardımlaşma ve dayanışma ile ilgili emir ve prensiplerinden doğan  dini sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma ve dayanışma teknikleri olarak adlandırılabilecek kardeşlik ilkesi, âile müessesesi, devlet (beytü’l-mâl) âkile ve kasâme, zekat ve fitre, vakıflar ve sandıklar (ahilik ve lonca) gibi sistemler tarım toplumu şartlarında asırlarca insanlığa hizmet etmiş olan tekniklerdir. Bu sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma ve dayanışma tekniklerinin bazıları kurumsallaştırılmışken bazıları kurumsallaşamamıştır. Bu teknikler sonuçta aynı gayenin tahakkuku için ihtiyaçlara göre çeşitlenmiş ve şekillenmişlerdir.
Görüldüğü gibi sanayi ve bilgi toplumlarında ortaya çıkardığı modern sosyal güvenlik teknikleriyle klasik dînî sosyal güvenlik tekniklerinin her birinin teminat altına aldığı sosyal riskler benzerdir. Sonuçta bu tekniklerden her biri, kavramlar değişse de sosyal adalet ilkesi gereği yardım etmek gibi ulvi bir düşüncenin mahsulü olup temelleri, Kur'ân ve sünnet dayandırılabilir. Zira İslâmî kültür ve âhlak yapısı dikkate alınarak, kültür ve inanç temeline dayalı sosyal kurumlar geliştirmenin hem daha sağlam hem de uzun süreli olacağı söylenebilir.
Bu yazımızda İslam Dininde Sosyal Yardımlaşma müsseselerinikısaca ele alacağım. Sosyal yardımlaşma şahıslar ve özel hukuk kurumlarıarasındaki yardımlaşmaları çağrıştıran bir kavramdır. Modern hukuk hayatındaanda aynı manayı ifade etmek için “Sosyal Güvenlik Müsseseleri” tabiri dekullanılmaktadır. Her ikisinde de söz konusu olan, yardıma muhtaç olanlarayardım elinin uzatılmasıdır. Günümüzdeki modern demokrasiler, yardımamuhtaçlara yapılacak yardımı, şahısların keyfine ve iradesine bırakmamış,müsseseleler kurarak, sosyal güvenliği organize bir sistem içinde garantiyebağlamıştır. 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasasımd. 60, herkes”in sosyalgüvenlik hakkına sahip olduğunu ifade etmiş, 62. md. ise, özellikle korunmayamuhtaç olanların (gazi, sakat ve ihtiyarların) sosyal güvenlik sistemi
ve müesseselerinden istifadesini düzenlemiştir.
 
Modern demokrasilerdeki bu sosyal güvenlik sistemi, devletinidaresi, finansmanı ve kontrolü altında yürümekte, hatta bazı devletlerde busistemin işleyişi bir Bakanlığa bile bağlanmıştır. Türkiye de bunlardanbiridir.
 
İslam Hukuk Sistemine baktığımız zaman dikkat çekici bir özellikşudur: Bir taraftan mecburi sosyal güvenlik müesseseleri, diğer taraftanise, tamamen kişilerin istek ve arzusuna bırakılmış mecburi olmayan sosyalgüvenlik müesseseleri vardır. Ancak ihtiyari olan bu ikinci gruptaki düzenlemelerise, yerine getirldiği takdirde, ilgili kişi ve kuruluşların sevabanâil olacakları belirtilmiştir. Dünya Hukuk sistemlerinde, genellikle “laik”özellikleri sebebiyle, “sevap” kavramını esas alan bu ikinci özellik görülmemektedir.Amaherşeyden önce, İslam Hukukunda Sosyal Güvenliğin temelini teşkil edenprensiplere temas etmemiz gerekir. Kanaatimce, Sosyal Güvenlik kavramının Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te yer alan temel hükümleri ve prensipleri şunlardır:
 
1-Temel Prensipler:
 
