Araştırma / Kıymet Aslan

1917’de doğdu, 2003 yılında vefat etti. Fakat arkasında ilimizle ilgili büyük tarihi bilgi ve belgeler bıraktı. Bilecikliler onu çok seviyordu, ilimizde zamanında zabıt katipliği yapan ardından Maliye’den emekli olmuş o isim gerisinde çok önemli bir belge bıraktı. İşte o isim rahmetli Celal Devecioğlu.





“İstiklal Savaşında Bilecik” başlığıyla Bilecik’e gelen Yunanlılar ile Türklerin verdiği mücadelesini  77 yaşında  daktilo ile hatıralarını satırlara dökmüş olduğu o belgelere gazetemiz ulaşarak gün yüzüne çıkardı. Bilecik ile ilgili her türlü bilgi almak isteyen insanlar  Rahmetli Celal Amcayı  ararlarmış. Hafızası kuvvetli olan , araştırmacı ve arşiv yapma kabiliyeti taşıyan Devecioğlu  3 yaşındayken görmüş olduğu savaş dönemlerini  bile bildiği ve bu gördüklerini de çevresiyle sürekli anlattığını, anlatmaklada kalmayarak daktilo ile yazdığını Rahmetli Devecioğlu’nun 4 çocuğundan birisi olan Turan Devecioğlu anlattı.





Anlaşılan o ki yaşadıklarının onunla birlikte ölüp gitmesine gönlü razı olmayan rahmetli Celal Devecioğlu,  Bilecik’te yaşanan her önemli anısını, şahidi olduğu geçmişi,  satırlara dökmeyi başarmış bir isim olarak bizde Yarın Gazetesinin arşivlere girmesini istedik.  Geriye bu çok önemli  tarihi bilgileri arşivlerimize girmesini , böylece gelecek nesillere kadar ulaşmasında aracı olmanın mutluluğunu yaşayacağız. 86 yıllık ömre çok şey sığdıran Celal Devecioğlu’na hayırla yad ediyor, Allah’tan rahmet diliyoruz. İşte Celal Devecioğlu’nun ağzından dökülen o satırları aynen yayınlıyoruz.

“İstiklal Savaşında Bilecik”

15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkmış olan Yunanlılar geçtikleri yerleri işgal ederek Bursa’ya kadar geldiler. Bilecik’te 172. Türk Alayı teşekkül etmekte olduğu için Bursa’nın Dimboz bölgesinde altı ay kadar eğlenerek 6 Ocak 1921 tarihinde hareketle aynı ay içinde Bilecik’e geldiler. Bu sırada 172. Alay Bilecik’ten ayrılmıştı.

Yunan askerlerinin İzmir’e çıkışından az sonra bir Yunan uçağı geldi ve Bilecik’in üzerinde keşif uçuşları yaptı, Emirler Mahallesi ve Gugukluk Deresi üstlerindeki uçuşları sanki dün görmüşüm gibi hatıramdadır, o zamanki uçaklar küçük, hafif maddelerden yapılmış, yalnız iki kişilik olup gayet yüksekten uçmakta ve kerkenez kuşu görünümünde idi. O zaman Bilecik’e gelmiş olan İzmir Efeleri bu uçağa rahat vermediler çeşitli yerlerden ateş edip kaçırdılar, hatta o da mukabele edip meskûn olmayan Şehiralanı’na bomba attı, fakat zarar yapmadı, zarar vermezdi çünkü Türk halkı ile iyi geçinmek, şikâyete meydan vermemek hususunda Yunan subaylarının hükümetlerinden ve din adamlarından sıkı ve kesin talimat aldıkları anlaşılmaktaydı. Uçaklarla attıkları beyannameler ve toplu yerlerde halka yaptıkları telkinler “Gelen Peygamber askeridir size hiç zararı dokunmaz, siz de onlara karşı gelmeyin ve zarar yapmayın.” meâlinde idi.

