Alman düşünür ve edebiyatcı Goethe ( 1749 -1832 ) “ Üçbin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır.”(1) demiş. Okuyunca düşündüm ve bu cümlenin neresinde olduğumun muhasebesini yapmaya çalıştım. Sonra kendime şu soruyu sordum : Bırak bin yılları geçmişin kaç kere hesabını yapmışımdır? Lafa gelince “şanlı tarihimiz” diyoruz ama bu şanlı tarihimizle ne kadar ilgiliyiz? Ne kadar sahip çıkıyoruz? İlgimiz ve bilgimiz varsa bunlardan çıkardığımız dersler varmı? Kazandığımız zaferler sadece muharebe meydanlarındaki bilek gücümüzmüydü? Sadece o değilse arka plandaki ruh ve inanç neydi? Veya atalarımız sadece toprak kazanmak içinmi ömürlerini at sırtında geçirdiler ve muharebe meydanlarında şehit düştüler.? Oralara götürülmek istenen başka bir mesaj varmıydı? Ve kaybederken niye kaybettik? Kaybetmeyi sadece askeri başarısızlık olarak açıklamıyacaksak yitirilen ruh ve inanç neydi? Giderken savaş meydanları dışında kimseye zarar vermedik. Kimsenin diniyle,namusuyla,yaşam şekliyle oynamadık.Fakat dönerken milyonlarca insanımız telef oldu. 500 sene bir arada yaşadığımız o “diğer medeniyetin insanları” bir anda üzerimize çullandılar.Kadınlarımız ve çoçuklarımız katledildi,tecavüze uğradılar,işkenc gördüler. Osmanlı Devleti bütün dinlere her zaman Avrupa’nın başka ülkerinde eşine rastlanmayan bir hoşgörü göstermiş herkesi inançlarında ve ibadetlerinde serbest bırakmıştır. Bir tanesini zikredelim: 1572 yılında Fransa’da Katolikler Sain-Barthelemy katliamı ile Protestanlara yaşama hakkı tanımazken,Bosna’nın Sokolovici köyünden Ortadoks Bayo “ Vezir-i Azam Sokullu Mehmet Paşa ” adı ile Osmanlı Devlet’ini yönetmekteydi.(2) Balkanlar’daki Katolik- Ortadoks çatışmasının boyutunu gösteren diğer bir kanıt ise Ortadoks Rumların “ Roma’daki Papa’nın başlığını görmektense Osmanlı kavuğunu görmeyi yeğlerim” ifadesidir.(3)
Galip Hıristiyan devletleri bütün savaş boyunca bilinçaltındaki Türk/Müslüman nefretiyle tarihin en acımasız etnik ve kültürel temizliğini yapmışlardır.
Vahşetin boyutlarından sadece birini Necmettin Alkan hocamızın Ve Selanik Düştü adlı eserinden akratıyorum:
N.ALKAN: Süt emen bebekler ve çocuklar yakılan büyük ateşlerde ve büyük fırınlarda kuzu gibi kızartılarak süngüler üzerinde direklere asıldılar.Ateşe ve fırına atılarak annelerinin gözleri önünde pişirilen Türk bebek ve çocukları,annelerine yemeleri için verildi ve onların reddetmeleri üzerine kendilerinin kol ve bacakları kesildikten ve gözleri oyulduktan sonra ateşe atılarak diri diri pişirildiler.
1912-1913 Balkan savaşını daha önce sadece vilayetlerimiz olan dört balkan devleti (Yunanistan, Bulgaristan,Sırbistan ve Karadağ) karşışında sadece iki ay gibi bir zamanda ve hiç abartısız bozguna uğramışcasına kaybettik.Bulgarları İstanbul’ a girmek üzereyken Çatalca’da zor tutabildik. Peki neydi eksik olan, düşmanın güçlü olması mı yoksa kaybedilen inanç mı?
Orduların başında Başkumandan vekili Nazım Paşa vardır.Savaşı kazanacağından çok emindir.Muhteris (Aç gözlü,hırslı) ve beceriksiz bir kumandan olan paşanın tek derdi savaşı bir an evvel bitirip Bab-ı Ali’ye sadrazam olmaktır.Su testisi su yolunda kırılır misali paşa bu amacına ulaşamadan 1913 yılında Enver Paşa’nın Bab-ı Ali baskını sırasında öldürülür.