1-‘’İyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda biribirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Maide,2)Hz. Peygamber ise bu konuda bir çok beyan ve tavsiyelerde bulunmuştur. Onlardan birkaçınıburaya almakta fayda vardır:
2-“Müslümanlar birbirlerini sevmede, biribirilerine acımada bir vücudunorganları gibidir. Organlardan biri şikâyet ederse, vücudun diğer organlarıonun acısına iştirak eder ve onun yardımına koşar.”
3-“Dul kadın ve fakire yardım için gayret gösteren kişi, Allah yolundacihad yapan veya bütün gece namaz kılan, gündüzleri de oruç tutan kimsegibidir.”
4-“Ben ve yetimi himaye eden, cenette işte böyle (yanyana) bulunacağız”
 
Bu ve benzeri prensipler ve temel hükümler, İslam Dininde yardımlaşmanın, Sosyal güvenlik temellerini teşkil ederler. Çünkü bu prensiplerinana mesajı şudur: Müslümanlar biribirilerini sevmeli, maddi ve manevi gücüyerinde olanlar muhtaçlara yardım etmeli, toplumdaki maddi ve maneviyardıma muhtaç olanlardan dul, yetim,fakir gibi kimselere yardım edenler,iki cihan Peygamberinin tavsiyelerini yerine getirmiş sayılırlar vb.
 
İslam Dini, bu temel prensiplerle yetinmemiş, ayrıca toplumdakiyardımlaşmanın, modern hukuk tabiri ile Sosyal Güvenliğin Temel Müesseseleriniteker teker saymış, esaslarını ortaya koymuştur.
 
İslam Dininde Sosyal Yardımlaşmayı  veya Sosyal Güvenliği sağlayanmüsseseleri ikiye ayırabiliriz: Birinci grup müesseseler mecburidir.Yani İslam dininde müminler bu müssesselerin gereğini yerine getirmekmecburiyetindedirler. Çünkibu müsseselerâyetlerle kurulmuştur. Bir kısım müsseseler ise, ihtiyari”dir. Yani İslam dininin kaynakları tarafından
müminlere tavsiye edilmiştir. Birinci gruptakiler gibi müminler için farzveya vâcip değildirler ama yerine getirildikleri takdirde, müminler sevapkazanırlar.
 
Biz burada, yazımızın  konusunu ilgilendirdiği derecede, sadece,sosyal yardımlaşmanın (Güvenliğinin) temel müesseselerini kısaca tanımaya çalışacağız…
 
2 -Sosyal güvenliği gerçekleştiren ve uyulmasımecburi olan müesseseler:
 
Şimdi de, yukarıdaki esaslar ve temel prensiplerin, hangi hukukîmüesseseler ile gerçekleştirildiğine temas edelim. Bu müesseseleri şöyle sıralayabiliriz:
 
1- Nafaka: İslam Hukuku’nda nafaka konusundaki hükümlerle,akraba arasındaki yoksul kimseler himaye edilmektedir. Nafaka ile ilgilihükümler ve bu hükümlere dayanılarak yapılan açıklamalar, İslam Hukuku’ndateferruatlı olarak düzenlenmiştir. Nafakadan maksat, yakın akrabalararasında, zenginin fakire yapması emredilen yardımdır (Bkz. Nisa,63; Bakara, 232).  Şu kadarını belirtelim ki, İslam NafakaHukuku, toplumdaki sosyal güvenlik müesseselerinde önemli bir yer işgal etmektedir.
 
