Müslümanların, Peygamber’imizin (s.a.v) vefatından sonra karşı karşıya kaldıkları en büyük ve en önemli sorun Hilafet meselesiydi. Hilafet kelimesi, sözlükte; “birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip onun yerini almak, vekalet veya temsil etmek” gibi anlamlara gelir. Halife de “bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse” demektir ve devlet başkanı için kullanılır.

Kur’an’da hilafet kelimesi yer almazken, halife, çoğulu halaif, hulefa çeşitli ayetlerde geçmektedir. Ancak bunların hiçbirisinde Hz.Muhammed’in (s.a.v.) yerine geçecek kişi hakkında herhangi bir bilgi ve işaret yoktur. Gerek Kur’an ve gerekse hadislerde halife ve hilafet kavramları umumi tanımlamalar içinde yer almış, halifenin kim olacağı, nasıl seçileceği, halifeliğin şartları gibi konularda açık ve net bilgiler yer almamıştır. (1)

Hilafet bir yönetim şeklidir. Kur’an yönetim şekli hakkında hiçbir hüküm koymamış bunu zaman ve mekan çerçevesinde ümmetin iradesine bırakmıştır.

Müslüman, bu iradeyi kullanırken İslami ilkelere dikkat etmek zorundadır. Kur’an-ı kerim, amaçların yüceliği ve meşruluğu kadar araçların meşru olmasını da önemsemektedir. (2)

Burada karşımıza çıkan ve hala günümüzde de tartışılan konu, Halifelik Müslümanlar açısından dünyevi/siyasal bir alanmı? Yoksa dinsel/manevi bir alanmı? Veya bütün bunların ötesinde hem dünyevi hemde dinsel bir alanmı?

Bu soruya bir çırpıda cevap verememekteki zorluk, İslam tarihi boyunca ‘Hilafet’ adı altında ortaya konulan kurumsal pratikte gözlemlenen farklılıktan kaynaklanmaktadır. Bu farklılıklardan kaynaklanan ihtilaflar daha sonraki dönemlerde acı ve kanlı olaylara kapı aralayarak, Hilafet tarihinin başlangıcından itibaren kıran kırana iktidar mücadeleleriyle biçimlenmesine neden olacaktır.(3)

Peygamber’imiz (s.a.v) tarafından Medine’de kurulan İslam devletinin varlığını sürdürebilmesi, hedeflerini gerçekleştirebilmesi, hatta İslam’ın ayakta kalması ve büyümesi için siyasi bir otoriteye ihtiyaç vardı. Hz. Peygamber’in yaptığı ilk siyasi eylem, tüm Medine’lileri bir ‘anayasa’ etrafında toplamak oldu. O yalnız Müslümanların değil, Yahudilerin de siyasi lideri oldu. Görülüyor ki, Medine’de İslam’ın politik düzeni, dini düzeninden daha çabuk yayılmıştı.(2)

Hz.Peygamber (s.a.v) ve kendisinden sonra gelen dört halife dönemlerinde dini olan ile siyasi olan arasında belirgin bir fark gözetilmediğinden dolayı hem Hz. Peygamber (s.a.v) hem de diğer dört halife, bugün dini, siyasi ve idari olarak kategorilere ayrılan her türlü yetkiyi ellerinde bulunduruyorlardı. İlk dört halifenin, sahip oldukları otoritenin dini ve siyasi bir şekilde birbirinden ayrılması mümkün değildir.(4)