Buna da sebep, Osmanlılar’ın Yunanistan’ı istilâ ve yüzlerce yıl bir vilâyet olarak idare etmeleri zamanlarında yerli halka karşı azamî derecede, islamî  esasları uygulamak suretiyle insanî medenî ve adil davranmış olmalarıdır.

1897 yılında yâni Yunanistan Osmanlı idaresinde iken cahil Yunan gençleri Türklere karşı harekete geçiyor. Abdülezel Paşa komutasındaki Osmanlı askeri bu hareketi bastırmak üzere yarımadanın üst başından yürüyüşe geçerek günlerce hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Mora Yarımadasına doğru ilerlerken bazı yerlerde düğün ve bayram yapan kalabalık halkla karşılaşan Türk Subaylarından birisi, rastladığı bir Yunanlı’ya “Yahu harp var Türk Askeri geldi, siz ne yapıyorsunuz böyle” dediğinde Yunanlı “Türk’ten bize zarar gelmez” deyip düğün alayına karışarak eğlencesine devam ediyor.

Bursa’dan Bilecik’e gelmekte olan Yunanlılar, özellikle subayları, askerin yerli halka ve bilhassa kadınlara zarar vermemesi için azamî dikkat ve gayret göstermiş ve tel örgü içine alarak kadınları korumuş olduğunu yaşlılardan duyardık.

Yunanlıların bu hareketi Türkler ’in kendilerine karşı gösterdiği iyi muamelelerin karşılığı idi.

Yunanlıların Bilecik’e ayak bastıkları günün sabahında, Bilecik’te mevcut iki kilisenin çanları gayet ahenkli bir surette çalıyordu. Bu çan sesleri ise “Yunan askerine, hoş geldiniz, Osmanlı Ülkesini işgal ediyorsunuz, sizi tebrik eder ve başarılar dileriz, bizler de sizdeniz ve sizinle beraberiz” anlamını ifade ediyordu.

Bu Yunanlının ilk gelişi idi.

Her ne kadar 1915 senesinde, bize karşı gelen ve bozgunculuk çıkaran gayri müslimlerin bazıları tehcire tabi tutulmuş ve başka yerlere sürülmüş iseler de bazıları yine Bilecik’te bulunuyorlardı.

Bilecik’e gelen Yunanlılar, az zamanda Yediler Tepesine bir zeminlik yapıp bir bölük asker bırakmak, bazı köprüleri yıkıp yollara tel örgü çekmek ve icap ed en yerlere top ve makinalı tüfek yerleştirmek sureti ile tahkimat yaparak Eskişehir istikametine harekete geçtiler ve Bilecik’te kalan askerin başında bir Yunan subayı bulunuyordu.

Bu subay gelirken aldığı kesin talimat gereğince halkla çok iyi geçinmek gayretinde idi, fakat bu sırada sürgündeki gayri müslimlerden bazıları tekrar Bilecik’e gelip evlerine yerleştiler ve Yunan askeri ile birleşerek, hatta onların elbiselerini de giyerek kendilerine her türlü yardım ve bize de her çeşit kötülük yapmak ve intikam almak gayretine düştüler.

Bilecik düşman işgaline girince bazı Türk aileleri civar, şehir kasaba ve köylere kaçtılarsa da, pek çoğu kaçamamış, Bilecik’te kalmışlardı. Yunan askerinden de pek zarar görülmüyordu.

Sürgünden dönenler ise, yanlarına bir Yunan askeri alarak kenar mahalle ve sokaklarda gece gece dolaşıp, kapıları güm güm vurarak, aynı zamanda Türkçe olarak “beş yumurta bir tavuk, kumandan ister çabuk çabuk” diyerek çapulculuk yapıyorlardı. Vatandaş varsa tavuk ve yumurtayı verirken bu defa da  “Türk cüzdanı çıkar, saati çıkar” diye yüzsüzlük ediyorlardı.