2- Zekât: Zekât konusuna bir çok açılardan temas edilebilir. SosyalGüvenlik tedbirleri konusunda ise, hatıra gelen en önemli müessesezekattır. Zekât yoluyla fakirlere iktisadî yardımda bulunmak bir vecibe, yanibir mükellefiyet olup, dünya hukuk sistemlerinin hiçbirinin ihtiva etmediği fevkalade faydalı bir sosyal güvenlik müessesesidir. Düşünülsün ki, âyet-ikerimede (zekat, zenginin malı üzerinde fakirin hakkı)olarak kabul edilmekte,
Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için de bir hak vardır” (Zariyat,19) buyurulmaktadır. Ayrıca “Hısıma, yolda kalmışa hak(lar)ınıver...” (Isra,26) ve “Haydi akrabaya, yoksula, yol oğluna (yolcuya) hakkını ver” (Rum, 38)buyurulmuştur.“Zekat verme”, İslam Dini’nin beş temel esasından biridir ve “mali biribadet” olarak da adlandırılmaktadır.Zekat, toplum ve özellikle yoksul kimseler için önemli ve genel birsosyal güvenlik müessesi olduğu kadar, devlet için de en az bu derece önemtaşır. Zekât verilmezse devlet gerekli tedbirleri alır. Hatta Halife Hz. Ebu Bekir(r.a.), zekât vermek istemeyenlere karşı savaş bile açmıştır. Çünkü toplananzekatlar, fakir, işsiz, sakat, vs kimselerin ihtiyaçlarına ve ilgili âyette(Tevbe, 60) belirtilen diğer kamu hizmetlerine sarf edilecektir. Bu konudayapılan ciddi ilmi araştırmalarda, Zekât müessesesinin nasıl çok yönlü olduğu ve sosyal güvenlik sistemine ve kamu hizmetlerinin finansmanına nasıl temel olduğu anlatılmaktadır.
 
Zekat bu kimselerin ihtiyaçlarına kafi gelmediği takdirde, devletkendi hazinesinden gerekli yardımları yapacak, gerekli müesseseleri kuracakve işletecektir. Hatta devlet, bu vazifesini yerine getirmezse, fakirler devletaleyhine dava bile açabilecektir.
 
Aynı şekilde devlet, zenginleri zekat dışında da fakirlere yardım etmeyeicbar edebilir. ibn-i Hazm da "öyle diyor: “Her beldenin zenginleriüzerine, beldelerinin fakirlerini gözetmeleri farzı kifayedir. "ayet zekat kafigelmezse, zaruri olan yiyecek, yazlık ve kışlık giyecek ve buna benzer ihtiyaçmaddeleri ile yağmur, yaz ve güneşten ve kötü gözlerden koruyacak ve tamiretmeleri hususunda devlet onları icbar edebilir.”
 
3- Bir diğer müessese de “Sadaka-ı fıtır” dır. Bu müessese Oruçkavramı ile yakından ilgilidir: Oruç tutmakla mükellef olanlar ama tutamayanlar,bozduğu bir günlük oruç için sadaka-i fitr ismi verilen bir miktarıfakirlere vermek mecburiyetindedir. Bu miktar, bir fakiri bir gün doyuracakmiktardır. Bu konu üzerinde daha fazla durmuyoruz. Bu konuda Bakara suresi184. âyet "öyle diyor:
“(O) sayılı günler(dir). Artık sizden kim (o günlerde) hasta yahut seferüzerinde olur (ve orucunu yemi" bulunur)sa tutamadığı günler sayısıncabaşka günlerde tutar. (İhtiyarlığından, yahut şifa bulması ümit edilmeyenbir hastalıktan dolayı oruç tutmaya) gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksuldoyumu fidye (lazımdır…).”
 
4- Adak (Nezir): Bir kimsenin yükümlü olmadığı bir ibadeti, adamaksuretiyle üzerine vacip kılmasıdır.Bunlar, bedeni ibadetler olabileceğigibi, mali ibadetler de olur: şu, şu işler (neticeler) tahakkuk ederse, bir koyunkesip fakirlere dağıtacağım; veya üç gün oruç tutacağım diye söz verilmesigibi. Kur’an- Kerim’de:
Allah yolunda sarf ettiğiniz nafakayı ve adadığınız adağı şüphesizAllah bilir.” (Bakara, 270) ve“…Adaklarını yerine getirsinler.” (Hac, 30) buyurulmaktadır.Mali ibadetlerden olan kurban ve tasadduk gibi, adaklar da, yoksullarayardımların ulaşmasında önem taşır.
 
