Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi Özcan, Serdar Tuncer’in TRT1 ekranlarında sunduğu Ramazan sevinci adlı programın konuğu oldu.

TRT1 ekranlarında iftar öncesinde yayınlanan Ramazan sevinci adlı programın misafiri olan Rektör Özcan, Ramazan ayının Bilecik’te nasıl geçtiği hakkında bilgiler verdi. Bilecik’in manevi açıdan büyük değerler taşıdığını ifade ederken Bileciklilerin bundan feyz aldıkları kaydetti.


Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyet Devleti’nde tarih ve kimlik, Osmanlı’da padişahlar ve Peygamber sevgisi üzerine sohbet gerçekleştirdi. Türk tarihi ve kimliği hakkında konuşan Rektör Özcan, Türk toplumunun tarih bilincine ve şuuruna sahip olduğunu vurgularken Türk tarihinden örnekler verdi. Özcan, konuşmasında şunları kaydetti:

Tarihi ve kimlik

 “Toplumumuzun bilgi düzeyi arttıkça, şuurlanma düzeyi de artıyor. Şuurlanma aynı zamanda kimliğinin de farkına varma konusunu gündeme getiriyor. Normal şartlarda modern insanın en önemli intihar nedenlerinden birisi kısa bir cümlede gizlidir. Yaşamak artık benim için anlamını kaybetti şeklinde bir ifadedir. Yaşamanın anlamını yitirmesi demek, insanın kendi varlığına bir anlam yükleyememesidir. Tarihini ve kimliğini oluşturan değerlerini şuurlu bir şekilde fark edememesi demektir.

Biz modern kırılma dönemimizde sanki Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşı olmayı tarihin derinliklerinden günümüze taşıdığımız tüm değerlerden soyutlamak gibi yanlış bir düşünceye kapılarak idrak ettik. O bize çok pahalıya mal oldu. Bugün artık farkındayız, inanılmaz derecede gelişmiş üniversitelerimiz var. Bu anlamda verimli çalışmalarımız var. Cenab-ı Hak  bize bir büyük nimet lütfetti ki yeryüzünde hiçbir topluluk bizim kadar kırılmadan bir zincire sahip değil. Göktür ve Hunlardan itibaren başlayan ve değişik isimler adı altında hiçbir zaman sömürgeleşmeyen bir halkanın devamıyız.

Selçuklu da bizim, Osmanlı da bizim, Türkiye Cumhuriyeti de bizim, diğerleri de bizim. Bütün insanlık mirası da bizim. Meseleye bu açıdan baktığımız zaman hayatımıza anlam yerleştirme noktasında hiçbir sorunumuz olmuyor. Hayatına anlam yerleştiren insanlar, toplumlar, niçin var olduklarını biliyorlar ve ne için var olduklarını bildikleri içinde varlık nedenlerine uygun bir hayat inşa ediyorlar. Allah bizim hayatımızı bize bahşederken, 'Ben sizi yeryüzünü imar edesiniz diye yarattım' diyor. Dolayısıyla ömür ile imanın aynı kökten geldiği sırrını da idrak edersek, bir taraftan hayatımızı yaşayacağız ama bir taraftan da yaşadığımız hayatımızı imar edeceğiz. O da kimlik ile doğrudan alakalı.

Bu, bir dönemin son derece yanlış bir kararının eseri olarak resmi tarih öğretimimizde yer alan ifadelerin bazıları. Tarih, hiçbir zaman böyle cereyan etmemiş. Biz tarihi olayları kendi dönemlerinin ruh haline göre değerlendiririz. Bizim ecdad dediğimiz Osmanlı Devletine yönelik söylemlerimiz geçmişe öykünmeden ziyade o günden günümüze taşıyabileceğimiz insanlık ve güzellik adına hangi değerler var onları keşfetmek, geleneği keşfederek modern insanın kullanımına takdim etmek şeklinde.

Bugün baktığımız zaman bizim tahassürle aradığımız o kadar çok insanlık değerleri var ki modern bilimle ya da pozitivist bilimle biz belki teknolojinin ya da mekanik alemin insanı rahatlatan pek çok malzemelerine sahip olduk.  Ama bunun bedeli giderek insan gibi yaşıyor olmayı unutuyor olmamız. İnsan gibi yaşamanın değerlerini, özelliklerini de iletişim sanatının gereklerine ait ne varsa onları kendi tarihimizde ve geleneklerimizde bulacağız. O tarih de Osmanlı tarihimiz. Ömrümüzün 650 senesini onlarla geçirmişiz.