Şimdi birde bu paşamızı tarihcimiz Yılmaz Öztuna’nın kaleminden dinleyelim:
Nazım Paşa, arada, Çatalca hattında harbi güya yönettiği vagonuna gidiyor, şampanya içerek, boş şampanya şişelerini geceleri nöbetci erlerin kafasına vagonun pencerisinden fırlatıyodu. Bu olayı bana, 20 yaşında ve er olarak Çatalca hattında bulunan babam Muhittin Öztuna, kafasına şampanya şişesi yiyen bir şahit olarak anlatmıştır.
Evet ibretlik hadiseler devam ediyor. Kaybedilen inançların yanında hala dimdik ayakta, inancından bir damla bile kaybetmeden Edirne’mizi askerleriyle aslanlar gibi savunan Dadaşlar diyarı Erzurum ‘un yiğit Şükrü Paşası vardır. O top mermileri şehrin üstüne yağmur gibi yağarken; Takdir Allah’ındır diyerek kanının son damlasına kadar savaşacağını, dayanma düşüncesinin bir nebze bile yumuşamadığını askerlerine söylüyordu. Yanya’da Esad Paşa, İşkodra’da Ali Rıza Paşa,Edirne’de Şükrü Paşa kaybedilmeyen inançların Balkan Şavaşın da destanlaşan abideleridir.
Edirne’de kahramanca çarpıştığı Küçüktepe’ye defnedilmesini isteyen paşamızın anıtmezarında şunlar yazılıdır:
“Düşman,hatları geçtikten sonra ölürsem kendimi şehit kabul etmiyorum.Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler.Fakat müdafa hattımız bozulmadan şehit olursam kefenim,lifim,sabunum çantamdadır.”
Allah onlardan razı olsun. Ben konumuza Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca hocamızın şu sözleriyle devam etmek istiyorum:
“…insanlığın tarihi geçmişi ve kolektif hafızasına vakıf olmak yaşanılan zamanı kavramak için elzemdir…tarihsel olaylar bir yönüyle geçmişe aitken diğer yönüyle de geleceğe aittir.Fakat bu tarihsel olayların geçmişte olmuş,sonlanmış ve hiçbir şekilde hareket etmeyen olgular olduğunu düşünmek ise tamamen yanlış bir öğreti ve algılamadır.Tarih canlıdır ve tarihsel olaylar sonuçlarıyla ve uzantılarıyla sonraki döneme aktarılırlar.Tarihsel veya güncel olayların nedenleri ve nasılları ortaya konmadan yapılan değerlendirmeler yüzeysellikten öteye gidemez.19.Yüzyılı anlamadan 20.Yüzyılı anlamak nasıl mümkün olabilir?..Ya da 19.yüzyılda Balkanlar’da yaşanan savaşlar ve Müslüman Türklerin her şeyleriyle Balkanlar’dan kovulmalarına yönelik politikalara vakıf olmadan 20. Yüzyılda Müslümanlara yapılan soykırım ve bu soykırıma seyirci kalınması neyle ve nasıl anlamdırılabilir.?”
Evet, tarih kazananları ve kaybedenleri yazıyor ve yazmaya devam edecek.İsterseniz sözü yine büyük tarihcimiz Yılmaz Öztuna’ya bırakarak bitirelim:
“En karekteristik ve tarihi vasfı,Rumeli Türklüğü’nü yok edişi olan Balkan harbi,bu bakımdan,Rumeli Türklüğü’nün de anası olan ve onu doğuran Anadolu Türklüğü için,sonsuz ibretler ve nihayetsiz dersler ihtiva eden bir savaştır.Harp okullarımızda,akedemilerimizde,orta ve yüksek öğretimde,hiçbir ideolijiye kaçmadan,tarafsız ve sadece tarihi bir oluşum olarak çok iyi okutulmalı ve değerlendirilmelidir. Zira Anadolu Türklüğü’nü aynı akibete uğratmak emel ve projeleri her zaman olacaktır.

Fakat bizim SON KALE ANADOLU’DAN BAŞKA GİDECEK BAŞKA BİR ANADOLU’MUZ YOKTUR …

(1):Prof. Dr.Taha N. Karaca (Büyük Oyun)
(2):Prof.Dr.Fahir Armaoğlu (19.Yüzyıl Siyasal Tarihi)
(3):Necmettin Alkan (Ve Selanik Düştü)