5- Fidye ve Kefâret: Müslümanlar, bazıfiil ve davranışların sonucu fakirlere,“Fidye” ve “Kefaret” ödemek mecburiyetinde kalırlar. Mesela, hastalığı veya ihtiyarlığı sebebiyle farz oruçları  tutmaktan âciz olan kimse, her oruçiçin yoksula bir fidye verecek, yani bir fakiri doyuracaktır. Ettiği yemini bozankimse de, 10 fakiri doyuracak veya giydirecektir. Başladıktan sonra, Ramazan’damazeretsiz orucunu bozan kimse de, kefâret olarak bir köle azat edecek,bunu yapamıyorsa aralıksız 60 gün oruç tutacak, buna da gücü yetmezse, 60fakiri doyuracak veya bedelini ödeyecektir (Bkz.Mâide, 5/89).Bunun gibi diğer bazı kefâret çeşitleri daha vardır:Zihâr, haç yasaklarını ihlal, adam öldürme ve hayızlı kadınla cinseltemas gibi (Bakara, 2/222).
 
6- Kurban: Kevser suresi, ayet 2’de Rabbine namaz kıl ve kurbankes.” buyurulmaktadır. Kurban etlerinin muhtaçlara dağıtılması, şüphesizİslam Sosyal Güvenlik anlayışının çok önemli bir müessese ve tatbikatıdır.Kurban kesmek Hanefi mezhebinde “vacip’’, diğer bazılarında ise(Şafii mezhebinde) ise sünnet-i müekkededir.
 
3- Sosyal Güvenliği gerçekleştiren ihtiyari müesseseler:
Bu saydıklarımız, Müslümanlarca yapılması ve uyulması mecburiolan hususlardır. Bunlar dışında Müslümanların ihtiyarına bırakılmış, ifaettikleri takdirde sevap kazanacakları yardım müesseseleri de vardır. Ancakihtiyari olmakla birlikte, İslam Dinine bağlılık ve peygambere itaat duygusununkuvveti neticesi asırlardır Müslümanların kurup işlettikleri ve yoksulların istifade ettikleri müesseselerdir. Bunların isimlerini,kısa açıklamalarlazikretmekle yetiniyoruz:
1. Nafile hayır ve sadakalar
2-Vakıflar,İslam Hukukunun en çok işlenen bir konusudur dersek mübalağayapmış olmayız. Bu durum, gerek vakıfların insan hayatındaki ehemmiyetinden ve gerekse, Hz. Peygamber’in bir hadisinin insanlara verdiği bir müjdeden ileri gelmektedir.Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadislerinde buyurmuşlardır ki:
“İnsanooğlu öldüğü zaman amelleri kesilir. Ancak üç istisnası vardır:Biri, kendisinden devamlı istifade edilen bir sadaka, biri kendisinden istifadeedilen bir ilim, bir de kendisine dua eden evlat”.
İşte hadiste ifade buyurulan, “devamlı istifade edilen sadaka” (sadaka-i câriye) tabiri, vakıf olarak yorumlanmış ve müslümanları asırlarcavakıf yapmaya teşvik eden en mühim bir âmil olmuştur.
 
Vakıf üzerinde çok tarifler yapılmıştır. Belki en kapsamlısı ve güzeliHanefi Mezhebinin büyük imamlarından ve imam-ı Azamın iki meşhur talebesindenyani kadı Ebu Yusuf ve imam Muhammed’in tarifidir.
 
