RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

Rahmetiyle kâinatı kuşatan, merhametiyle mevcudatı yaşatan, bütün eşyaya saltanat mührünü vuran Yüce Yaratıcımıza hamd, Alemlere rahmet, Seyyid-i kâinat, Habib-i Hüda, Şefi-i ruz-i ceza, Hz. Muhammed Mustafa’ya, O’nun aline ashabına salat ve selam’dan sonra ; Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, huzur, sükun ve emniyeti bütün Mü’minlerin üzerine olsun.

Cahiliye döneminin bütün hastalık ve problemleri ile kuşatılmış olan XXI. Asır insanını yuvarlanmakta olduğu dipsiz, karanlık uçurumlardan kurtaracak, yer kürenin doğudan batıya, güneyden kuzeye küfrün, zulmün, vahşetin, sapıklığın, rezaletin, zilletin ve felaketin bataklığında inlediği böyle bir dönemde, insanlık onur ve haysiyetinin yol haritasını belirleyecek, işaret levhalarını koyacak, elindeki sönmeyen aydınlatıcı meşalesiyle tamamen nurlandırıp yeniden aydınlatacak bir öndere, bir kılavuza ihtiyaç var.

Samarra Şehrinin ordugâh yapıldığı Abbasi Halifesi Mu’tasım döneminden beri on iki asırdır Din-i Mübin-i İslâm’a, kutsal kitabımız Kur’an’a hizmet etmiş şerefli bir tarihimiz var. Ecdâdımız İ’lay-ı Kelimetul’lah aşkıyla Allah’ın yüce adına kaldırdıkları tevhid bayrağını kıt’alardan kıt’alara ulaştırmıştı. Dünyada izzetin, ikbâlin zirvesindeydik. Dünyanın hiçbir yerinde Allah diyen bir mü’min, eman dileyen bir insan ezilmiyor, zelil perişan kalmıyordu. Hak , hakikat ve hakkaniyet uğruna can vergisi vermiş, Kur’an’ın mührü elinde, şanlı bayrağın gölgesinde hür yaşamış; zulmü gördüğü yerde adaleti, korkaklık yerine cesareti, zelil-hakir bir ölüm yerine şehadeti gözü kapalı kucaklamış, “aman” diyene ağuşunu açmış,imdadına yetişmiş,zalime haddini bildirmiş bir ecdadın ahfadıyız. Onların nesilden-nesile, bin bir çileyle , canları pahasına taşıdıkları “mukaddes emanet”in varisleri bizleriz.

Ancak İlahi Rehberin izini kaybedeli ; “Mukaddes Emaneti” zayi ettik, tılsımlı mührü kaybettik, O’nu kaybedince izzet-ikbali , gücü-kuvveti de yitirdik. Asırlar var ki ; Yaban ellerde çok dolaştık. Beşeri çarelerle çok uğraştık, yüzlerce kapı çaldık, hepsi sahte çıktı. Güvenip ardına düştüğümüz rehberler hasta çıktı.

Yeryüzünde ezilen, horlanan Müslümanlar ; zalimin zulmü altında inleyen, kahrolan zavallı insanlar var. Yıllardır gizli-aşikar , sinsi ve bir o kadar da vahşi işgaller altında yurtları paylaşılmış, ocakları sönmüş, malları, canları, ırz ve namusları paymal olmuş, ciğerpare yavruları yetim kalmış, acımasız organ mafyalarının, çağdaş fir’avn ve nemrutların insafına (!) terk edilmiş masum kullar var. Bu sebeple dünyevi heveslerle kaskatı, buz kesilmiş kalplerimizi rahmani merhamet soluğuyla ısıtıp-eritip yumuşatacak, nefsani ve şehevi ihtiraslarla alev alev kor olmuş gönüllerimizi serinleterek, sükunete erdirecek bir ilâhi rahmet soluğuna yeniden ihtiyacımız var.