Bir Müslüman, hayatını nasıl yaşar sorusunun cevabı, bütün kutsal metinlerimizde ve geleneğimizde Allah’ın hoşnut olacağı bir hayat şeklinde cevaplandırılır. Bu bizim çocukluğumuzda büyüyünce ne olacaksın sorusuna verdiğimiz cevap gibidir. O zamanki algıda vatana, millete faydalı bir evlat olacağım şeklinde yaygın bir cevabımız vardı. Şimdiki çocuklarımız ise zengin olacağım diyorlar. Bizim şikayet ettiğimiz dönüşüm bu iki cümlede görülüyor.

Modern değerler, hayatın amacını zengin olmak ve güç sahibi olmak şeklinde bize dayatırken bir Müslüman ise kesinlikle böyle değil. Kendimize soracağımız temel soru, yüce yaratıcı ile hukukumuzu en iyi şekilde nasıl tanzim edebiliriz. Cevap, iyilikledir. Bütün mesele siz hayatınızın merkezine hangi değeri yerleştiriyorsunuz. Bizim şuan kaybettiğimiz medeniyetin merkezinde bu var. Devleti Aliye bazı esaslar üzerine kurulmuştur. Bunlar; Hanedan Osmanlı olacak, idare Türklerin elinde olacak, Mukaddes beldelerin hizmeti bu devletin elinde olacak. Osmanlı Devleti, merkezine İslam ve İslam’ın değerlerini koymuş. İslama yönelik ne varsa onun korunması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması devletin birinci derecede vazifesiydi.

Hayatı biyolojik bir betire olmaktan çıkartıp yaşamayı bir sanat haline getiren bir medeniyet algımız var. O sanatın da en anahtar kavramı edep. Her şeyde edeptir. Hayatınızın merkezinde edep olacak, en azından yarı nezaket ve zarafet olacak. Diğer yarısı da marifet olacak. Böylelikle tamamlayamayacağınız hiçbir iş olmayacaktır. Onu biz şu anda kaybettik ve arıyoruz. Biz esasen modern hayatın bize sağladığı bütün refah bağımlılığına rağmen insan gibi yaşamayı arıyoruz. Hem kendimizde arıyoruz hem toplumumuzda arıyoruz. Trafikte, eğitim de arıyoruz.

Osmanlı Padişahları ve Peygamber Sevgisi

Gerek Osmanlı kültüründe gerekse saray geleneğinde Hazreti Peygamber hayatın merkezine oturtulmuştu. Biz Kuran-ı Kerim’e ve Hazreti Peygambere inanan bir ümmetin mensuplarıyız. İman da böyle bir şey. Osmanlı Padişahlarının çoğunun divanları var. Divanlarında olmazsa olmaz mersiyeler var. Hazreti Peygambere yazılmış beyitler var.

Hz. Peygamber sadece Peygamber olması sebebiyle değil bir din kurucusu olmasıyla hayatın her alanını kuşatan sembollerde kendisini ifade ettirmişti. Biz hayatımızı unuttuğumuz kahramanlara göre yaşıyoruz. Peygamber örnek demek, biz Peygamberimizin örnekliğine dini tabirle sünnet adını veriyoruz. Ama onun yerine modern hayatta moda diye bir şey koyduk. Gençlerimizi, çocuklarımızı moda ve sünnet ikileminde bıraktık. Bu onların ruhlarında inanılmaz tahribatlara yol açıyor. Esas itibari ile ister moda deyin ister moda deyin bir kahramana ait bir hayat tarzı söz konusu. Hayatınızda kime benzemeye çalışacaksınız.

Bizim eğitim sistemimiz, kültürel politikalarımız mutlaka nesillerin önüne hayatları örnek alınacak kahramanlar yerleştirmek zorunda. Mesela camiye giden çocuğunuz namaz kılmayı nasıl öğreniyor? Önce babasını taklit ederek, bir model olarak. Böyle bir öğrenme sürecimiz var. Ama şimdi tüketim kölelerinin yaygınlaştığı bir toplumda bize model olarak çocuklarımıza örnek olarak konulanlar en çok tüketenler. Halbuki bizim geleneğimiz öyle tüketenler üzerine inşa edilmemiş. En çok paylaşanlar ve üretenler üzerine inşa edilmiştir.

Kahramanı olmayan toplumlar hayal kuramazlar, hayalleri olmayan toplumlarda mutlaka başkalarının hayallerini tüketirler. Bu ifadeler bizim günümüzün bir temsilidir. Biz ninnilerle başlayan bir hayat yolculuğumuzda ninnilerimizi, hayallerimizi süsleyen kahramanlarımızı unuttuk. Bize hazır kahramanlar sunuyorlar. Biz hazır kahramanların hayatlarını alıyoruz.”

 

 

 

Editör: TE Bilişim