Kimsesiz veya kocası askere giden kadınların toplandıkları evleri öğrenip baskınlar yaparak genç kadınları alıp götürdükleri de duyuluyordu.

Yunan kumandanının bu olup biten işlerden haberi bulunmadığı muhakkak olup, “Kumandan bizi kurtar.!” diye bağırmasını bilen ve bağıran kimseler bu çapulcuları ve mütecavizleri kaçırıp kurtuluyorlardı.

Komutanlarının haberi olsa bunları idam ettirirdi.

Gazetelerde okuduğumuza göre, Marmara Bölgesinde eşraftan bir kişinin iki kızına tecavüz eden kendi askerlerinin gözlerini bağlatan yunan subayı iki askerini alenen kurşuna dizdirmiş.

Evimiz Edebali Türbesi yakınında idi, biz de ailece Bilecik’te idik daha, bir gün akşam üstü iki Yunan askeri bizim sokağa girdi, rahmetli babam penceredeki kafesin altından tüfeği sürdü, şükür ki bizim kapıya gelmediler gelselerdi ailece yok olur giderdik.

Birinci Dünya Savaşından sonra Aşağıçarşı (Osmanlıçarşısı) dağılmıştı, rahmetli babam bir gün elimden tuttu ve evin bazı ihtiyaçlarını almak üzere birlikte Yukarıçarşı’ya gittik. Taşmektep’in (şimdiki Malhatun İlkokulu) altına vardığımızda, Akmescit Caddesinden doğuya doğru biri asker, diğeri sivil iki kişinin gittiğini gördük, sivil olan babama seslenip yarı Türkçe, yarı Rumca bir şeyler söyledi, babama sordum ve “Biz Zincirlikaya’nın üzerinden bakınmaya gidiyoruz sende gel” dediğini söyledi. Biz hızlandık, onlar biraz ağırlaştılar. Mescithamamı yanında birleştik. Sivil olan zat Otuzbir’in Ahmet Bey (Bilecik’in o zamanki eşrafından)  diğeri de Yunan’ın Bilecik Komutanı imiş.

Ahmet Bey babamı komutan’a,  komutanı da babama tanıttıktan sonra birlikte yürümeye başladık. Bilecik’in yerlileri ve aydınları anlaşabilecekleri kadar Rumca ve Ermenice, Yunan Subayı’da Türkçe bildiği için konuşarak, hatta şakalaşarak Zincirlikaya’nın üzerine vardı.  Yunanlının omuzunda küçük bir tüfek, göğsünde de dürbün vardı, küçük tüfek hoşuma gitmiş ve dikkatimi çekmişti, Yunan subayı dürbünle bizde çıplak gözle etrafı seyrederken aniden bir silah sesi duyuldu, Ahmet bey “ne yaptın kumandan?” deyip tüfeğin namlusundan tuttu. Yunan subayı “Plaçka yok, Plaçka yok.” Dedi. Orhangazi Camiisinin eski ve küçük minaresinin yanında Kelem Hacı Mehmet amcalarının o sırada boş bulunan evlerinden bahçeye atılmış eski, lüzumsuz ve değersiz eşyayı birisine karıştırdığı görülüyordu, dürbünle bakınca kendi askerinin tüfeğinin ucuyla sözü geçen eşyayı karıştırdığını fark eden Yunan subayı bu askere ateş etmiş ve maktul  yerde biraz kıvrandıktan sonra öldüğüne bende şahit oldum. Ertesi gün, orada çürüyüp kokmasın diye komşular Edebali Türbesi’nin “Malanka” denilen mezarlığa gömüverdiler. Silah ve Cephanesine ne oldu bilmem.

                Bu hadiseyi bilen, eski Türbedar’ın oğlu ve halen Eskişehir’de oturan İbrahim Cengizoğlu, Bilecik’te rahmetli, mübaşir Ahmet Turan eşi Cevriye Turan, Bursa’da Ayşe Gürsoy ve rahmetli Baytar Ömer Bey’in  eşi Hanife Yenge doksan yaş civarında ve hayattadırlar.

