‘Haklarınızı Bilin ki Toplum Yaşasın Projesi’ kapsamında ‘Demokrasi ve İnsan Hakları’ konulu konferans düzenlendi. Şeyh Edebali Kültür ve Kongre Merkezinde düzenlenen konferansa konuşmacı olarak Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi Özcan, Doç. Dr. Hüseyin Sadoğlu,  Öğrt. Gör. M. Serhan Yücel ve Eğitimci Yazar Muzaffer Tekelioğlu katıldı.


Bilecik İnsan Hak ve Değerlerini Koruma Derneği, Bilecik'te yaşayan herkesin demokratik bir çevrede insan haklarına saygı gösteren, sorumluluklarının bilincinde, haklarını kullanan etkili vatandaş olmaları için çalışmalar yürütüyor. Bu çalışmalar kapsamında gerçekleştirilen Demokrasi ve İnsan Hakları konulu konferansın açılış konuşmasını Prof. Dr. Azmi Özcan yaptı.

Konuşmasında son dönemde dünyada yaşanan zulme dikkat çeken Özcan, bu durumun sebebinin bencil ve kendini dünyanın merkezine koyan insanlar olduğunu söyledi. “10 yıl içerisinde Irak’ta 2 milyon kişi öldü. Masum insanlar, çocuklar… Sadece ve sadece batılıların petrolü kesilmesin diye. 2 yıl içinde Suriye’de 300 bin kişi ölüyor. Bir tek diktatör iş başında kalsın diye.” diyen Özcan, Batılı devletlerin benmerkezci yapılarını da eleştirdi. Orhun Kitabeleri’nden ve Hz. Muhammed’in Veda Hutbesi’nden örnek veren Özcan, Fransız devriminden çok önce Doğu medeniyetinde insan haklarının bulunduğunu ifade etti.

İnsanların kardeş olduğunu, ancak bu kardeşliğin arasını sağlam bir hukuki yapıyla doldurmak gerektiğini belirten Özcan konuşmasında şunları söyledi:


“El hükmü limen galebe’ Hüküm güçlü olanındır”

“Demokrasi ve insan hakları aslında mutlaka sokaktaki hayatımızdan ya da gündemdeki tartışmalardan hepimizin kulağında bilgi ve kültür kırıntısı bulunan, dünyanın başından günümüze kadar tarihin şahit olduğu mücadelelerin odağından bulunan bir konu. İnsanoğlunun yeryüzüne ayak bastığı ilk günden itibaren karşılaştığı en temel 3 mesele var. Birisi barınma, güvenlik. Birisi ekonomi. Diğeri iktidar mücadelesi. Güç mücadelesi. Aşağı yukarı yapılan bütün savaşlar, bütün devrimler, bütün tarihi kırılmalar arka planda mutlaka bu 3 hususu barındırır. Fakat bu savaşların kahramanları, aktörleri bu 3 değeri değişik isimler adı altında bize takdim ederler. Biz onun güç mücadelesi olduğunu pek fark etmeyiz. Bazen iyi şeyler de gündeme gelebilir. Çok sancılı bir süreçtir. Bulunduğumuz zamanın ve mekanın hükmünü kim verecek? Sözünü kim söyleyecek? Bizim genlerimize kodlanmış bir zaafımız. İlk andan itibaren. Buranın kararını kim verecek? Osmanlıcada bir atasözümüz var. ‘El hükmü limen galebe’ Hüküm güçlü olanındır.

“Irak’ta 2 milyon kişi, sadece ve sadece batılıların petrolü kesilmesin diye öldü”

Şimdi de öyle. Yeryüzünde 200’e yakın devlet var. Hükmü veren 5 tane konsey üyesi. Ortak özellikleri bilim sanayi ve teknolojideki güçlü yapıları. Bilim sanayi ve teknolojide bir güç, işte bizim iddiamız o ki bu güç eğer vicdanla, hukukla, değerle, ahlakla kontrol edilmezse çok zalim olabiliyor. Sadece kendi çıkarı için yeryüzünü baştan sona ateşe verse hiç gözü görmüyor. Nitekim şu an şahit olduğumuz olaylar bir grup devletin sadece kendi çıkarları için bütün Ortadoğu’yu ateşe verdiğinin resmidir. İnsanoğlu neden bu halde? Çünkü bizim zaafımız var. Hayatın merkezine kendimizi koyuyoruz. Eğer hayatımıza bir anlama katamaz isek, var oluşumuza yüce bir ideal yükleyemez isek, bir ahlak, bir sorumluluk, bir vazife, başka canlılara karşı, dünyaya karşı, çevremize karşı, yaşadığımız topluma zamana ve mekana karşı bir sorumluluk yükleyemez isek varlığımıza, hayat boşluk kabul etmiyor. O zaman sadece kendinizi koyuyorsunuz. Yani bencilliğinizi, egoizminizi. Bunun açılımı da şu; kendi arzularınızın gerçekleşmesi, isteklerinizin olması, zevklerinizin tatmin edilmesi ve çıkarınızın karşılanması için, başkalarının hayatına kastetmekten bile geri durmuyorsunuz. 10 yıl içerisinde Irak’ta 2 milyon kişi öldü. Masum insanlar, çocuklar… Sadece ve sadece batılıların petrolü kesilmesin diye. 2 yıl içinde Suriye’de 300 bin kişi ölüyor. Bir tek diktatör iş başında kalsın diye. Her yerde, Balkanlarda, Kafkaslarda… Çünkü hayatın merkezine kendilerini koydular. Egoizmde sadece çıkar vardır. Ben merkezcidir.

