Gökay Şimşek

          Şeyh Edebali Üniversitesi ev sahipliğinde Türk Tarih Kurumu tarafından gerçekleştirilen “Anadolu Kadınları Teşkilatı Bacıyan-ı Rum Anma Etkinlikleri” günün anlamına binaen yapılan konuşmalar ve kurdele kesim töreni ile başladı.

“Cemiyetin her daim diğer yarısı kadınlardan olmuştur”

          İktisadi İdari Bilimler Fakültesi konferans salonunda gerçekleşen açılış törenine Vali Tahir Büyükakın, Belediye Başkanı Selim Yağcı, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan, Ticaret Odası Başkanı Mefail Ateş, İl Milli Eğitim Müdürü Fazilet Durmuş, kurum müdürleri, öğretim elemanları ve öğrenciler katıldı.

          Kuruluşun ve Kurtuluşun beşiği Bilecik’te başlatılan “Anadolu Kadınları Teşkilatı Bacıyan-ı Rum Anma Etkinlikleri” nin açılış konuşmasını Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan gerçekleştirdi. Selçuklu Devleti’nden günümüze uzanan süreci sade bir dil ile anlatan Başkan Turan, Türk devlet geleneğinde kadınların oynadığı büyük role dikkat çektiği konuşmasında özetle şunları söyledi:

          “Bir milletin doğmasında, büyük devletlerin kurulmasında, sürekli devamlılığı olan cemiyetlerin ortaya çıkmasında hiç şüphesiz bazı öncüler ve liderlerin inkar edilmez bir yeri vardır. Cemiyetlerin ortaya çıkışında bu öncü liderlere baktığımızda; karakterler genelde demeyeceğim, hemen hemen erkek liderler. İngiliz düşünür Thomas Carlyle diyor ki: “Tarihi liderler meydana getirir. Tarihten liderleri alırsanız geriye fazla bir şey kalmaz” diyor. Ancak, dünyanın her döneminde, her coğrafyasında insan dediğimiz varlığı erkek ve kadın oluşturur. Cemiyetin her daim diğer yarısı kadınlardan olmuştur. Belki savaşların bazı felaketlerin sebebiyet vermesi sonucunda çoğu zamanda kadın nüfus erkekten de fazla olmuştur. Türkiye’de böyle bir denklik var.

          Türk tarihine baktığımızda da, tabi hemen devletler gündeme gelir. Dünyanın en büyük devletlerine sahip bir millettir Türkler. Yine Osmanlı Devleti gelmiş geçmiş en büyük üç devlet statüsüne kavuşmuştur. Diğerleri Roma ve İngiliz’dir. Osmanlı Devleti’nin doğuşuna baktığımızda öncelikle şu tespiti yapmak gerekir bu topraklarda doğmuştur Osmanlı. Bilecik ve Söğüt her halükarda bu muazzam gelişmişliğin, bu harikulade siyasi iradenin ortaya çıkışında temiz bir coğrafya olarak tarih kitaplarına geçmiştir. Bu bakımdan Söğüt, Domaniç ve etrafındaki bölgelerdeki insanlar bu coğrafyada yaşayanların ahfadı olmakla ne kadar övünse de azdır.

          Osmanlı Devleti’nin doğuşu diğer fevkalade olaylardan birisi olarak dünya tarihinde en fevkalade olaylardan birisidir. Türk İslam dünyasının büyük bir buhranı sonucunda doğmuş bir devlettir Osmanlı Devleti. Aslında dünya tarihinin görmüş olduğu en hızlı, en mütekamil, en geniş ve birçok bilim bakımından da belki en çok ürünün gerçekleştiği medeniyet İslam medeniyetidir. İslam medeniyetinin doğuşuna baktığımızda yani Hz. Peygamberden 661 yılına kadar. Yani ilk devleti 622 olarak kabul edecek olursak, 29 yıl içerisinde kıtalar arası dev bir sistemle karşı karşıya kalırız.150 yıl içerisinde ise Türk İslam’dan, Atlas dağlarına oradan atlayarak Pirine dağlarına, Kafkaslardan, Umman Denizi’ne kadar muazzam bir coğrafya ile karşı karşıya kalırsınız. Sadece coğrafya ile karşı karşıya kalmak değil, bilim ve teknoloji ile bütün dünyayı hayrete düşüren, şaşırtan birikime sahne olan bir medeniyet ile karşı karşıya kalırsınız.

