Kıymet Aslan

Bilecik’e Yunanlılar’ın ilk girişi 27/07/2013 Cumartesi günü gazetemizin 2. Ve 3. Sayfasında yer almıştı. Bugün ise 2. Girişi yer alıyor.  Celal Devecioğlu’nun Bilecik’in Kurtuluş Hikayesini yazıya dökerken zorluk çektim, boğazım düğümlendi, onlar ise an an yaşadılar. Bir daha aynı duruma düşmemek için Vatanımızın varlığını korumak, geliştirmek, gücüne güç katmak için bir kez daha, bir kez daha çalışmak, bir kez yetmez bir çok kez daha çalışmak…

Başarmak ve hiç durmamak gerektiğini bu satırlar bize anlatıyor. Rahmetli  Celal Amca bu satırları ağzından dökerken bize, gençliğe, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlığa işte bunun mesajını veriyordu.

Celal Amca’nın ağzından dökülen satırları bir genç olarak yeniden yaşadım. Umarım benim gibi nice genç arkadaşımızın da anlatılanları okuduktan sonra bu ülke için, milletimiz için sorumluluklarımızın ne kadar yüksek olduğunun farkına varma imkanı sunabilmişizdir.

 Savaşın en ağır tahribatları arasında kayıplar yer alır. Bizlerde   insanlarımızı, atalarımızı, dedelerimizi  kaybetmişiz. Evlerinden, yurtlarından sürgün şekilde darma dağın hale gelmişler. Anlatılanları okuyunca insan yerinde duramıyor, kontrolsüz öfke bürüyor, insanın bedenini, fikrini...

Peki doğru mu? Büründüğümüz kontrolsüz öfkelerimiz!

Fakat, tam aksi!

Bizler geçmişimizi hiç unutmayarak, bilgimizle, deneyimimizle kazandığımız gücümüzle hayatımızı, yaşamımızı Allah rızası içinde sürdüreceğiz. Yine atalarımız bize öğretti “ Öfkeyle kalkan zararla oturur” diye…

Biz gençler, öfkeye kapılarak hiç kimsenin oyununa gelmemiş olacağız. İçten kemiren, daha sinsi tuzakları olan günümüz dünyasına, ülkelerine bu şekilde cevap vermiş olacağız.  Unutmayalım, günümüzde savaşın adı da,  yapısı da DEĞİŞTİ...!

Ramazan-ı Şerif ayının ortalarında bulunduğumuz bugünlerde dua yerine geçsin dileklerimle...

Allah, Devletimize ve Milletimize Zeval Vermesin...

YUNANLI’NIN BİLECİK’E İKİNCİ GELİŞİ

Gerek Yunan askerlerinin ve gerekse yardımcısı olan gayrimüslimlerin (1915 yılında Bilecik’ten sürgün edilen ve 1919’da kaçıp tekrar evlerine gelen) evleri yaktıkları, kadınlara, kızlara tecavüzlerde bulundukları soygunculuk yaptıkları halk arasında üzüntü ile söylenmeye başladı, durumdan korkarak Deli Osman’ın Bergoz’daki bağına gece karanlığında kayaların üzerinden emekleyerek çıktık. Baktık ki, orası da Mahşeryeri gibi, zaman 1921 yılı Mart ayı başları, hava soğuk, herkes ateş yakıp ısınmaya çalışıyor. Yunan ordusu karşımızda kalan İstasyon Şosesinden Bilecik Merkezine sürüler halinde ve bütün mevcutları ile ekın ediyorlardı. Kamyonları, top arabaları bir yandan da çeşitli mahallelerdeki evlere yangın bombası atıyor, bitişik evler birden yanıyordu.

Bir bahçe içindeki iki evimizin alevler içinde, bütün eşyamızla birlikte yandığını karşıdan seyrettik. Bu sırada herkes kendi evinin yandığına acınırken, Edebali Türbesi’nin kapı tarafından ateşlenmiş olduğunu görünce hüngür hüngür ağlayanlar bile oldu, fakat üç defa alevler oldukça yükseldiği halde, orada söndürecek kimse de bulunmamasına rağmen kendi kendine söndü. Tavan tahta ve direkleri kısmen yanmışsa da alevlerin birden kaybolması insanları hayretler içinde bıraktı.

Demek ki Edebali evliyanın büyüklerinden idi.

Yunanlılar gittikten sonra Türbe’de Vakıflar Müdürü ailece oturdu. Bu sırada Türbe’de tamirat vardı. Binayı tamamen yakamayan Yunanlılar, içeriye girip mezarları dağıtmışlar. Ancak Edebali Hazretlerinin mezarı derin ve gerçek lâhit olduğu için dağıtamamışlar, sandukası da yan yatmış duruyordu. Diğer mezarlardan oluşan enkaz (toz, toprak, tuğla ve kerpiç parçaları, kemikler birbirine karışmış olarak içerisini doldurmuştu)

Edebali Türbesi’nin ateşlendiği gece rahmetli annem bir kenara ve fundaların arasına bir yorgan yayıp beni ve küçük kardeşim Nihat’ı arasına yatırdı ise de, bende uyku yoktu. Yunanlıların geçişini ve evlerin yanışını üzüntü ile seyrediyordum.

