Rahmetli Celal Devecioğlu, 77 yaşında yaşadıklarını daktilo ile yazıya dökerek, İstiklal Savaşında Bilecik’in durumunu Yunan’ın ilk girişi, ikinci girişi, üçüncü ve son girişi şeklinde yaşadıklarını kaydetmişti. Üstelik yaşadıklarını yüzeysel değil, detaylı anlatması bizleri o tarihte yaşananları hissettirdi. Yaşanan bu önemli hadiseleri farklı günlerde gazetemiz 2. Sayfasında yer vererek duyurduğumuza inanıyorum. Bilecik’e 2. Kez girdiğini anlatan kısımda, Yunan’ın bu topraklar üzerinde yaşayan insanlarımıza ettiği zulmü, işkenceyi gözler önüne sermişti. Bilecik halkına ait evlerinin gözlerinin önünde yanmasını,  hissedilen acıyı, anlattığı sırada çok önemli bir noktaya da temas etmişti.

Celal Devecioğlu, Ateşe verilen evlerin yanı sıra Şeyh Edebali Türbesi’nin kapı tarafından ateşlendiğini gördüğünde hüngür hüngür ağlayanların olduğunu söylemesi, bu milletin mal mülk’ten daha büyük bir ideali, gerçeği olduğunu gösteriyor. İşte o gerçek, Türk Milletinin vazgeçemeyeceği “DEĞERLERİ”’dir. Evinden, yurdundan söküp atılan bu millet, değeri olan Şeyh Edebali’yi ve nasihatlarını unutmamıştı. Oradaki ağlama bunu anlatıyordu. İşgal sırasında Yunan’ın Bilecik’e üçüncü ve son gelişlerini ise bu kısımda öğreneceğiz. 

Devamında ise (Bilecik’in Aşağıçarşısı) , başlığı ile yer veren Devecioğlu’nun tarih’ten hatıralarını yayınlayacağız. Tarih’te olan ve günümüzde izi dahi kalmayan eserler gün yüzüne çıkacak.

YUNANLI’NIN BİLECİK’E ÜÇÜNCÜ VE SON GELİŞİ

Rahmetli Celal Devacioğlu; “Bu gelişinde, arkadan bizim askerler yetişinceye kadar hemşerimizi, ileri de mubadele yapmak zorla Yunanistan’a götürmüş. Bunlar: “Bilecik’te Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği Başkanı arkadaşımız Hayati Uzun’un dedesi ve Sultan Hamit’in Muhafız Çavuşların Hüseyin Çavuş, oğlu ve Hayati Bey’in babası Ahmet Uzun Şehirliler’in Ali Bey, Arap Recep, Fahriye Hanım adındaki bir kadın, Pelitözü köyünden Mustafa Aşık ve şimdi hatırlayamadığım bazı kişiler olup Atina’da iki sene kaldılar. Sonra Yunan esirleriyle mubadele edilerek geri geldiler. Yalnız bunlar değil İzmir’e varıncaya kadar binlerce Türk’ü zorla götürmüşler.

Yunanlılar Bilecik’ten çekildikten sonra biz ailece komşular ve sağ kalan hemşeriler Bilecik’e döndük. Erkeklerin çoğu harpte şehit oldular. Kül haline dönmüş evlerimizin arsalarını dahi zor seçtik. Rahmetli annem büyücek bir tencereyi yıkamış ve fırının önüne kayamıştı, iki yıl orada kalmış ve evimizin yerini onunla tayin edebildik.

Neyse rahmetli babamın ninesinden kalma tek odalı küçük bir ev, kısmen yanmamış olan Hisar Mahallesi’nde kalmış da oraya girdik.

Tabakhane Mahallesi’ndeki değirmenimize gittiğimizde sapasağlam ve anahtarı kapının üstünde olduğu halde bulduk. Hatta içindeki çeşitli alet ve edevat da aynen mevcut, yalnız Yunan askerleri son zamanlarda aç kalmışlar, yanan ev yerlerinden yarı sağlam, yarı yanık olarak buldukları hububatı değirmende öğüterek ekmek yapmışlar ve değirmencilikten anlamadıkları için yağlamasını bilmedikleri mil ve yatakları aşındırmışlardı.

Köyde iki yıl kadar kaldık, bu arada Yunan askerlerini geçindiren bağ ve bahçeler bakımsız kalmışlarsa da, ağaçların üzerlerindeki dut yemişleri ve bağlardaki üzümler ve diğer her çeşit meyveler imdadımıza yetişti.

Bilecik’in çeşitli mahallelerindeki yanmamış olarak kalan dağınık evler ancak küçük bir mahalle oluşturabilecek miktarda idi.

Bilecik’te bulunan veya sürgünden dönen gayrimüslimler de Yunanlılar’la birlikte kaçmışlar ve Türklere kalmasın diye kendi evlerinin de bir kısmını yakmışlardı.

Rabbi Teâlâ böyle kötü günleri bir daha kimseye göstermesin.

Âmin…

Bilecik: 25/6/1993 Celâl Devecioğlu Yaş 77

 

 

TARİHTEN HATIRALAR

(Bilecik’in Aşağıçarşısı)

Bilecik’in Otobüs Garajından başlayıp doğuya doğru uzanan Gugukluk Vâdisinin genişleyen orta kısmındaki meskûn yer Aşağıçarşısı idi.

