CHP’nin Bilecik’ten sorumlu milletvekillerinden İstanbul Milletvekili ve Parti Meclisi üyesi Onursal Adıgüzel, dün ilimize katıldığı örgüt toplantısında, AK Parti’yle yürütülen koalisyon görüşmelerinin detaylarını partililerle paylaştı. Partinin en genç milletvekili olan 30 yaşındaki Adıgüzel, CHP’nin Türkiye’nin temel sorunlarını; dış politika/mülteciler, ekonomi/işsizlik, anayasa ihlalleri, eğitim sistemi ve toplumsal barış olmak üzere 5’e ayırdığını ve koalisyon görüşmelerinde bu konuların masaya yatırıldığını söyledi. Görüşmelere Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müdahale ettiğini belirten Adıgüzel, “1 Kasım’da halkımız gereken cevabı verecektir” dedi.  

        Milletvekili Yaşar Tüzün’ün de katıldığı toplantıda, İl Başkanı Şinasi Çetinkaya, Merkez İlçe Başkanı Gültekin Çalışkan, il ve ilçe yönetimlerinden yeni ve eski isimler hazır bulundu. 1 Kasım seçimlerine hazırlık olarak değerlendirilen toplantının basına açık bölümünde Milletvekili Onursal Adıgüzel, şöyle konuştu:

        “CHP’den başka, tüm partilerle uzlaşabilecek başka bir yapı yok”

        7 Haziran seçimleri hepimiz için çok önemli bir süreçti ve ertesi günü şunu gördük. Halkımız kimseye tek başına iktidar olma şansını vermedi. Bunu anlayabildik ve dedik ki; “Yeni dönemde siyasi partilere çok önemli bir görev düşüyor.” Mevcut iktidar 13 yıldır insanlık onurunu ayaklar altına alan, bizi görmezden gelen, sosyal yardımları bile hak temelli değil de yandaş ve rantdaş temelli dağıtan bir hükümetti. Buna karşı da %60’la halkımız dedi ki, “Biz gitmesini istiyoruz, yeni bir yapı istiyoruz.” Ne yazık ki süreci biraz ilerlettikten sonra gördük ki %60 diye bir şey yok. Ne yazık ki MHP ve HDP hiçbir şekilde uzlaşmayacaklar ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden başka da bütün partilerle görüşülebilecek hiçbir yapı da yok. Yani kuruluşumuzdan beri olduğu gibi, ülkenin kuruluşundan beri olduğu gibi, Kurtuluş Savaşı’nı, kuruluş mücadelesini veren Cumhuriyet Halk Partisi’ne yine tarihi bir görev düşüyordu.

“Önce parti” demedik “önce Türkiye” dedik”

Allah rahmet eylesin her gün şehit veriyoruz. Hepsine buradan gani gani rahmet diliyorum. Türkiye’de yeni bir uzlaşı ortamının oluşmasını sağlamak lazım. Bu ülkenin çocukları ölüyor. Onların insanca yaşayabilmesi için uzlaşı ortamını sağlamak Cumhuriyet Halk Partisi’ne düşüyordu. Bu noktada da CHP, bireysel çıkarlarını geride bırakarak “önce parti” demedi, “önce ben” demedi. Sayın Genel Başkanımız “önce Türkiye” dedi. Biz, Türkiye’de ekonomik anlamda, demokratik anlamda, insani koşulların gelişmesi anlamında elimizden ne geliyorsa gövdemizi taşın altına koymaya hazırız. Yeter ki bu ülkede çocuklar ölmesin ve yatağa aç girmesinler dedik. Buradan bir adım attık ve genel başkanımız 14 ilkemizi,seçimden sonraki ilk Parti Genel Meclisi toplantısında açıkladı. Hepimizin bildiği 14 ilke. Bu 14 ilkeyi daha sonra 5 başlık altında topladık. Bunlardan birincisi dış politikaydı. Libya’yla, Mısır’la, Irak’la, İran’la, Suriye’yle yaşadığımız sıkıntılar, AB sürecinin, ki AKP’yi buraya getiren süreçtir, tıkanmasıyla ilgili sorunların hepsini özetleyen bir dış politika başlığı koyduk.