          Bu büyük buhrandan çıkan Selçuklulardır. Selçuklularla beraber dünya büyük bir huzura kavuşmuştur. Ve Selçuklular o kadar güç, kuvvet bulmuşlardır ki kendilerinde sultanları Melikşah, dünyayı tek elden idare etmeyi bile hedeflemiş, dünya fethini o zamanki devlet adamları arasında da görüşmüştür. Ama her yapı gibi bu yapının da sonu gelmiştir.13. yüzyılda İslam Dünyası ve İslam Medeniyeti yine büyük bir buhrana sürüklenmiştir. Bu yüzyılın sonundan itibaren gerçekleşen çabalar sonucunda, 14 ve 15’de yeniden ortaya çıkmıştır. Bu seferki tasavvurun kurtuluşuna da Osmanlı’dır. Osman Gazi buranın meyvesi. Anadolu Beyler ve beyliklerden ibarettir biliyorsunuz. Anadolu parçalanmıştır, mahzundur, öksüzdür. İslam dünyası da aynı şekilde mahzun ve öksüzdür. Ama asla ümitsiz değildir. Beyler önderliğinde yeni bir hayata kıvılcım çakılmış, yeni bir yolculuk başlamıştır. Tabi burada anlatılacaklar çoktur belki, ben sadece bazı kesitlere değinmek istiyorum. Osman Gazi’nin türlü başarıları vardır. Beyliği baba Ertuğrulgazi’den aldıktan sonra 10 defa büyüten şahsiyettir Osman Gazi. Belki bu Marmara’nın güneyinde işte Bilecik, Karacahisar, Söğüt, Domaniç ve Kütahya’ya kadar olan bir alandır. Ama o aldığından 10 defa büyüten, Osmanlı siyasi varlığının hakimiyet sahasını 10 defa büyüten ikinci bir hükümdar gelmemiştir. Onun için Osmanlı Devleti’nin adı Hanedan-ı Osman olmuştur.

          Osman Gazi’nin ninesi Hayme ana, anası Halime anadır. Ve karşımıza Bacıyan-ı Rum dediğimiz bu toplantının konusu çıkmış oluyor. Anadolu’nun bacıları, Anadolu’nun anaları. Anaların dolu olduğu bir diyar, anaların var olduğu, çok olduğu coğrafya. Bundan daha harika bir isim olabilir mi? İşte bu analar geleceğin dünya devletinin ilk başlangıç atası olan şahsiyeti yüce ahlak ile donanmışlardır. Ve Osmanlı Devleti’ni vareden muazzam eser, yüce ahlakın temeli üzerine oturmuştur. Şüphesiz Bacıyan-ı Rum o zaman ki Osmanlı kaynaklarında geçen bir ifade. Bacıyan- Rum, Abdalan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum diyor Âşık Paşa Oğlu, Osmanlı’nın temelindeki dört büyük kuruluş, dört büyük teşkilat olarak. Türk tarihçiliğinin önderi olan Fuad Köprülü’de buna yürekten katılıyor. Bacıyan- Rum’un öncelikle bir eğitim teşkilatı, öncelikle kadınlarımıza meslek kazandırıcı niteliğe sahip olduğu, arkasından çocuklara davranış bilinci veren bir yapı. En sonunda da erkeği ile beraber savaşa hazır olan, asker olan kadın analarımızı yetiştiren teşkilat olarak görülüyor.

          Bir yerin vatan olması tesadüfen değildir. Bir yeri vatan olarak satın alamazsınız, isteyince elde edemezsiniz. Yani vatan yaşanılarak, mücadele ile kazanılan bir değerdir. Tıpkı bugün Afrin’e seve seve, yüreği belki sızlaya sızlaya ama gönüllü bir şekilde kınalı kuzularını gönderen analarımız, bacılarımız gibi davranış gerektiren bir değerdir vatan. Selam olsun bu vatanı vatan yapan yiğitlere, şehitlere, gazilere. Selam olsun onları yetiştiren analara.”