Kıymet Aslan:  Yukarıda bahsi geçen “Otobüs Garajı”  günümüzdeki Atatürk Bulvarı üzerindeki Bilecik Terminali’nin olduğu alan değildir. O dönemde Otobüslerin durduğu, yolcuların indirilip kaldırıldığı  yer, ilimizdeki şuanda Halk Bankası’nın olduğu alan olarak biliniyor. Bilecik’in eski halini hatırlayan vatandaşlarımız bu yönde bir bilgi verdi. Günümüzdeki  Bilecik’te benim bildiğim ve etrafımdaki kişilerin bildiği kadarıyla “Aşağıçarşı”sı ve “Yukarıçarşısı” olarak isimlendirilen bir bölgesi yok.  Celal Devecioğlu bir tarihi bilgi daha vererek, böyle bir çarşının varlığından bahsediyor. Ne yazık ki ZAMAN, bu izleri de Bilecik’in bağrından aldığına şahit oluyoruz. Devecioğlu bu çarşıları ve işleyişini öyle bir şekilde bizlere aktarmış ki, usta mimarların elinde tarifler üzerinden dahi aynı çarşıların kurulmasına yardımcı olacak nitelikte!...

Celal Devecioğlu’nun Aktarımlarına Devam Ediyoruz….

“Osmanlılar tarafından kurulduğu, esnafının tamamen Osmanlı Türk’ü olduğu için Osmanlıçarşısı da denilirdi. Yukarıçarşı da ise Türk, Ermeni, Rum, Yahudi esnaf ve tacirler, büyük mağaza ve işhanları vardı. Aşağıçarşı da Orhan Gazi Camii’nin kıble tarafında ve biraz çukurda bulunuyordu. Uluyol’un (İpekyolu) bir kolu olup Bilecik’ten geçerek Bursa ve Hatta İzmir’e kadar uzanan eski yolun…kenarındaki bu çarşı, Süleyman Paşa Camii ve hamamı ile caminin yanındaki, içinde üç metre karelik boşluk olup ayakkabı tamircisi Hakkı ustanın çalıştığı meşhur koca çınardan başlar ve caminin bitişiğindeki ve karakol binasını geçtikten sonra orta yerde bugün, Yukarı çarşıdaki Şerif Paşa Camiinin önünde bulunan şadırvan, etrafında salkımsöğütler, bol ve pak suyu, fıskiyesinin tatlı şırıltısıyla insanları büyüleyen bir hali vardı.

Biraz ileride çeşitli helvalar, özellikle kuruüzüm şırasından yapılan ve emsali bulunmayan üzüm helvası imal eden Naif ustanın dükkanı ve evi, onu geçtikten sonra Koca kahvehane, daha ötede Büyükhan (Kervansaray) onun üst tarafında Pazarcıhanı ve onun batı tarafında da Pirinççihanı bulunuyordu. Bu defa geriye dönüp caddeden ilerlerken Kervansaray’ın yedek ahırları, az bir ara ile Merkemeçeşmesi ve çeşmeyi geçince çarşıya inen merdivenli yol, bu yoldan indikten sonra caddenin altında sıra sıra dükkanlar, dükkanların orta kısmında, sonradan “Beşe” soyadını alan xxxxxHakkı Amca’nın her zaman tıraş olmaya gittiğim berber dükkanı vardı. Çarşıdan çıkarken solda ekmekçi fırını olup iki okkalık ve iki kuruşluk ekmekler ekmekler vitrine sıralanırdı. Böyle bir ekmek bugünkü paramızla “200000” liradır.

Çarşının girişinde bulunan, oldukça geniş caminin kapısı yukarıdan inen yolun tam karşısına gelirdi. İçerideki kandil askısının çapı beş arşın olduğu söylenirdi, bu askının  üzerindeki yüzlerce zeytinyağı kandili ve mihrabın iki yanındaki şamdanlarda yanan çok sayıdaki mum ışıkları ile geceleri câminin içi gündüz gibi olurdu.

 

1330 yılında OrhanGazi’nin oğlu Süleyman Paşa tarafından yaptırılan caminin önünde ve gül ağaçlarının arasında paşanın hazırlanmış mezarı da bulunuyordu. Cami İstiklal Savaşında yandı, arsası dutbahçesi yapıldı, bugün ise belediyece yıktırılan minare resminden başka bir eseri kalmadı.

Cami ile hamamın arası on beş metre kadar olup dere ve yol bulunmakta idi. Caminin doğu tarafında, yukarıda adı geçen Süleyman Paşa’nın 1330 yılında ve bahçelerin arasına yaptırdığı bu hamam kâgir, ahşap kısımları ve geniş külhanı ile oldukça büyük idi. Şehrin en aşağı kısmında olduğu için halk arasında hâlâ dahi “Aşağıhamam” denilmektedir. Dış kapıdan girildikten sonra geniş zemin, sol tarafta soyunma ve giyinme yeri, sağ tarafta, geniş kafes içinde düğün ve bayramlarda binilen on kişilik beşik, iç kapının önünde yekpare mermerden yapılmış tarihi şadırvan bulunuyordu.”

 

Tarihi Şadırvanın detaylarını ve hazin sonunu, koruma altına alınmamasından dolayı biçare kalan eserlerin anlatımı ise yarın gazetemizde ve internet sitemizde okuyabilirsiniz.

Editör: TE Bilişim