Aynı hafta içinde yanlarına, zor kullanarak Bilecik Emirler Mahallesi’nden yardımcı olarak aldıkları Şakir Bey’de dahil olmak üzere 3 kişilik bir çete gurubu Camikebir  Mahallesine geldi, bunların yine sürgünden dönen gayrimüslimlerden olduğu anlaşılıyordu, mahallenin gençleri askere gittiğinden yaşlı erkekleri Orhangazi Camiine silah zoruyla topladılar, babamı da çağırmışlardı. Ellerinde tabanca ile biri caminin kapısında durdu, diğeri de Şakir Bey’i yanına alarak içeri girdi, içeri girenleri tek sıra halinde dizmişler ve teker teker üzerlerini arayıp cüzdanlarını ve saatlerini almışlar, sıra Deli Mehmet’e gelmiş. Bu zat kızdığı zaman şahadet parmağını kıvırıp ağzına alarak öfkesinden çiğner ve korkunç sesler çıkarırdı, aynı hareketi orada da yapınca çete korkmuş ve bir el ateş etmiş, xxxxxx sol böğrüne rastlayan kurşun derisini delip geçmiş, bizim yakın komşumuz olduğu için annesinin kocakarı ilaçlarıyla bu yarayı iyileştirdiğini iyi bilirim.

                Yukarıda adları geçen Ayşe Gürsoy’un babası İbrahim Gürsoy’un dedesi olan Kelemlerin Hacı Mehmet Amca da camidekilerin arasında, çetelere karşı “Bırakın bu adamları bunlarda para ve altın yok, bende sarılira da beşbirlik de var, eve gidelim ve vereyim” deyince çeteler halkı serbest bırakarak altınları alarak sevinçle Şakir Bey’in evine gidiyorlar. Komşu amcalar ve çeteler camideyken biz 3 komşu çocuğu ve arkadaş da kurşun  eremeyecek bir köşede durduk ve “gavur, gavur” diye bağırırken kapıdaki adam bize tabanca gösteriyordu.

Emirler Mahallesine doğru giden çeteleri, bizden yaşça çok büyük bulunan Püskülsüz Ali Amca uzaktan takip ederek yerleştikleri evi öğrendikten sonra, dolma tüfeği alarak çetelerin üzerine gidiyor. Evin her yerini aradı ise de, atları var kendileri yok.

Şakir Beyi de ortada göremiyor, meğerse çeteler samanların içine saklanmışlar. Ali Amca bu durumu sonradan öğreniyor. Kendisi oradan ayrılıp Karakilise’nin altına gelerek evi uzaktan gözlüyor. Biraz sonra çeteleri atlı olarak evden çıkarlarken görüyor. Bu hadiseyi kısmen kendim görüp biliyorum, kısmen de Ali Amca’dan dinledim. Bu sırada Bilecik Hükûmeti Yenişehir’de imiş ve bu çeteleri yakalayıp idam etmişler ve Mehmet Amca’nın altınlarını da çetelerden alıp kendisine teslim etmişler.

Birkaç gün sonra komsular “Gâvur geliyormuş!” diye bağrışmağa başladılar. Herkes götürebildiği kadar luzumlu eşya alıp sağa, sola kaçışmağa başladı, biz de bir miktar ve pek luzumlu eşya alarak evi terk edip Tabakhane Deresindeki değirmenimize gittik. Komsulardan da çok gelenler oldu. annededem Ahmat Ağa da, ninemi, dayılarımı ve torunu ve halen hayatta olan Hali,de ablayı almış ve yanımıza gelmişlerdi. O gece değirmende kaldık, sabah olunca pencerelerden bakışırken atlı iki Yunan askerinin Bergoz Bağlarından bize doğru indiklerini gördük. Biri subay diğeri de onun seyisi imiş, bizden yiyecek istediler verdik. Güneş epeyce yükselmişti, bize doğru gelirlerken subayın kılıcının kabzesi parlıyordu. Kendi dillerince teşekkür edip Bilecik’e çıktılar.

