“Lozan ve İsmet Paşa” ile ilgili yazımızın okuyucularımızdan ilgi görmesi bizi mutlu etti. Tabii biz bu yazı ile güncel bir konuya (daha doğrusu hakaretlere) bir tepki vermek adına  tarihsel iki konuyu gündeme getirmiştik. Ben burada yazımıza olumlu veya olumsuz tepki veren bütün okuyucularımıza teşekkür ediyorum. Takdir edersiniz ki  burada anlatılan  Koskoca Lozan görüşmeleri değildir. Hakkın da tarihcilerimizin ve akademisyenlerimizin kitaplar yazdığı, tezler hazırladığı Cumhuriyet’imizin tescil belgesi olan Lozan Konferansı sadece günlük bir yazıyla geçiştirilemezdi. Biz de bu konuyu Allah kısmet ederse  24 Temmuz’da haddimizi bilerek tamamen objektif bir bakış açısıyla gündeme getirmeyi ve okuyucularımızla tartışmayı düşünüyoruz.

Fakat şunun bilinmesini isterim ki tarihsel olaylara bakarken her zaman objektif olmaya  ve  asıl büyük fotoğrafı  hiçbir zaman unutmamaya dikkat ediyorum. Tarihci ve akademisyen değilim. Sadece Ülkesini herkes gibi çok seven Cumhuriyetci, Milliyetçi iyi bir tarih okutuyucusu olmaya çalışan ve bildiklerini, öğrendiklerini okuyucularla paylaşmayı düşünen ama her şeyden önemlisi haddini bilen bir kardeşinizim. 

Şunu da söylemek isterim ki  eğer haddimi  bilerek bazı şeyler yazmaya devam edeceksem (ki öyle düşünüyorum)  “ Tarih yazan tarih yapana sadık kalmalıdır” kuralına bağlılık her zaman değişmeyen ilkem olacaktır. 

Evet,tekrar başa dönecek olursak, Lozan’da ne istedilerse verdik, Zafermi hezimet mi? Koskoca bir imparatorluğu verdik? Vs,vs…bunlar zaten Lozan’la ilgili 90 yıldır tartışılan konular. Bunlarla ilgili bildiklerimizi 24 Temmuz’da tekrar tartışmak üzere şimdi sizleri  o milli mücadeleyi kazanan ve Lozan’ı gerçekleştiren Birinci Meclis’e götürmek istiyorum. 

Ahmet Demirel’in İletişim Yayınları’ndan çıkan “ Tek Partinin Yükselişi ” adlı doyumsuz çalışmasından bazı sayfaları birlikte çevirelim:

“ Ankara o günlerde viran bir kasaba, ıssız ve fakir bir yayladır. İttahat ve Terakki’ye ait bir kulüp binası olarak yapımına başlanmış fakat bitirilememiş bu bina TBMM binasına dönüştürülmüş, üzerinde kiremit bile olmayan bir bina. Hakkari Mebusu Mazhar Müfit Kansu’nun aktardığına göre Ankara halkı evlerinin kiremitlerini sökerek getirmiş , binanın üstü böyle örtülebilmişti.”

“ Salonun tam orta tavanında Artvin’den hediye olarak gönderilmiş muazzam bir avize asılıydı. O zaman elektrik olmadığı için, bu avize bir süs olarak kalır, Meclis’in gece içtimaları daima kahvehanelerde kullanılan petrol lambalarının ışığı  altında yapılırdı.”

Erzincan Mebusu Hüseyin ( Aksu ) Bey elektrik bulunmadığı gibi, lüks lambasının da olmadığını, aydınlanma sorununun  on beş mumluk gaz lambalarıyla giderildiğini, zabıtları tutan katiplerin önlerine geceleri birer mum dikildiğini aktarır.

“ Meclis azaları Ankara’ya geldikleri zaman, yatacak yer bulmak müşküldü. Bunun için muallim mektebi yani maarif vekaleti binası yatakhane olarak tahsis edilmiş, büyük bir koğuşta yerlere yataklar serilerek yatakhane vücuda  getirilmiş ve mebusların yemeği için de yine mebuslardan  Cevdet Izrap ve diğer bir arkadaşı tarafından tabldot tahsis edilmiş idi…”

“İlk  TBMM’de milletvekillerinin giyim kuşamları, yaşları, düşünsel yetenekleri ve görgüleri başka başka ve çok değişikti. Beyaz sarıklı, beyaz veya kara sakallı,cüppeli, eli tespihli hocalarla, pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veye şal sarıklı aşiret beyleri, külahlı ağalar,tarikat babaları, Avrupa’da yüksek öğrenimlerini yeni bitirmiş, batı kültürüyle yetişmiş, “ Kuva-yı Milliye ” kalpaklı, modern giyinişli gençler yan yana oturuyorlardı. Gerçi mebusların kiyafetleri ve kafaları renk renkti; fakat gönülleri ve amaçları birdi.”

Bir olan amacı, Batum Mebusu Ahmet Fevzi Bey ( Erdem ) şöyle açıklar :

“ Birinci  BMM’deki mebuslar, yetişme, duygu , kültür ve ideal bakımından çok değişik bir manzara arz ediyordu. Ama ulusun varlığı ve devletin bağımsızlığı konusunda  tam bir anlayış birliği içinde idiler.”

Son olarak diyorum ki; tüm milli mücadeleye ve Lozan’a bu büyük fotoğrafı hep aklımızda tutarak bakalım. Saygılarımla…..