Atatürk Caddesi üzerinde Ertuğrulgazi Camii yanında bulunan iki müstakil evin yıkılmasıyla Bilecik’in yakın dönem tarihinden bazı kalıntılar ortaya çıktı. İlk bakışta fark edilmeyen fakat dikkatli incelendiğinde bir binaya ait olduğu anlaşılan kalıntılar, Yunan işgali sırasında yakılan ve uzun yıllar harabe olarak kalan ipek fabrikasına ait. Kazıyla beraber ortaya çıkan tuğla duvarların üstünde yanık çatının kiremitleri göze çarpıyor. Bilecik’in tanınmış isimlerinden olan Ali İpek’in sahibi olduğu ipek fabrikasının harabe olarak durduğu yılları hatırlayan Emekli Öğretmen Halil Kösemen, hafızasında o günlerden kalanları gazetemize anlattı.


-          O zamanlar bu yol (Atatürk Bulvarı) yoktu. Çarşı içinden sadece Müftülüğün önündeki yol geçiyordu. Bu evler yıkılınca özellikle gidip baktım. Buranın eski sahibi Bilecik’in tanınmış isimlerinden Fabrikatör Ali Bey yani Ali İpek. Soyadı kanunundan sonra İpek soyadını almış ipek fabrikası olduğu için. Ali Bey’in fabrikasına kozalar gelirmiş, genç kızlar kozaları işler ipek haline getirirmiş. Bu ipek haline gelen kozalardan da Bilecikliler geniş perdelik kumaş dokurlarmış. Bilecik’te ipek perdelik kumaş dokunurmuş. Bunları satan tüccarlar da genellikle Küplü’denmiş. Nasıl Fransa’nın Paris’i varsa, Küplü de Türkiye’nin Paris’iymiş. Yani ticaret merkezi. Ermeni tüccarlar bu kumaşları Küplü’den alır, İstanbul’a götürürlermiş. Hatta zamanla bu Ermeni tüccarların çoğu İstanbul’a göç etmiş. Bunu kimden duydun diye sorarsan, benim bir Tekkeşin Dayım vardı harp malulü. O anlatırdı orada kurulan pazarları. Yunan geldiğinde Küplü’yü de yakmış. Abbaslık’ı da yakmış. Eskiden Papazlık derlermiş, papaz okulu varmış orda, şimdiki Abbaslık. Yunan orayı da yakmış, Bilecik’i de yakmış. O dönemlerde Bilecik’te çok sayıda Ermeni yaşıyormuş.

Evini kat karşılığı müteahhite veren 90 yaşındaki emekli öğretmen Hasan Öz, bahçesinde çeşitli meyve ağaçlarının olduğu 3 katlı evini vermenin üzüntüsünü yaşadığını fakat çocuklarının daha modern bir evde oturmak istemeleri üzerine evini yıktırmayı kabul ettiğini söylüyor.



-          Bizim çocukluğumuzda şimdi yol olan bu yer top sahasıydı. 1950 yılında Muammer Kıraner adında bir müteahhit tarafından buradaki yol (Atatürk Bulvarı) yapıldı. Fabrikatör Ali Bey’in yıkılan fabrikasının bulunduğu bu alan 5 parsele bölündü. Bunun 3 parseline yol yapıldı. 4’üncü parseli ben 1100 liraya aldım. 5’inci parseli de Hulusi Kurdaş almıştı. Aldığım parselin üzerine 3 katlı 6 daireli ev yaptım. O zamanlar 5. Parselde baca vardı. Tehlike arz ettiği için evi yapmadan önce o bacayı yıkmam gerekti. Evi yapmadan önce oradaki bacayı yıktık. Bahçesinde nar ağacı, elma ağacı, dut ağacı, kiraz ağacı, ayva ağacı, bütün meyve çeşitleri vardı. Gül ağaçları vardı. Bütün misafirlerimiz gelir otururdu, kahve içerdi bahçesinde. Orayı arayacağız ama ne yapalım artık.






“Ermeni altınını gömüp gitti”

Halil Kösemen eskiden Bilecik’te çok sayıda Ermeni yaşadığını ve Ermenilerin istiklal harbi sonrası Bilecik’i terk ettiklerini söylüyor. Bilecik’ten giden Ermenilerin bir kısmının Fransa’ya yerleştiğini, bazılarının aradan geçen uzun yıllar sonrasında yeniden Bilecik’e gelerek doğdukları toprakları ziyaret ettiklerini anlatıyor.


(Hamam Sokak'a çıkan merdivenler ve Ertuğrulgazi Camii)

-          Ben Bilecik’ten İstanbul’a göçen bir Ermeni tüccarın torunuyla tanıştım. Bana söylediği, evleri Emniyet Müdürlüğünün arkasındaymış, gelmiş daha sonra, gezmiş Bilecik’i. Yani öyle bir bölge ki, Emniyet Müdürlüğünden bizim bulunduğumuz Hamam Sokak’a, ta Tepebaşı’na kadar olan bölgede dağınık olarak Ermeniler yaşarmış. Komşumuz Rasih amca vardı. Bir gün kapısı çalınıyor, açıyor bakıyor kapıda bir kadın ve bir bey. Kadın diyor ki, ben Bilecik Ermenilerinden falancayım. Bu eve gelin gelmiştim, biz buradan ayrılırken takılarımı bir yere sakladık, altınlarımızı da bir yere sakladık, göstereyim yerini, ne olursunuz, altınlar sizin olsun ama benim hatıra takılarımı bana verin. Rasih amca da gaddardı. Kadını da kocasını da kovuyor. Kadın da ağlaya ağlaya gidiyor. Aradan yıllar geçiyor, Rasih Amca rahmetli oluyor, kızları var hayatta. 30 sene önce bir gün beni çağırdılar acele. Hemen gittim. Evlerinde oturmak için bir toprak seki vardı. Birileri kazmayla o sekiyi dağıtmış. Altından üçgen bir taş çıkmış. Taşın altı tertemiz, üstü samanla sıvanmış. Demek ki taşın altında bir şey varmış. Artık kim çıkardıysa, ne çıkardıysa almış götürmüş. Yıllar sonra o ev de yıkıldı, altınları da kimin aldığı meçhul.



(1950'lerin Atatürk Bulvarı'ndan bir kare)

“3000 yıllık heykelleri kireç yaptık”

Kösemen yaşadığımız coğrafyadan pek çok medeniyetin gelip geçtiğini, her birinin Bilecik’e tarihi bir miras bıraktığını, ancak bizim bu mirası korumada yeterli gayreti gösteremediğimizi söylüyor. Kösemen buna örnek olarak da Selöz Köyü’nde yok edilen antik kalıntıları gösteriyor:

-          Selöz Köyü’nde eskiden bir kireç ocağı varmış. Ocağın sahibi akşam kahveye gelip anlatırmış. Bugün koca koca kelleler buldum kireç yaptım, koca koca bacaklar buldum kireç yaptım diye. Orada antik şehir varmış. Kireç ocağı oradaki 3000 yıllık medeniyeti yok etmiş. Heykellerden kireç yapmış. Sahibi öleli bir 60 yıla yakın oluyor. Şimdi olsa, Bilecik’e turizm yönünden katkı sağlardı. 


(Atatürk Bulvarı'nın eski hali)

Editör: TE Bilişim