Bu Suriyeli çocuklar 10-15 yıl sonra ne olacak?

Biz Türkiye’nin her yerini geziyoruz. Türkiye’de milyonlarca Suriyeli var, tam sayılarını bile bilmiyoruz. Daha acısı Suriyeli çocuklar şu an Türkiye’de hiçbir şekilde eğitilmeden, kayıt altına alınmadan büyüyorlar. Acaba 10 yıl sonra 15 yıl sonra ne olacak? Hiç bilmiyoruz, çünkü tek bildikleri insanları öldürmek. Babaları Suriye’de savaşıyor, belki bazen geliyorlar. Bu konuda gelecekle ilgili çok derin kaygılarımız var. Bununla birlikte ekonomimize direk zararları var. İş dünyasıyla diyalog platformu var CHP’de. Antep’te bir toplantı yapıldı ve bende katıldım. Antep’teki toplantıda bir işveren şunu söyledi. “Suriyeliler burada günlük 10 liraya çalışıyorlar. O zaman bizim kardeşlerimize zaten iş imkanı kalmıyor.” 900 km sınırımız var o bölgede. Sınır ticareti çok güçlüdür Türkiye’de. Ne yazık ki ticaret tamamen durmuş durumda. Şu anki başbakan bu dış politikanın ve dış politikadaki sıkıntıların stratejistidir. Stratejik derinlik deniyor ama stratejik körlük aslında. Bu noktada ciddi bir trajedi yaşanıyor. Türkiye milyarlarca dolarlık ekonomik sıkıntıya sokuldu. Seçim çalışmasında sokaklarda elini sıktığım her beş kişiden biri Suriyeli çıkıyordu. Biz bu noktada şunu söyledik, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün her zaman söylediği gibi “yurtta ve dünyada barışın sağlanabilmesi için elimizden geleni yaparız” dedik. Dış politikayı da yine bu noktada konumlandıralım istedik.

“Ekonomi alanında devrim yapılması gerekiyor”

İkinci başlık ekonomiydi. Türkiye’nin ciddi ekonomik sıkıntıları var. Gençlerimiz işsiz. OECD ülkeleri sıralamasında %28,4’le genç işsizlik oranıyla 1. sıradayız. Gençlerimizin %28,4’ü işsiz. Üniversitelerin işsizlik oranını hiç söylemiyorum. Çünkü onlar çok daha fazla. Çiftçilerimize, memurlarımıza, emeklilerimize, asgari ücretliye, taşeron çalışanlara yönelik çözüm önerilerimiz vardı. Bu aslında insanca yaşam koşullarını sağlayabilmekti. Ekonomimizin katma değer yaratan Türkiye’yi daha ileriye daha başarılı taşıyabilecek bir hale gelebilmesi için bir devrim yapılması gerekiyordu. Sadece kendilerine rant sağlayan sektörlerin desteklenmesi değil, Türkiye’yi aydınlık günlere taşıyabilecek, ekonomik anlamda refah seviyesine çıkarabilecek yatırımların yapılabilmesi için bir yol çizdik.

“Halkımız gereken dersi Cumhurbaşkanına verecek”

Anayasa hepimizin içinde bir yaradır. Her gün gasp edildiğini görüyoruz. Oradaki yetkilerin Cumhurbaşkanı tarafından gasp edildiğini görüyoruz. Anayasada sadece Cumhurbaşkanının seçilme yöntemi değiştirildi. Yetkileri değişmedi. O, yetkilerinin de değiştiğini zannediyor ama 1 Kasım seçimlerinde, yetki gasp etmek, hükümet kurdurmamak nasıl oluyormuş, halkımız gereken dersi Cumhurbaşkanına verecek. Ciddi bir yetki gaspı var. “Özgürlükçü bir anayasa” dedi Cumhuriyet Halk Partisi, “Hukukun üstünlüğüne inanan, güçler ayrılığı ilkesinin olduğu, parlamenter sistemin güçlendirildiği bir anayasa oluşturalım” dedik.