Meğerse 1. ve 2. İnönü Savaşlarında bozguna uğramış olan Yunan askerlerinden bazıları birliklerini kaybetmişler ve sağa, sola dağılmışlar. O gün öğleden sonra Bilecik Müftüsü Mehmet Nuri Hoca silahlı ve yanında arkadaşı eşraftan Hacı Saffettin Amca olduğu halde şemsiyesine dayanarak Bergoz Bağlarına doğru çıkıyorlardı. Uluyol’a (İpekyolu) kadar gitmişler. Orada rastladıkları Yunan devriyeleri tarafından Müftü şehit edilmiş ve kendisini Deresakarı Köyü mezarlığına defnetmişler, defin tabiatıyle köylüler tarafından yapılmış. Hacı Saffettin Amca silahsız olduğu için ona dokunmamışlar ve kendisi İstiklâl Savaşı’ndan sonra Bilecik Kızılay (o zamanki Hilâliahmar) Cemiyeti Başkanlığı yaptı.

Yunan kumandanları “Gelen düşman değil Peygamber askeridir size hiç zararı dokunmaz, camilerde böylece vaazlar verilsin” diye müftülere ve hocalara emirler vermişler ve kendilerini dâimî gözaltında tutmuşlar, bulundukları yerlerden ayrılan hocaları da takip ve şehit etmişlerdir.

Şahsen sevimli ve ilmen kudretli olan Müftü Mehmet Nuri Hoca’nın şehit edilmesi Bilecikli’ leri çok kederlendirdiği için halk tarafından aşağıdaki türkü yakılmıştır.

İstiklâl Savaşı içinde ve daha sonraları Bilecikli’ ler tarafından söylenen çok acıklı ve meşhur aynı zamanda tarihi:

BİLECİK TÜRKÜSÜ

 

Bilecik’in uzun olur urganı.

Nuri Hoca Bilecik’in Kurbanı.

Mehmet Nuri Bilecik’in kurbanı.

Git oğlum git sakın dönme sen geri,

Perişan olsun düşmanın askeri.

Perişan olsun düşmanın askeri.

Git oğlum git bir boyunu göreyim.

Reislere seni çete vereyim

Reislere seni çete vereyim

Git oğlum git sakın dönme sen geri

Perişan olsun düşmanın askeri

Perişan olsun düşmanın askeri

Bilecik’in üst yanında beşiktaş,

Ne anan var ne baban ne kardaş

 

Ne anan var ne baban ne kardaş

Şimdi sana silah oldu arkadaş

Git oğlum git, sakın dönme sen geri

Perişan olsun düşmanın askeri

İstihkamın içi mavi boyalı

Yok mu içinizde ağzı dualı?

Yok mu içinizde ağzı dualı?

Bilecik’in hep yanıyor evleri

Git oğlum git sakın dönme sen geri

Perişan olsun düşmanın askeri

 

Bilecik’in üstünü duman bürüdü

Türk askeri kol kol oldu yürüdü

Türk askeri kol kol oldu yürüdü

Düşmanın emeli şükür çürüdü

Git oğlum git sakın sen dönme geri

Perişan olsun düşmanın askeri.

Değirmen yol kenarında olduğu için vadinin içindeki Tabakhane dükkanımıza gittik. O sırada Yunan ordusu İnönü’den

Eskişehir’e geçemeyince başka yoldan gitmek içintekrar Bursa istikametine hareketle Bilecik’ten geçmeye başladı.

Böylece Yunanlı Bilecik’e 2. kez girdiğini ise Pazartesi günü sayımızdan okuyabilirsiniz...

Editör: TE Bilişim