Hz.Peygamber’in (s.a.v.) vefatından hemen sonra Beni Sa’ide Çardağının altında toplanan Ensar’ın iki büyük kabilesi Evs ve Hazrec arasında Müslümanları kimin yöneteceğinin tartışması başlamıştı bile. Ensar içinde en kuvvetli aday, Hazrec’in lideri Sa’d ibn Ubade idi. Toplantıyı haber alan Muhacirlarin ileri gelenlerinden Hz.Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde de bu toplantıya iştirak edince ilk siyasi çekişme başlamış oldu. Muhacirlerin temsilcileri Hz. Peygamberin Kureyş’ten olmasını gerekçe göstererek, Hz.Peygamber’in kurduğu devletin başına bir Kureyşli’nin geçmesi gerektiğini söylediler. Bu toplantıya Kureyş’in iki büyük kabilesi, Haşimiler ve Emeviler’den hiç kimsenin katılamamış olması, Evs ve Hazrec arasındaki cahiliye döneminden kalma rekabet, başkanın Ensar’dan olmasını engellemişti. Böylece orada bulunanların desteğini alan Hz.Ebubekir Müslümanların ilk Halifesi olmuştu. Müslümanlar hilafet sistemini dini bir makam olarak görüyor ve Hz. Ebubekir’i de Peygamber’in yerine geçen kişi olarak kabul ediyorlardı. Sahabeden biri Hz. Ebubekir’e “ Ey Allah’ın halifesi ” deyince Hz. Ebubekir buna itiraz edecek ve “ Ben Allah’ın halifesi değilim. Fakat Allah’ın elçisinin halifesiyim” diyecektir.(2)

Dört halife döneminde, halife, Allah’ın değil Peygamber’in halifesi olarak kabul edilmiştir.

Sa’d bin Ubade, Müslümanların başına geçemedi. Fakat ilk iki halifeye de biat etmedi.(6) Bu seçim Ensar’ın iki büyük kabilesi arsında çıkabilecek savaşları önlemişti fakat ileride Kureyşliler arasında çıkan savaşların tohumunu ekmişti. Bu seçimle ortaya çıkan yapısal bozukluk Cemel harbine , Sıffin Savaşına, Kerbela faciasına davetiye çıkaracaktır. Çünkü bu seçim usulüne cahiliye dönemi Arap kabilecilik zihniyetinin izleri bulaşmıştı.

İtiraz edenler şöyle düşünüyordu ( Bunlar Hz.Ali taraftarlarıdır): Madem halife Kureyş’ten olacak o zaman Kureyş’in Haşimi kolundan olan ve Peygamber’imizin damadı Hz.Ali’ye bu halifelik daha uygun değilmidir? Ayrıca “ İmamlar Kureyş’tendir ” iddaası vahye dayalı değildir. İslamda kabile ve ırk farklılığı üstünlük gerekçesi olamaz. İslam kardeşliğinin özü, kan bağına değil ortak değerlere inanma esasına dayanır. Alemlerin Efendisinin Veda Hutbesinde insanlığa en büyük mesajlarından biri de “ Arabın Arab olmayana, Arap olmayanında Araba üstünlüğü yoktur…..” öğretisi değilmidir?

Hz.Ali, kendinden önceki üç halifeye de, hilafet onların hakkı olduğu için değil, Müslümanların onlara biat ettiğinden dolayı biat ettiğini söylemiştir.

Sonuçta Hz. Ebubekir’e yapılan biatı da dinle doğrudan ilgisi olmayan siyasi bir olay olarak görmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.(2)

Hulefay-ı Raşidin dediğimiz örnek halifelerinden sonra Muaviye ile bereber saltanat dönemi başladı.

Bir sonraki yazımızda bu konuyu ele alacağız.

SEZAİ BALTA

(1):Doç.Dr.Ali Satan “ Türk ve İngiliz Belgelerinde HalifeliğinKaldırılması” Yazıgen Yayınevi S.29

(2):Prof.Dr.Ahmet Akbulut “ Sahabe Dönemi İktidar Kavgası” Otto Yayınevi

(3): Tayfun Atay “Din Hayattan Çıkar” İletişim Yayınları S.244

(4): Ramazan Yıldırım “20.Yüzyıl İslam Dünyasında Hilafet Tartışmaları” S.25

Editör: TE Bilişim