“Türkiye’de tek meslek de imamlık değil”

Diğer bir başlığımız eğitim. Eğitim hepimizin içinde yaradır. Sıkıntılarımız her gün büyüyor. Eğitim sistemimizi yeniden yapılandıralım. Burada diyorlar ki, “Siz İmam Hatiplere karşı mısınız?” Hayır. Biz İmam Hatiplere karşı değiliz. İmam Hatip’te okumak isteyen öğrencilerimiz gidip okuyabilir. Ama Türkiye’de tek meslek de imamlık değil. Daha iyi tornacılar yetiştirelim, meslek elemanları yetiştirelim. Sporcular, sanatçılar yetiştirelim. Bunların yetişebilmesi için de, o eğitimleri veren yeni okullar açalım. Katma değer yaratan sektörleri güçlendirelim. Üniversitelerimizde ar-ge güçlensin. Şu an dünya standardı değerlendirmelere göre okuma-yazmayı öğretemiyoruz. PISA değerlendirmesine göre şu an dünyada okuma-yazmayı öğretmede 49’uncu sıradayız. Matematiği, feni, fiziği geçtik. Çocuklarımız daha okuduğunu anlayamıyor. Son 13 yılda 11 kez eğitim sistemimizde değişiklik yapılmış. Değiştirdiğimiz bakan sayısı da zaten ne kadar başarılı olduğunun göstergesidir.

Telekom, Petkim, Tüpraş bir Whatsapp etmiyor”

Bu noktada, geleceğimizin birileri tarafından satılmasına, karartılmasına izin vermemek için bir eğitim reformuyla, hem üniversitelerimizi bilim yuvası yapalım. Gerçekten özgür, bilimsel, laik eğitimin olduğu yerler olsun istedik. Bunu anlattık. Neden bunu söylüyoruz? Türkiye’nin ekonomik kurtuluşu eğitimden geçecek çünkü. Hepimizin cebinde cep telefonları var. Bu telefonlarda programlar var. Biz bu programları da yurtdışından satın alıyoruz, telefonları da yurtdışından satın alıyoruz. Kendi topraklarımızda yetişen tohumları da yurtdışından satın alıyoruz, Anadolu’nun değerleri de yok oluyor aslında. Diyoruz ki, bilime yapılan yatırımla, Telefonlarda kullandığımız Whatsapp programı var. Çok iyi bir iletişim sistemidir. Whatsapp 2 sene önce 18 milyar dolara satıldı. Niye verdim bu örneği, Whatsapp birkaç gencin bulduğu sonra yatırım aldığı bir proje. 18 Milyar dolara satıldı. Bizim kocaman binaları olan, kabloları olan Telekom’umuz, üzerine Tüpraş, üzerine de Petkim’i koyduk, hepsi 18 milyar etmedi. Bir bilgisayar programı kadar etmedi. İşte bizim katma değer yaratan sektörleri burada güçlendirmemiz lazım.

“TOKİ sadece rezidans, lüks daire yapmasın, yurt yapsın”

Yine eğitimle ilgili çok önemli bir örnek var. Türkiye'de 6 milyon öğrenci var. Yurt sorunu var. Sizlerde yaşıyorsunuzdur yakınlarınıza yurt ihtiyacı oluyor. Yaşar Bey’den de talep ediyorsunuzdur. O da elinden geleni yapıyordur ama çok zor. 15 öğrenciye bir yurt düşüyor bu ülkede. Ama TOKİ yurt yapmıyor. CHP dedi ki, biz TOKİ'ye sadece rezidanslar, lüks daireler yaptırmayalım. Yurt yaptıralım. Ama yok rant olmazsa biz inşaat yapmayız diyorlar. Öğrencilerin geleceği umurumuzda değil, barınma sorunu yaşayabilirler. Çünkü yurtlarda hiç bir rant oluşmuyor diyorlar. İşte eğitim sistemimizin bir değişikliğe ihtiyacı vardı.

