Bir kişiyi bir şeyler yapmaya, yapmamaya her turlu amaç için yön verme konusunda fikrini belirlemek yâda değiştirmek amacı ile kullanılabilen yerdir İkna Odası. Oda olması da gerekli değildir.
Vatandaşı nerde ikna için denk getirirsen orası İkna Odasıdır.
Eee insanoğlu kendi aklı, fikri var. Arada birbirinin gazına gelenler olsa da Allah akıl fikir ihsan eylesin sözü tamda onlar içindir.
Yaparsın ikna odalarını çağırırsın ahaliyi sonra gaz alır, yönlendirirsin.
Konu buna müsaittir çünkü.
Önemli hissettirirsin önce odaya çağırdığını.
Psikoloji bu elbet, boru değil.
Kimi odaya soktuysan “Bak ha dersin ya seve seve’ he ‘ dersin. Ya, Devlet benim yaptığımı yapmaz, sizi de dinlemez kodumu oturtur.
Onun için gel sen he de”
İkna odasına giren aslında baskının hedefidir.
Kimi korkutulacak, kimi hedef olarak tedirgin edilecek ve sonucunda sunulan şeyler kadar vazgeçtiklerinin hesabını yapar- yapmaz hale getirilecektir.
Dedik ya adı İkna Odası. İlla ki oda olması şart değil. Darlığı, uzunluğu, duvarlarının kalınlığı hepsi boştur. Boyut önemli değildir.
İkna odasının özelliği odanın darlığı; duvarları ile değil karsıdaki kişinin isini iyi bilip bilmemesi ile direk olarak orantılıdır.
Geçmişte hatırlarsınız dönemin başbakanı Tansu Çiller için konuşulmuştu. Şu meşhur 28 Şubat sürecinde Hilton’da filan sendikalar tarafından İkna odasına alındı diye.
Sonra İstanbul Üniversitesinde başlayan Baş açma işine uzandı.
Üniversite öğrencisi başı kapalı kızlar başlarını açmaları konusunda İkna odalarına alınıyorlardı.
O dönemi yaşayanlar sonra şunu söylediler:
“önünüzde tek şart koşuluyor ya okuldan ayrılıp rezil olacaksınız, ya başınızı açacaksınız”
Doğrumudur bilemem yaşamadım. Böyle değil midir bunu da bilemem. Sadece gözümde canlandırdığım şu olur:
Boyutu önemsiz bir odaya da sıkıştırılmış genç kızların tepesine çullanma girişiminin en can alıcı unsuru: ya okul, ya başörtüsü...
Doğrudur yalandır bilmem. Bildiğim ve anladığım sadece şudur.
Baskı, Korkutma, Kötünün iyisini veya tersini kabul ettirme.
Nerden geldik diye soracak olursanız.
Konu açık. Bizin memleketin Kentsel Dönüşüm hikâyesi.
Konuşmaya yanılmıyorsam 2012’de başladık. Dillenir dillenmez Sayın Bahattin Şeker Devlete sordu. Bilecik‘de Kentsel Dönüşüm ne iş diye.
Devlet “valla ben yapıyomda sizin memleketten haberim yok” dedi.
Devletin haberim yok dediğine bakmayın bizim başkan bu işi anlatmak gerek dedi. Ne anlatacaktı? Ne anlatacağını anlamak için yuvarla 500 bin liraya proje ihalesi yaptı.
Proje hazırlandı. Topladı milleti anlattı.
Gazetelere açıkladı. Projeciler anlattı. Topluca anlattı, teke tek anlattı. Bizim mahalleliler: “Olmaz” dedi.
Bilmem kaç küsur imza toplayıp yaptırmayız dedi.
Yaptıracaklar “hadi ordan biz yaptırcaz” dedi.
Bu arada bizim başkan anayasal mülkiyet hakkına şerh koydu.
“Almak- satmak- yapmak istop” dedi. Arada noter moter işin içine girince:
“madem istemiyorlar yapmayız bizim söz delikanlı sözü Yüzdeyle 59’u bilem olmaz istiyorlarsa ille de 60’la isteyecekler öyle olcak” dedi.
Vatandaş: “tamam dedi ak, kara belli olcak. Koycak başkan sandığı he mi çıkacak yok mu çıkacak ona göre iş yapacak.”
Öyle olmadı. Son Belediye Meclis Toplantısında Başkan dedi ki:
“15 Ocak’tan sonra, Caminin karşısına bi yere büro yapcaz, mimarını, mühendisini, çoluk çoçuğunu alan ora gelsin bi daha anlatcaz.”
Bildiğin İkna odası yani.
Bugün 15 Ocak. Başkan kim varsa gelsin buyursunlar odaya dedi.
Dedik ya bu işte boyut önemli değil diye. Başkan işleve bakacak.
İkna olmazlarsa sandık koyup sizin dediğinizi yaptım diyecek. İkna olurlarsa siz isteniz de yaptım…

Hoşça ve Dostça Kalınız. Saygılarımla…