“Vakıf, bir malı, Allah’ın mülkü hükmünde addedip onu her türlütemlik ve temellükten haps ve menetmektir”.Toplumda, zengin kadın ve erkek yüzbinlerce insan vardır. Ve bunlar, mallarının hayır gayelerinesarfedilmesini istemektedir. Bu isteklerinin en iyi tatmin vasıtası da vakıfmüessesesidir. Vakıf konusu İslam Ekonomisinde coşkun bir nehir, bir deniz, birokyanustur. Biz ise bundan sadece bir katre (damla) gösterdik.
3-Isar hasleti isebir âyetdezikredilmiştir:“Kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile,onları kendi nefislerine tercihederler” (Ha"ir Suresi, 9).
Kanatimcesahabelerde bulunan bu “isar özelliği” toplumdaki yardımlaşmanın bir diğer önemli kaynağını  teşkil eder. Bu özellik, yardımlaşmanın en ileri derecesidir. Çünkü bu özellikte sadece zenginin fakire yardımı değil, daha ileri olarak, bir menfaatekavuşmazamanında bir kimsenin,kendisinideğil, bir başkasını kendi nefsine tercih etmesi söz konusudur.Yani bana gelen bir menfaate ben değil, diğer mümin bir kardeşimkavuşsundemek ve buna göre hareket etmektir.
4- Hediye - Hibe
Hediye, insanlar arasında sevgiye dayalı bir işlemdir. Hediye, menkulveya gayrimenkul bir malın bir başkasına bedelsiz temlikidir. Bu işlembir akit halinde ortaya çıkınca ismi “hibe akdi” (bağışlama akdi) olur. İslamhukukçuları ve Mecelle, md. 837-860 bağışlamayı bir akit olarak kabul vedüzenlemişlerdir. Hediye ise bir akit olarak kabul edilmiyor.
 
Hz. Peygamber(sav) Müslümanları hediye vermeğe teşvik etmiştir:“Hediyeleşiniz, karşılıklı sevginiz artar.”Bir başka hadis ise şöyledir:“Hediyeleşiniz, zira hediye, kalpteki kini ve kırgınlığı giderir.”
 
5-Komşu Hakkı
Hukuk dışı  bir müessese gibi görünen komşu hakkı, hadislerde dikkatçekici şekilde yer almıştır. Mesela bir hadisi şerif  şöyledir:
Cebrail, devamlı surette bana komşu haklarına riayet edilmesini tavsiyeediyordu. Öyle ki, komşuları yakında birbirine mirasçı kılacak sandım.”
Komşular arasında dostane ve iyi münasebetler, bir toplumun temeldayanaklarından biridir.
Bir başka hadis ise, sosyal yardımlaşma ve güvenliğin nihai hudutlarını ne güzel göstermiştir:
Komşusunun aç olduğunu bildiği halde, tok olarak uyuyan, kâmilmümin sayılmaz.”
 