“Akan kanda siyasi rant var”

Türkiye'de son günlerde eksikliğini daha fazla hissettiğimiz toplumsal barış meselesi var. Bunun için CHP çözüm önerisi çok netti. Samimi olunsun, meclis çatısı altında halk bilgilendirilerek çözüm önerileri sunulsun. Kesinlikle bir ajandanız, bir angajmanınız olmasın. Biz “meclis çatısı altında bu sorunu çözebiliriz” dedik. Hatta bir Parti Meclisi toplantısında, Genel Başkanımız, “Bu sıkıntıları meclis çatısı altında çözmek istiyorsanız, açık kredi size” dedi. Cumhurbaşkanı olan zat elinin tersiyle itti ve dedi ki: “Ben sizin kredinizi de istemem, desteğinizi de istemem. Ben çözerim” Zaten 7 Haziran’a kadar bir silah bile patlamıyorken bir an da iki tarafın birden birbirine saldırması, 1 Kasım seçimlerine giderken nasıl bir siyasi rant ilişkisinin olduğunun net bir göstergesidir.

“Bu 5 başlık Türkiye’nin temel sorunlarıdır”

CHP şunun üzerine basa basa söylüyor. “Biz bu ülkede ki çocukların ölmesini istemiyoruz.” Biz, AKP'yle koalisyon kurma konusuna bu kadar uzakken, sokağın beklentileri doğrultusunda genel başkanımıza tam yetki verdik. Kendisi de bütün görüşmelere baştan sona katıldı ve Türkiye’nin temel sorunlarını bu beş başlıkta özetledi. Biraz önce saydığımız; Toplumsal barış, anayasa, eğitim, ekonomi, dış politika,  bu beş başlık Türkiye'nin temel sorunlarıdır.

“AKP’den samimi olmalarını istedik”

Davutoğlu diyor ki: “Evet, Tespitleriniz çok doğru. Aile sigortası projesi çok haklı. Çok doğru projeleri var partinin.” Sayın Genel Başkanımız bir de şunu anlatıyor; “Bakın, Türkiye'de bir koalisyon olacaksa yüksek profilli olmalı.” Yüksek profilli demek, toplumun uzlaşısıyla oluşacak bir koalisyon demek. Bununla birlikte “samimiyet ve güven istiyoruz” diyor. Neden samimiyet ve güven istediğini de anlatayım. Çünkü sonra samimi olmadıkları ortaya çıkacak. Daha 2011 seçimlerinde bir yemin krizi vardı. Hepiniz iyi hatırlarsınız bu yemin krizini. İşte bu yemin krizinde bütün grup başkanvekilleri toplanıyorlar ve anlaşıyorlar. Diyorlar ki yarın bu sorunu çözeceğiz. Milletvekillerinin de yemin etmesi sağlanacak diyorlar. Uzlaşıp, anlaşıp çıkıyorlar. Ertesi gün AKP’li uzlaşan arkadaşımız çıkıp; “Anlaşma falan yapmadık. Hiç birini kabul etmiyoruz” diyorlar. Onun için çok ciddi bir samimiyet sorunu vardı, onu da söyledik. Samimiyet ve güvenin önemli olduğunu, yüksek profilli bir hükümet olması gerektiğini söyledik.

“2 yıllık bir reform hükümeti kurulmasını istedik”

Görüşmelerde bir de en az 2 yıllık bir reform hükümeti kurulması gerektiğini söyledik. Çünkü Türkiye'nin çok büyük sorunları var. Bunların çözülmesi gerekiyor. 2002 yılında ekmek kaç paraydı hatırlıyor musunuz? Ben size söyleyeyim. 20 kuruştu. Şu an İstanbul'da ekmek 1 lira. Et yedi kat daha pahalı. Bir asgari ücretli maaşıyla alacağı etin şu an 7'de biri kadar et alamıyor bile. Bu şartlarda CHP bütün özverisiyle bütün imkanlarıyla koalisyonu yapalım dedi.

“Saray, görüşmelere müdahale etti”

Görüşmelerin ardından Davutoğlu dönüyor ve Genel Başkanımıza: “Müzakerelere başlayabiliriz” diyor. Müzakerelere başlamak çok önemli. Ama oradan Ömer Çelik araya giriyor, “Müzakere demeyelim. Ön görüşme diyelim” diyor. İşte orada zaten sarayın ne istediği belli. Davutoğlu müzakerelere başlayalım dediğinde, saray “Kardeşim siz yapamazsınız. Bu ön görüşme, müzakere değil” diyor. Buradan başlayan bir müdahale var zaten sürece. Biz bütün samimiyetimizle gerekeni yapmaya çalıştık.