Mevlana Hz. Peygamber (S.A.V.)’i ölü ruhları dirilten İsrafil A.S.’a benzetiyor. 1400 sene önce Mekke ve Medine’den başlayarak asrın coğrafyasındaki meyyitleri ilahi nefhasıyla berhayat , sinelerdeki izbe dehlizleri nebevi nuruyla nurefşan kılıyordu.

Şimdi biz, “Atom çağı”nın bombardımanı altında ki “dipdiri meyyitler” adına !

Şefaatini dileniyoruz Ya Resulellah . Uhud’dan, Huneyn’den yankılanan kudsi sesini duyuyor, battıktan sonra sana dönüyor, yıkıldıktan sonra eteğine tutunuyor, “İleyye Ya İbadellah” emrine inkiyad ederek Sana gelmek istiyoruz.Derdimize derman,yaramıza merhem için seni arıyoruz. Dünyanın dört bir köşesinde öksüz kalan senin ümmetindir. Asırlar varki; Sen gideli kırık-dökük, bölük pörçük, boynu bükük inleyip durduk. Zalimlerin, kucağında şefkat, gafillerin ardında istikamet, vefasızların peşinde sadakat, vahşi tabiatlıların pençesinde merhamet , cehennem tıynetlilerin gölgesinde cennet aradık.  Yanıldık, perişan olduk Ya Nebiyyallah. Öyle musibetlere maruz kaldık ki; gündüzlerimiz gece oldu. Zulmün zulümatı ; ahlaksızlığın, pespayeliğin , vefasızlığın, tenperverliğin, dünya sevgisinin, nefse düşkünlüğün, nesle merhametsizliğin, cihat ve ceht ruhundan mahrumiyetin, zalim bir dünyanın kahrı altında ezilenlerin feryadına seyirci kalma bahtsızlığının utancına, zilletine düçar olduk. İnsanlık hiçbir asır böyle vahşet görmedi! Ümmetinin arasında fitne-fesat, nefret-firkat, yalan-riya, hiçbir zaman böyle revaç bulmadı! İşte bütün bu günah yüküyle Ahirete doğru yol alırken dizimizde derman, gözümüzde nur kalmadı! İbadetimizde feyiz, kazancımızda bereket, ocağımızda-yurdumuzda huzur kalmadı!

Ey gönüllerin ilacı! Başların tacı! Dünya-ahiret şefaatçimiz! Liderimiz, önderimiz, sahibimiz, efendimiz , Allah’ın Elçisi peygamberimiz!  Bütün salat,selam ,tehiyyat,tekrimat yüce zatının, ehl-i beytinin, ashab-ı güzin’in  üzerine olsun! Sen alemlere rahmetsin! Sen sahib-i selahiyetsin! Sen makam-ı mahmud sahibisin! Sen kabe kavseynsin, arş-ı alanın nadide misafirisin! Yüce makamda nazın niyazın reddedilmez. Dağılan cemaatleri,hedefinden yanılan milletleri,şaşıran ümmetleri ve rahmetten-merhametten mahrum kalmış ,“ esfele safilin” de debelenen çaresiz insanlığı kendine davet eden sensin! Bu darmadağın,mahcup halimizle seni arıyoruz. Sana gelmek istiyoruz. Senin rehberliğinde birleşmek, Muhammedi ruhunla, yeniden dirilmek istiyoruz.

Ey hiç kimseyi reddetmeye yüzü tutmayan Rahim !  Ey şefkat ve merhametin zirvesi Rauf !