6-KarzıHasen(Faizsiz ödünç verme).
Karz, para ödüncü demektir. “Karz-ıHasen” ise, “iyi para ödüncü”veya daha doğru bir hukuk tabiri ile “Faizsiz para ödüncü” demektir.Faiz ve faizli işlemler İslam’da yasaklanmıştır. Kur’andabir çokâyetlerdefaiz yasaklanmıştır. Mesela:Faizi (ribâyı) yasaklayan bazıâyetlerinmeâlleri şöyledir:
Bakara Sûresi, âyet 275-276:“Ribâ ( faiz) yiyenler kendilerini şeytan çarpmış(birer mecnun)danbaşka bir halde (kabirlerinden) kalkmazlar. Böyle olması da onların: “Alımsatım da ancak ribâ gibidir” demelerindendir. Halbuki Allah, alış-verişi helal,ribâyı(faizi) hâram kılmıştır. (Bundan böyle) kim Rabbinden kendisine biröğüt gelip de (faizden) vazgeçerse geçmişi ona ve işi (hakkında hüküm) deAllah’a aittir. Kim de tekrar (faize) dönerse onlar o ateşin yârânıdırlar ki oradaonlar ( bir daha çıkmamak üzere) ebedi kalacakdırlar.”Bakara Süresi, âyet 277:“Allah ribânın bereketini tamamen giderir. Sadaka (verilen mal )larıise artırır. Allah (haramı helâl tanımakta ısrar eden) çok kâfir, çok günahkârhiçbir kimseyi sevmez.”
Hadislerde de faiz yasaklanmıştır. Bir çok misalindenbir misaliniburaya almak isterim:
Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöylebuyurmuştur: “!nsanı helak eden şu yedi şeyden çekininiz”“- Onlar nelerdir? Diye sorulduğunda, Resûlullah (s.a.v.):“Allah’a şirk koşmak, cimrilik, haklı olmak müstesna, Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücumsırasında harpten kaçmak, zinadan masun olup hatırından bile geçirmeyenmüslüman kadınlara zina isnad etmek.”
Sonuç olarak;
Yukarıdan beri yaptığımız açıklamalarımızdan şu neticeler ortayaçıkmaktadır:
1- İslam Dini, semavi dinlerin sonuncusudur. Cenab-ı Hak islam Diniile, son kutsal kitap Kur’an ve son Peygamber Hz. Muhammed (sav) yoluylainsanlığa dünya ve aynı zamanda âhiret saadetine kavuşmanın yollarınıgöstermiştir. İslam Dininin bu hükümleri iyi anlaşılır ve tatbik edilirse, be-şeriyet her halde mesut ve bahtiyar olur.
2- İslam Dini, toplumdaki fertler arasında yardımlaşmayı elbettedüşünmüş ve toplumsal huzur sağlamak uğruna emir ve tavsiyeler ihtivaetmektedir. Çünkü bu tedbirler yoluyla, fakir ve zengin arasında münaferetortadan kalkacaktır. Yine bu hükümler sayesinde, zenginin fakire tegallübve tahakkümü önlenecek, fakirden zengine karşı ise, kin ve iğbirar azalacakve tamamen ortadan kalkacaktır. islam Dini gibi alemşümul bir dininde böyle bir neticeyi sağlaması beklenir ve bu yüce din beklenenleri boşaçıkarmamıştır.
3- İslam dini mecburi ve ihtiyari müesseselerle, toplumdaki yardımlaşmayı sağlamak istemiştir. Muhtaçlara yardım teşvik edilmiş, böylece yardımlaşma şuuru geliştirilmeye çalışılmıştır.
4- Bir islam devletinin, kendi vatandaşlarını İslamın yüce prensipleriışığında sunacağı kamu hizmetleri ve kuracağı ilgili müesseseler eliyle müreffeh bir hayata kavuşturma vecibesi vardır. Günümüzde bu tedbirler “Sosyal Güvenlik Müesseseleri” kurmak suretiyle ifa edilmektedir. İslam tarihiboyunca bunun örnekleri görülmüştür.
5-Modern sistemlerde sosyal güvenlik tedbir ve müesseseleri, sadecedevlet tarafından sağlanandan ibarettir. Bu ise, ancak devletin mali gücü ileorantılıbir güvenlik tedbiri olabilir. İslam Hukuku ise, devlete vazife verdiğigibi, zenginlere de vecibe yüklemiş ve hatta tüm fertlerden, yoksulların yardımına koşmalarını istemiştir. Böylece, devlet bir tedbir almasa dahi, kişiler,kendi inisiyatifleri ile, muhtaç kimselere yardım etmek durumundadırlar.Fakir ve yoksullara zekâtlarını vermek,kestikleri kurbanın etlerini onlara dağıtmak ve sadaka vermek gibi.
6- Vakıf müessesesi, çok yönlü bir müessesedir. Hz.Peygamber’in(sav) bir hadisine dayanarak müslümanlar asırlardır vakıf kurmak yoluylayardımlaşmayı sağlamaktadırlar. Dünya medeniyetleri içinde, İslam Hukukundaki vakıf müessesesi kadar sosyal güvenliği sağlayan kapsamlı bir hayırmüessesesi mevcut değildir.
7-Hediyeleşme ve komşuluk hakkı gibi, müminlere tavsiye edilmişbir davranış dahi toplum içinde yardımlaşmayı sağlayan son derece etkilimüesseselerdir. Mü’minlerde yerleşmesi istenen isar hasleti ise (başkasınıkendi nefsine tercih etme), sosyal güvenliği, toplumda geniş ölçüde yayanbir faktördür.
Zaten İslam Dininin emir ve tavsiyeleri, iyice anlaşılır ve  uygulanırsa, hem idare edenler ve hem de idare edilenler bundan bir çokfaydalar elde ederler.
Şüphesiz, bu sayılan hükümler, kişilerin dindarlığıve dini hükümlere bağlı olmaları derecesinde tatbiki bir değer taşır ve istenilen neticelere ulaştırır.
Saygılarımla efendim…