Devletin güçlü ve başarılı olduğu dönemler de Osmanlı Sultanları, dini bir unvan kullanma ihtiyacını pek hissetmemişlerdir. 19. Yüzyılın başından itibaren Balkanlar’da kaybedilen topraklar ve siyasi nüfus, Ortadoğu coğrafyasında ortaya çıkan siyasi krizler, Mısır’ın İngilizler tarafından işgal edilmesi İmparatorlukta önemli sarsıntılara yol açmaya başladı.

Dünya’nın süper gücü İngiltere garip bir saplantıyla İslam Dünya’sında kim Hilafet’e sahipse Müslümanlar’a o hakim olur düşüncesi ile Hilafetin Osmanlılar’dan alınıp bir “ Arap Halife” ye verilmesi davasını güttüler. Onlar için Mekke Emiri Şerif Hüseyin en uygun isimdi.

1916 “Arap İsyanı” nı organize eden Peygamber Sülalesinden gelen ve Kureyşli olan Şerif Hüseyin’i “ Arapların kralı ve Müslümanların Halifesi” ilan ettiler. Osmanlı Sulatanının halifelik ünvanının meşru olmadığını savundular. İngilizlerin bu tutumuna karşı Abdulhamid halifeliğin meşruluğu bakımından İslam’a hizmet etmenin Kureyş soyundan gelmekten daha önemli olduğunu ileri sürdü. Şerif Hüseyin’in halifeliğni iki çocuğundan başka ( Faysal ve Abdullah ) tanıyan olmadı. (8)

Osmanlı’yı azınlık hakları için de sıkıştıran İngiltere karşışında Abdülhamid, “ İngiltere Hindistan’ı hayvan gibi sömürüyor. İngiliz parlementosunda bir tek Hint’li varmı? ” sözleriyle Hindistan’daki uyanışa destek veriyordu. Bu yaklaşım Hint Müslüman’ları ile Abdülhamid Türkiye’sini büsbütün yakınlaştıyordu. (9)

Buna karşılık tarih boyunca dış politikada ısrarla gündeme getirilen halifelik misyonu Arap dünyasında pek fazla kabul görmedi. Bunu çok iyi gören Abdülhamid özellikle Hindistan ve Kuzey Afrika Müslümanları üzerinde etkili bir hilafet politikası uyguladı.

Abdülhamid İslam’a hizmeti sadece kutsal yerleri temiz tutmak, bakımını yapmak, hacıların güvenliğini sağlamaktan ibaret görmüyordu. O İslam’a esas hizmeti dini dünya çapında korumak ve yabancı işgali altında yaşayan Müslüman‘ların dini haklarını savunmak olarak da görüyordu.

Sultan “ İslam Birliği” ekseninde yürüttüğü siyasetinin ana hedefini hatıralarında şöyle anlatır:

“… İngilizlerin hakimiyeti altında seksenbeşmilyon, Hollandalıların sömürgelerinde otuzmilyon, Rusya’ da on milyon Müslüman..Toplam ikiyüzelli milyon Müslüman yabancı hakimiyetinden kurtulmak için Allah’a yalvarmaktadırlar. Ümitlerini Peygamber vekili halifeye bağlamışlardır. Bu durumda biz büyük güçlerle uğraşırken uysal kalamayız..” (siyasi hatıralarım )

İngilizler tarafından sürekli ortaya atılan ve Arabistan’da, Arnavutlık’ta, Suriye’de isyanlar çıkarmaya yönelik “ırk” ve “millet” fitnesine karşılık Abdulhamid “..Türklerle özdeşleşen İmparatorluk fikrine öncelik vermemeli, tam tersine hepimizin Müslüman olduğu gerçeği vurgulanmalıdır…Osmanlı hükümdarı ünvanı ikinci plana itilmeli Halife ünvanı her zaman öncelik taşımalıdır..” görüşünü etrafına işliyordu.

Çünkü devletin yapısı ve politikaları dini ilkeler üzerine inşa edilmişti. Hilafeti herkesi kucaklayan bir kurum haline getirerek Osmanlı Müslümanlarının birliğini pekiştirmeye çalıştı ve hilafeti sadece dünyevi otoritesini haklı göstermek ve meşrulaştırmak için değil, fakat aynı zamanda İslam kisvesine bürünmüş bir dizi değişiklik getirmeyi kolaylaştırmak için kullandı. Şekli İslamcılık Abdülhamid’in İcadıydı, fakat padişah teokrasiye inanmış bir insan değildi ve hele dini liderlerin hükümet işlerine karışmasına karşıydı. Çünkü Hilafet siyasi ve dünyevi bir kurumdu. Abdülhamid eğer dini bir kudret sahibi olduysa bunu gelecekte Müslüman Savonarolalar* çıkıp da hükümeti ele geçirmemeleri içindir denilebilir.(8)

İngiltere bir taraftan yukarıda bahsettiğimiz bölgelerde fitne, fesat peşinde koşarken, diğer taraftan İran ile birlikte Irak’ta ve Güney Arabistan Yarımadası’nda yayılan Şia mezhebi üzerinden Sultanın aradığı birliği tehdit ediyordu.

Şimdi Avrupa işgali, Şiiler dahil tüm Müslüman dünyasını tehdit ettiği için, ikisini birleştirmek dini bir zorunluluktu, yoksa Hıristiyan devletlerin tahakkümüne ve baskısına karşı bir çare bulunamazdı.(8)

Bütün bu gelişmeler Sultanı 1892 yılında Cemaleddin Afgani’yi ( 1838-1897 ) İstanbul’a davet etti. Afgani, bazı batılı oryantalistler ve radikal Müslümanlar tarafından göklere çıkarılırken, diğer taraftan muhafazakar Müslümanlarca Müslümanlar arasına fitne sokmak için İngilizler tarafından desteklenen bir ajan olarak görülmüştür. (10)

Yeni yüzyıla girerken ( 1903 ) ve bütün dünya Müslüman’larının maddi katkılarıyla başlatılan Hicaz Demiryolu projesi onun bütün Müslüman’ların sözcüsü, savunucusu ve temsilcisi olma iddasının en büyük kanıtıydı.

Bir sonraki yazımızda Mecliste Saltanatın kaldırılmasını ve Hilafet Tartışmalarını ele alacağız.

SEZAİ BALTA

(8) : Prof.Dr. Kemal Karpat “ İslam’ın Siyasallaştırılması” Timaş yayınları

(10): Bedri Gencer “İslam’da Modernleşme” Doğubatı yayıncılık S.428

*Savonarola: 15.Yüzyılda yaşamış İtalyan din adamı.Dominiken rahibi,dini vesiyasi reformcu.Papaya meydan okuduğu için yargılanmış ve mahkum edilerek asılmış ve yakılmıştır. İyi niyetle de olsa, dini siyasete alet ederek Floransa’da iktidarı ele geçirmiş,dini fanatizmin etkisiyle,sağlam karakterine ve ahlakına rağmen,sanata ve eğlenceye karşı çıkmış,sert tedbirlere başvurmuş,diktatörce davranmıştır.

Editör: TE Bilişim