Mübarek nebevi sıcacık nefesinle, zamanı-mekanı ve canlı cansız bütün mahlukatı çepeçevre kuşatan, merhamet soluklarınla bizim adımıza, çaresizler adına, şeytani desiselerin vahşi pençesi, altında asırlardan beri ; İnsanlık onuru-Müslümanlık şuuru tahrip olan , maneviyatı-mukaddesatı, tarihi- kültürü, edebi-ahlakı, örfü-ananesi tahrip olan, bin yıllık geçmişi, sanatı-edebiyatı, yayını-neşriyatı,  maddi ve manevi varlığı her gün biraz daha -iki yüzlü, çifte standartlı bir dünya tarafından- acımasızca darbelenen 21. asrın kolu –kanadı kırık bahtsız , masum ve mazlumları adına, yeniden lal-ı güher iki kelam eyle. Sen ki, “Yüce Divan”da sahib-i selahiyetsin. Bunu bizden manevi şahsiyetine karşı fütursuzca işlenmiş  su-i edeb sayma. Bahtına düştük bize biraz yüz ver Ya Habibellah.

Müsaade buyur Ya hayre-Halkillah ! Arşı-azam hürmetine, İsm-i Azam hürmetine, Nur-u Kur’an hürmetine, Havz u Kevser hürmetine, Ehl-i Beytin hürmetine; Bedirde, Uhutta, Huneynde, Tebükte, Galiçyada, Yemende, Çanakkalede, Bosnada, Filistinde, fedayı-can etmiş şüheda hürmetine, ana rahminde katledilmiş masum sabiler hürmetine, gözü yolda, dul kalmış eli kınalı taze gelinler, açlıktan çığlık çığlığa ağlaşan cılız yavrular hürmetine, ak sakalı al kanlara bulanmış aciz dedeler, yaşmağı boğazına dolanmış nur yüzlü acuze nineler hürmetine. Mubarek Merkadinin başında el açmış kalbi duada , gözü yaşlı bağrı yanık, boynu bükük mahzun ümmetin hürmetine! Bir daha teveccüh eyle ne olur! Şu utanmaz sıkılmaz yüzümüze bir daha nazar eyle ! Bu bahtsız bölük pörçük cemaatine nur cemalinle bir lahza olsun ne olur, atf-ı nazar eyle Ya seyyidel-evveline vel-ahirin !

İşte o zaman, bayramlar bayram olacak. Belki o vakit şahsi menfaat hesapları ve kırgınlıklar ortadan kalkacak, dargınlar barışacak, kardeşler (!) kucaklaşacak, yaralar sarılacak. O vakit belki en çok muhtaç olduğumuz huzur ve emniyetimiz, kendimize öz güvenimiz geri gelecek. İşte o zaman milli-manevi değerlerimiz tekrar belki revaç bulacak, birlik ve beraberlik mesajları yerine ulaşacak. Belki de o zaman kardeşlik, sevgi-saygı, dayanışma-yardımlaşma, müsamaha, fakir, yetim, kul hakkı, ahiret, Cennet, Hesap, Mizan ve bunun gibi artık unutulmaya yüz tutmuş kavramlar arka raflardaki tozlu kalın lugatlardan hakiki manalarıyla yeniden keşfedilecek.

“Can bula cananını, bayram o bayram olur.”     “Kul bula sultanını, bayram o bayram olur.”

Belki de o zaman özlediğimiz gibi yaşlılar yaşlılık vakarıyla onurlandırılacak, çocuklar sevgi ırmaklarıyla sulanıp dallanıp, budaklanarak rengarenk çiçek verip meyveye duracak.  İşte o zaman eş-dost bayramlaşmayı, tebrikleşmeyi bir daha kendi tadında tadacak. “Bayram o bayram” olacak.

Suya hasret, şerha şerha yarılmış kurak toprakların yeşermek ve üzerinde yaşayanlara huzur vermek iştiyakıyla, gökten rahmet bekleyen kavrulmuş çöller misali böylesi huzur ve sükun yüklü cennet bayramların hasretiyle avuçlarımız semada, dudaklarımız kıpır-kıpır duada, gözlerimiz lahuti ufuklarda öylece beklemekteyiz.

Necati AKKUŞ 

BİLECİK MÜFTÜSÜ

Editör: TE Bilişim