“Fransızların F’si bile ortada yokken bizde insan hakları vardı”

Elbette dünya bunlardan ibaret değil. Dünyanın başından itibaren bu durumda olanlar hep oldu, ama bunların karşısında direnen ahlak, fazilet, erdem temsilcisi insanlar da oldu. İşte onların verdikleri mücadeleye de biz insan hakları mücadelesi diyoruz. İnsan onurunu koruma, şerefini haysiyetini koruma. Bizim bizatihi var olmamızdan kaynaklanan haklarımız var. Her ne kadar bunları biz kitaplarda Fransız İhtilali’nden sonra elde ettik diye okuyorsak da, bu kocaman bir kandırmacadan ibaret. Bu ilk insandan itibaren var. Sanki Fransızlar bu işi kitaplarına yazmazdan önce bunlar dünyada yokmuş gibi bir benmerkezcilik var ortada. Ama biz 3000-5000 yıllık milletiz. “Tanrı yeri ve göğü yarattı. İkisinin arasında insanı yaratı ve onları bana emanet etti” Orhun Yazıtlarından bir ifadedir. “Açları doyurdum, çıplakları giydirdim” Daha Fransızların F’si bile ortada yokken. Ama merkeze Avrupa’yı koyarsanız, merkeze modern Batı’yı koyarsanız, onların tarihi dışında tarih yok. Onların kültürünün dışında insanlık yok. Amerika ne zaman keşfedildi diyorsunuz, 1473. Sanki 1473’ten önce Amerika yokmuş gibi. Ne zaman kayda giriyor? Avrupalılar onu gördüğü zaman. Böyle bir şey yok. Açın Veda Hutbesi’ni. İnsan hakları arıyorsanız orada. Dün birbirini boğazlayan insanları kardeş ilan ediyor. Bir kere biz hem kültür hem de inanç olarak şuna inanıyoruz. İnsanlar kardeştir. Kardeşlikten öte de bir hukuk olmaz. Ama ‘insanlar kardeştir’in arasını ölçüyle ve hukukla doldurmazsak, o zaman kardeşler de birbirini boğazlayabilir. Bunu sağlam bir hukuki metne dönüştürmek lazım. İşte bunu da o erdem ve fazilet emsali insanlar zaman içerisinde yapmışlar. Diktatörler, güç sahipleri, hükmü elinde bulunduran zalimler tarih boyunca bu gücü bırakmak istememişler. Onların karşısında bir kısım kahramanlar da tarih boyunca kendilerine ait olan bu gücü elde etmek için serden geçti bir şekilde mücadele etmişler. Tarih durdukça bu hep böyle olacak.


“Varlığımızın anlamı şu 5 şey için var…”

Ama unutmayın; bizim varlığımızın bir anlamı varsa şu beş şeyi korumak için var. Eğer şu beş şeyi koruyamıyorsak, inanın varlığımızın da hiçbir anlamı yok. Zayi olmuş bir hayatımız var demektir. Bu hayatı zayi etmek de kendi tercihimiz. Bunu çocuklarımıza anlatmakla mükellefiz. Bir; onurumuzu koruyacağız. Herkes bir onur, şeref ve haysiyet taşıyor. Bu nedir deseniz çıkartıp gösteremez ama hepimizin benliğinde, varlığında mevcuttur. İki; canımızı koruyacağız. Can ve yaşamak kutsal bir haktır. Üç; malımızı koruyacağız. Vatanımızı ve inancımızı koruyacağız. Bütün hukuk metinlerinde bu bizim doğal olarak hakkımız ve korumakla mükellef olduğumuz değerler. İşte insan hakları mücadelesi de, bize ait bu değerlerin korunmasıdır. Kime karşı? Zalimlere, müstekbirlere ve diktatörlere karşı. Eğer insanoğlu bunun önünde boyun eğerse, zaten hayatın ve varlığın hiçbir anlamı kalmaz. İnsanoğlu, sonucu ne olursa olsun bunlara direnmekle mükellef. Bedeli ne olursa olsun. İşte geçmiş insanlar direnmemiş olsaydı biz bugün bunları konuşamaz ve bunları yazamaz olurduk. Bizden önce birileri direnmiş ve bizi bu güne taşımış. Biz bunu daha ileriye taşımak zorundayız.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”

Kıymetli arkadaşlarımız bu işin kronolojik tarihçesini bizlerle paylaşacaklar ama benim şunu söylemekle ihtiva edeceğim husus; demokrasi ve insan hakları bahsi yaratılıştan ve var oluştan bize ait olan haklarımızı özgürce kullanabilme mücadelesinin tarihidir. Biz bu mücadeleyi verdiğimiz için insanız. Bu mücadeleyi bıraktığımız andan itibaren de varlığımızın da insanlığımızın da bir değeri olmaz. Ne mutlu bize ki yaşadığımız mekan hayatın en önemli değerinin insanı korumak olduğunu bizlere öğreten bir büyük öğretmenin makamı. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”

 

Editör: TE Bilişim