Bilecik’in çok eski halini bilenlerden özür. Bilmeyen, araştırmayan, sorgulamadan sadece bugününü yaşayanlardan da. Bugünün Bilecik’ini gören ve işte şimdi şehir olduk diyenlerden de… Hiçbir siyasi bakış taşımadan, dününü, yapılan ve yapılmayanlarını, kim ne yaptıysa sağ ol diyerek kendi bildiğim, yaşadığım ve özlediğim kenti. Bilecik’in kendine has ama artık duyamadığım kokusunu yazmak istiyorum… Kısaca bu yazı bir kent yazısı, Bilecik yazısı… Bu yazı elbette ve tamamen benim görüşlerimi içermektedir. Katkı yapmak, eleştirmek veya tartışmak isterseniz elektronik posta adresim yukarıda. Kent kokusu diyince sizin aklınıza ne gelir? Bilmiyorum. Ama benim aklıma geleni aktarayım. Anlatmak istediğim klasikleşmiş ve öyle burnumuzun direğini sızlatan bir koku değil. Malatya’ nın Arguvan, Eğenin Zeytin,  Bursa’nın Uludağ Kokan yapısı değil. İşte tam da bu nedenle yazıya ve içeriğine “yav ne alaka?” demeyin. Ülkelerin, şehirlerin kendine has yapıları olduğu gibi kendilerine has kokuları da var. İşte bu kokulardır hafızalarımıza kazınan ve anımsamak istediğimiz. Aynı, dostluklar gibi, arkadaşlık ve akrabalık gibi. Bizleri yaşadığımız şehirle arkadaş, dost ve akraba yapanda bu kokudur… Çocukluğumuzda aldığımız ve hafızamıza yerleşmiş bir kokuyu duyduğumuzda  geçmişe, geçmişteki o anı saklayan detaylara gidebiliyoruz. Kent kokusunun insanda hissettirdikleri bu nedenle kalıcıdır. Bir zaman ayrı kalsanız da tekrar girdiğiniz anda yerleşir o koku burnunuza. En başta yazdık amacım ne dünün ne bugünün yerel yöneticilerini suçlamak. Yinede bir serzenişte bulunmamak elde değil. Bugünün Bilecik’ine ve dahi yine bugünden baktığımda geçmişte aldığım kokuyu duymadığımı, geçmişin duyguları yaşamadığım hissediyorum. Yeni yerleşim yerleri, kaldırımlar, asfalt veya farklı düzenlemeler. Yıkılıp yerine yenilerinin yapıldığı binalar ve bu binaların sokakları, mahalleleri var.    Her yenilenme ile birlikte kaybolan anılarda. Yakında evlerinin önünde oturup kendini konuşan ablalarımızı, mahalle amcalarını ve sokak değerlerimizi de kaybedecek olursak şaşırmamalı. Güya yenileniyoruz ancak yenilenmenin getirdiği çirkinliğine hiç bakmıyoruz. Rant oldu her yanımız verelim eskiyi, alalım yeniyi diye bakıyoruz. Kendince şekilli ama Bilecik’in şeklini, trafiğini, görüntüsünü, güneşini, rüzgârını kesen yeni, yepyeni, geliştirilmiş binalar yapılıyor ve bizde olur diyoruz. İşte size de belgesi (İnş. Ruh)… Buyurun istediğiniz gibi belleyin şehrimizi bu yasal dayanağınız ile diyoruz. Hatta ve belki yoldan yer satıp binayı, binaları taşıyabildiğimiz kadar sokağımıza taşıyoruz. Kimi yürüyenlere inat ve onları ezercesine yükselen kaldırımlar yapıyoruz. Kimi hiç kaldırımı olmayan yollar. Suçlu yoldan yer satılmasına susan arazimidir, kaldırımlar mıdır sizce? Derler ki; Kent kültürü kaldırımlarının yüksekliği ile ters orantılıdır. Yani, kaldırım ne kadar yüksekse o kadar kültürsüz ne kadar alçaksa (kullanılabilir) o kadar kültürlüyüzdür. Bilecik, çok ilginçtir bu konuda, yürümeye çalıştığınız kaldırımlara ve elbette kaldırım varsa dikkatli bakın lütfen “ya tavan yapar kültürümüz ya da dip…” Kimi sokaklara bakınız evlerin içine akarcasına ve ev sakinlerinin kulaklarından çıkarcasına dökülen asfaltlarımızı görürsünüz. Belki, onarılıp, yenilenmiş ev, işyeri ya da resmi binaların önünden, sağından, solundan sarkan, yayılan, kabloların arasından artık bakmıyorsunuzdur. Ama şehrin ortasında akan kanalizasyon haberlerini, kiralanmış sokaklarını, reklama döndürülmüş duvarlarını da görmüyor değilsinizdir. Tamam, Kurtuluş savaşında Yunan yakmış, taş üstünde taş koymamış, tarihi binamız veya alanımız kalmamış olabilir. Yine de Kişiliksiz ve çirkin binaları, tarihin içi dışı demeden her yere sokuşturmanın, sokuşturmaya çalışmanın da anlamını sorgulamak kentlinin hakkı olamaz mı? En azından bundan sonrası kalabilse, bugün tarihtir denilip yarı tarihi kalsa… 5-7 metrelik sokaklara koca koca binalar dikilip, dikilmek istenip tarih, lafta bırakılmasa. Bilecik, kişiliğini oluşturan değerlerine kıyıyor, bu kıyım yüzünden de kokusunu kaybediyor. Yenilendiği için değil, kendine olan güveni kaybetmeye başladığı için içeriğini, kokusunu ve dokusunu kaybediyor… Kurulurken ve kurtulurken; “Dünyayı dize getiren adamların, yanmış, yıkılmış bir arazide yeşerttikleri” ve girişine ilk başkent diye yazdığımız, Şehr-i Bilecik kişilik bunalımı yaşıyor. Üstüne kurulduğu tarihi ve değerleri koruyamadığı, kim olduğunu unutmaya yüz tuttuğu için. Kokusunu kaybediyor. Bilecik sevdadır. Sevda, şehre kendi kokusunu işler. Kent kokusunun bir sevda olduğu, Rant kokusunun olmadığı bir Bilecik özlemiyle…

Hoşça ve Dostça Kalınız. Saygılarımla…