Vakit gece yarısına yakındı, bu sırada Yunan’ın Bilecik kumandanı asker komanyasından gönderdiği kalita (peksimet)lar dağıtıyordu, dün akşam yemiş gibi hâlâ tadını unutmadım., şüphelenmeden ve korkmadan yedik.

Fakat bu sırada çok korkunç bir hadise ile karşılaştık, evi Bilecik’in doğu tarafında ve kenarda bulunan Çakmak Halil’in kendisi evde bulunduğu bir zamanda iki düşman askeri kümesindeki tavukları alıyorlarmış, o da bu askerleri öldürüp cesetlerini saklamış ve kadın kıyafetine girerek evinden kaçıp bizim yanımıza gelerek kadınların arasına saklanmış. Bir manga kadar Yunan askeri geldi ve erkeklerin arasında bulamadıkları Halil’i kadınların arasında aramaya başladılar. Kadınlara “Bu adam sizin aranızda imiş hemen çıkarın, aksi halde hepinizi kurşuna dizeceğiz” dediler. Kadınlar da korkularından adamcağızı çıkardılar. Birlikte alıp gittikleri bu zata askerlerin ölülerini buldurduktan sonra zavallının kol ve bacaklarını piyade kürekleri ile kıra kıra evinin bahçesinde öldürmüşler. Aynı günlerde Kıtlıklar ailesinden Mehmet Amca, Çekenlerden yine Mehmet Amca, Yunan askerlerine silahla  tehditte bulundukları için feci şekilde öldürdükleri ve Kıtlık Mehmet Amcayı boynuna ağır taş bağlamak suretiyle hela sularından oluşan dereye atarak taşlaya taşlaya şehit ettikleri haberi yayıldı.

Bu haberlerden sonra ve artık Bilecik’e dönmek, orada oturmak imkânı da kalmadığından halk civar şehir, kasaba ve köylere kaçtı. Bizde ailece ve hısım, akraba ile birlikte Sakarya Nehri kenarındaki Selbükü köyüne gittik ve halen Bilecik2te ikamet eden eski bakkal Ali Osman Serttaş’ların evinde bir odaya sığındık.

Eşyamız Bilecik’teki evlerimizle birlikte yandı, yiyecek yok, arpa ve darı unundan, elemeden yapılmış simsiyah ekmek, katığımız dağdan ve dalından toplanmış acı zeytin, bazen biraz beyaz ekmek bulursak onu katık yapardık. Köyün altından akan Sakarya’dan ara sıra balık tutardık fakat ona da tuz bulamazdık.

Köyün üst tarafında Yunan’ın topçu bataryası vardı, topçu askerler bazen köye inerler, fakat zarar yapmazlardı. Bir defasında köyde yağmura tutuldular, Köy muhtarı Camiyi açıverdi ise de ayaklarındaki postalları çıkarıp giymek zor olduğu için girmeyip saçak altında bekleştiler.

Köy yanmadıydı, düğün ve bayramlar da olurdu. Bu köyde 2 yıl kadar kaldık.

Bir ara yine “Gavur geliyormuş !...” sesleri duyulmaya başladı, herkesi bir telaştır aldı. Bu defada köyden dağlara ve Sakarya’nın öte yakasına kaçtık, Sakarya çok derin, yetişkin insanların göğüslerine çıkıyordu. Selbükü köyü halkı da bizimle beraber kaçmaktaydı. Neyse beni Kavasların Hüseyin amca omuzlarına oturttu, başına yapıştım, suya girmesin diye ayaklarımı yukarıya çektim. Sakarya’nın içi ve iki kenarı Mahşeryeri gibi, gelen, geçen, bağrış, çağrış derken Sakarya’nın içine bir top mermisi düştü, nehir çalkalandı, insanlar ne yapacaklarını şaşırdılar, iki kişi dengesini kaybedip sulara kapıldılar. Köylüler bunları kurtardılarsa da Çeşmeler’in Mustafa Bey nehirin kenarında hemen vefat etti.

Şükür ki başka mermi gelmedi. Sakarya’yı geçtikten sonra gece bir çamlığa gittik, orada da sağanak halde bir yağmura yakalandık. Çamlıktan Karain’e gittik, bizi görünce inden bir sürü güvercin çıktı. İnin girişi pek zorlu idi, çok güç çıkılıyordu.  Tam bu sırada hemşerimiz Emekli Albay Emin Fidan Bey’in babası Hüseyin Amca, Yunanlılar’ın kesin yenilgiye uğrayıp kaçmakta olduğu müjdesiyle bulunduğu birlikten çıkageldi. İne girdik ama herkesin eşyası ıslak, ateşler yakılıp kurutulmaya çalışıldı.

Yunanlılar kesinlikle yenilmiş ve kaçarken Bilecik ve çevrelerindeki asker ve varlıklarını toplamak için Bilecik’ten geçiyormuş. Buda Yunanlılar’ın Bilecik’e üçüncü ve son gelişleridir.

devamı yarın...

Editör: TE Bilişim