“Burada bacı kelimesi açıkçası biraz benim dikkatimi çekti”

          Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Taş ise anma etkinliğinde yaptığı konuşmada kendi alanı olan Türk Dili ve Edebiyatından yola çıkarak Bacıyan-ı Rum cümlesinin kökenine ilişkin katılımcıları aydınlattı.

          Rektör Taş; konuşmasında, “Türk Tarih Kurumu başkanımız konuyu İslam coğrafyasını da içine alacak şekilde Anadolu Selçuklu, Osmanlı ve bugüne de taşıyarak gayet anlamlı, geniş bir perspektiften ele aldı. Tabi ben meslekten birisi olmadığım için kaba hatlarıyla birkaç cümle söylemek istiyorum. Ve yine kendi alanımla ilgili bir noktaya temas etmek istiyorum. Bacıyan-ı Rum bunun söyleyişi üzerinde de ayrıca durmak gerektiğini düşünüyorum. Bu teşkilat anladığım kadarıyla tarih kaynaklarında ve özelliklede başkanımızın da ifade ettiği gibi Âşık Paşa zade böyle bir teşkilattan ilk bahseden kişi. Yine kaynakların belirttiğine göre, herhalde bu teşkilat Ahi Evran’ın, Ahilik Teşkilatını kurmasıyla hayata geçmiş. Onun eş değerinde çalışmalar yapan ve kadınlara yönelik bir teşkilat. Yine anladığımız kadarıyla herhalde birkaç çalışma alanı var.

          Başlıkta da gördüğümüz gibi Bacıyan-ı Rum, Anadolu bacıları anlamına geliyor. Burada bacı kelimesi açıkçası biraz benim dikkatimi çekti. Bugün Anadolu ağızlarında da, yazı dilinde de bugün bildiğimiz kullandığımız sözcüklerin bir tanesi ‘Bacı’ kelimesi aslında. Ben bunun kökeni ile ilgili, acaba Farça mıdır? diye düşünüyordum. Çünkü bu başlıkta da, sempozyumla ilgili afişler, yazışmalar geldiğinde fa sesinin uzun söylendiğini Bacıyan-ı Rum şeklinde telaffuz edildiğini gördüm ve yazışmalarda da bu şekilde gördüm. Bununla ilgili bir araştırma yaptım aslında. ‘Bacı’ kelimesinin etimolojik sözlüklerde aslında Farsça olmadığı, fakat Farsçaya farklı bir dilden geçmiş olduğuna dair bir takım bilgiler var. Fakat kökeni konusunda kesin bir bilgimiz olmadığını ve belki muhtemelen Moğolca olabileceğini belirtiyor kaynaklar. Fakat kesinlikle Farsça değil” dedi.

“Bu medeniyet rastgele, sadece bilek gücüyle kurulan bir medeniyet değil”

          Belediye Başkanı Selim Yağcı ise, Türk medeniyet tarihine vurgu yaparak geçmişten aldığımız bu birikim ile geleceğe emin adımlarla yürüdüğümüzü söyleyerek konuşmasında şunları ifade etti:

          “Köklü bir medeniyetin temsilcisiyiz. Gerçekten Türk İslam medeniyetinde başladığımız günden itibaren hocamızın da ifade ettiği şekilde tabi liderler çok önemli ama o liderlerin yanında her zaman eşleri ve kadınlarımız mutlaka olmuştur. Bu medeniyet rastgele, sadece bilek gücüyle kurulan bir medeniyet değil, sivil toplum yapısıyla, manevi değerleriyle aralarındaki sevgi, saygı bağlarıyla ve toplumun her kesimindeki heyecanıyla, inancıyla, azmiyle kurulmuş ve yüzyıllar boyunca bu medeniyetin izleri günümüze kadar gelmiş ve bizleri geleceğe emin adımlarla taşımakta.”

          23 Şubat Cuma gününe kadar sürecek olan anma etkinliğinin ilk günü kurdele kesim töreni sonrası açılan sergilerin gezilmesi ile son buldu.

Editör: TE Bilişim