“40 gün değil sadece 10 gün görüştük”

40 günlük bir süreç gibi görünüyor ama araya giren yüksek asgari şura, bayram tatili gibi kesintilerle toplamda 10 günlük görüşme süresi oldu. Ki bu da çok doğal bir zaman. Sürecin sonrasında 5 gün kalmasına rağmen yine CHP'ye yetkiyi vermediler. Neden vermedi CHP'ye yetkiyi. Çünkü CHP tam anlamıyla toplumda şu an uzlaşı yaratmış durumda. HDP'si de, MHP'si de, AKP’lisi de diyor ki; “CHP Türkiye'nin temel taşıdır, temel dirediğidir” Bu koalisyon içinde olması gerekir. Cumhurbaşkanı da bundan rahatsız oluyor. “Bu hükümet kurdurulmasın ne olursa olsun” diyor.

“Bizim milletvekillerimize bakanlık teklif ettiler”

Dün yaşadığımız olay da ayrı bir kepazeliktir. Bunların birbirine olan saygısını, partilere olan, demokrasiye olan saygısını göstermektedir. Bizim milletvekillerimize ya da herhangi bir partinin milletvekiline genel başkanları aşarak, partinin tüzel kişiliğini aşarak bakanlık teklif ediyorlar. Böyle bir şey kabul edilemez. Her yerde samimiyetsizlikleri göstermek istiyorlar. Onun için sunu tekrar tekrar söylüyorum; CHP “önce Türkiye” diyerek, “önce Türkiye sonra partimiz” diyerek elinden geleni yapmaya çalıştı. Ama AKP bütün samimiyetsizliğini son kertede gösterdi ve “ben 5 tepenin yolunu bilmeyenlere hükümet kurma görevi vermem” gibi, kargaların güleceği bir açıklama yapıldı.

“Sarayı 1 Kasım’dan sonra ODTÜ’ye vereceğiz”

Genel Başkanımız şunu da söylemiştir. Lütfen bunu da es geçmeyelim. “Ben kaçak saraya anayasal gerekler dışında gitmem.” Yani anayasanın verdiği bir yetkiye göre, yetki almaya giderim dedi. Ama herhangi bir resepsiyona, kutlamaya gitmem. Çok da doğal bir tepkidir bu. Çünkü o saray, bizim çocuklarımızın geleceğine yatırılması gereken paralarla yapıldı. Ve kaçak bir saray. Şu an başbakanlık sarayı ama Cumhurbaşkanı oturuyor. 1 Kasım’dan sonra orayı OTDÜ'ye vereceğiz. Cumhurbaşkanı da gider Çankaya'da oturur diyoruz. Orada da hiç bir sıkıntımız yok.

“Başbakan’a üzülüyorum”

Ama biz bütün samimiyetimizle iktidarı kurmak istiyoruz. Türkiye'nin ekonomik anlamda ciddi sıkıntıları var. Bunlara çözüm önerileri bulmaya, demokratik anlamda toplumsal barış anlamında sıkıntılara çözüm önerileri bulmaya çalışıyoruz. Gezi sürecinde yaşadığımız gibi “benden olmayanların başına ne gelirse gelsin, gerekirse ölsünler” diyen bir bakış açısı, hükümetin de kurulmasına izin vermedi. Başbakana da üzülüyorum. Çünkü bir etkisi yok. Orada oturuyor.  Ama ortada Başbakan yok, çünkü hiç bir yerde irade koyamıyor ortaya. Yine bir tarihi misyonla, özellikle Ortadoğu'daki barışın sağlanabilmesi için, Türkiye'de askerlerimizin, polislerimizin ölmemesi için bize tarihi bir görev düşüyor. Hep birlikte bu mücadeleyi sürdüreceğiz. 1 Kasım’da Bilecik'te birinci parti olacağımıza inanıyorum. Türkiye'de artık bir şeyleri değiştireceğiz. Burada da bu güç, bu enerji sizlerde var. Tek başına olursak bunu başaramaz. Ama sizler omuz verirseniz, Bilecik'te de birinci oluruz Türkiye'de de birinci oluruz."

Editör: TE Bilişim