Şeyh Edebali Üniversitesi 2014-2015 Akademik Yılı törenle açıldı. Açılışa Rektör Azmi Özcan’ın konuşması damga vurdu. Ülkemizin içinde bulunduğu kaos ortamını değerlendiren Özcan, çok önemli uyarılarda bulundu. Tarih profesörü olan Özcan, bu toprakların en eski zamanlardan bu yana dünya tarihinin yazıldığı topraklar olduğunu belirtti ve burada yaşamanın her zaman ağır bedelleri olduğunu ifade etti.  Anadolu topraklarına garanti gözüyle bakarsak ve güç kavgasına girersek bu yüzyılı çıkartamayacağımız uyarısında bulunan Özcan, içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetine dikkat çekti. Özcan, açılışa katılanlar tarafından coşkuyla alkışlanan konuşmasında şunları söyledi:


“Şehirlerimizi çocuklarımız, torunlarımız için kurmalıyız”

“Toplumun bütün paydaşları buradayız. Bu, ülkemiz adına, şehrimiz bölgemiz adına çok güzel bir tablo. Zira “Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” demiş şairimiz. Hepinizi saygıyla selamlıyor, akademik yıl açılışımıza geldiğiniz için teşekkür ediyorum. Bizler aslında geleceğimizi hazırlıyoruz. Öyle hassas bir sorumluluğumuz var ki, biz aslında çocuklarımızın dünyasını kuruyoruz. İnsan hayatında belki de hile yapamayacağı tek değeri çocukları. Eğer kuracağımız üniversiteleri çocuklarımız için kurarsak, inşa edeceğimiz şehirleri çocuklarımız için inşa edersek, imal edeceğimiz çevreyi yine çocuklarımız torunlarımız için imal ettiğimiz bilinciyle hayata tutunursak, dürüstlük noktasında ulaşacağımız en yüksek seviyeye odur diye düşünüyorum. O yüzden, bu aziz milletin bize emanet ettiği çocukları geleceğe hazırlamak için en düşük seviyedeki arkadaşımızdan en üst düzeydeki arkadaşımıza kadar bütün camiamız olarak bu sorumluluğu yüreklerimizde hissediyor, hem bize verilen emanetin ağırlığını, değerini ve şerefini bilip, hem de çocuklarımızı bekleyen tehditlere karşı onları nasıl bir şefkat ve merhametle hazırlamak gerektiğinin bilincinde, günlük vazifelerimizi yapmaya çalışıyoruz.


“Güç kavgasına girersek bu yüzyılı çıkartamayız.”

Sevgili misafirlerimiz; eğer ben dünyanın bir ucunda yaşıyor olsaydım belki bu konuşmaları yapmayacaktım. Söz gelimi Güney Amerika’da yada yeni Zelanda’da, Avustralya’da… Ama dünyanın öyle bir bölgesinde yaşıyoruz ki adeta kızgın sac üzerindeyiz ve ayakta durabilmek için mütemadiyen zıplamak zorundayız. Bir bedeli var. Her gün ödüyoruz. Son 2 gün içerisinde 30’u aşkın vatandaşımız hayatını kaybetti ve 10’u aşkın da şehidimiz oldu. Toplam şehidimiz belki 40’a yaklaştı. Bu ülkede yaşamanın bedeli. Biz ne kadar birbirimize sarılırsak sarılalım, mutlaka bizi birbirimizden ayırmaya çalışacak güçler olacaktır. Çünkü dünyanın hikayesi buradan yazılıyor. Bu bedeli toplum olarak ödeyeceğiz ama, toplumu bu bedele hazırlayacak olan o ülkenin aydınları, idarecileri, yani bizleriz. Ve topluma örnek olacak olanlar da bizleriz. Eğer bizler kendi günlük meselelerimiz yüzünden birbirimize düşersek, bizi izleyen, bizi takip eden toplumun diğer fertleri de kaçınılmaz olarak bundan etkilenecektir. O yüzden bir yandan profesyonel hizmetlerimiz yaparken, bir yandan da topluma örnek olmak gibi bir sorumluluğumuz var. Eğer bu sorumluluğumuzu idrak etmez, sadece güç ve iktidar kavgası için, zenginlik ve güç kavgası için, sadece kendi arzularımızı gerçekleştirmek ve benlik galibiyeti için toplumun, inançlarımızın ve değerlerimizin bütün hassasiyetlerini çiğner isek, bir bilim insanı olarak, bir üniversite rektörü olarak şimdiden sizlere ifade edeyim, tarihe not düşeyim ki, biz bu yüzyılı çıkartamayız.


“Eğer 1923’ü kaçırırsak bir 100 seneyi daha kaçırmış olacağız”

Aşağı yukarı her 100 yıllık dönemde dünya yeniden kuruluyor. Yıl 2014. Yani 1. Cihan Harbi’nin 100’üncü yıldönümünü yaşıyoruz. Bundan 100 sene önce dünya yeniden kuruldu ve biz mağluplar arasındaydık. Bir zamanlar kardeş olan bu coğrafya 40-50 parçaya bölündü. Ve o günden bu güne maalesef burası huzur, barış, istikrar, adalet görmüyor. Her gün gözyaşı, her gün ıstırap, her gün çile… bunun pek çok analizi, tahlili, izahı yapılabilir. Ama 100 yıl geçti. 100 yıl sonra biz tarihin pasif bir aktörü olarak bu günlere ulaştık. Ve bu günlerde dünya yeniden kuruluyor. Hafızalarınızı tazelemeye çalışın. 1990’da eski blok yıkılıp Sovyetler tarih sahnesinden çekildiği zaman, kaçınılmaz olarak yeni bir dünya taksimine ihtiyaç vardı. Masada oturması muhtemel güç odaklarından bir tanesi beklenir ki Türkiye olsun. Ama o 90’lı yıllar, tecrübeli olanlarınız hatırlayacaktır, adeta bizim kendi özel tarihimizin biriktirdiği bütün meselelerin gündeme getirildiği, birbirimizle kavgadan dışarıya bakmaya fırsat bulamadığımız, faili meçhuller, toplumun seçkin bürokrat, aydın ve siyasetçilerinin suikastları, Susurluk ve 28 Şubat olayları, Sivas katliamı, Başbağlar katliamı ve daha pek çok şey… 2-3 kez ekonomik iflas. 2001’de gözümüzü bir açtık ki, Balkanlar paylaşılmış, Kafkasya paylaşılmış, Türk-İslam coğrafyası paylaşılmış. Eyvah dedik ama iş işten geçmişti. Resmin geri kalan parçası Ortadoğu ve Afrika. Ve şimdi o dizayn ediliyor. Ve şimdi biz yine birbirimize düşüyoruz. Hayata karşı biraz dürüst bakan gönüllerin, kalplerin, beyinlerin buradaki çok basit ve sıradan oyunu anlamaması için hiçbir neden yok. Ve ben size diyorum ki, ‘Allah rızası için’ aranızda her ne mesele varsa, bu ülkenin, bu insanın, bu milletin, sadece bu milletin değil bütün insanlığın şeref ve haysiyetinin korunması için bunları 10 sene 15 sene tehir edin. Eğer biz 1923’ü kaçırırsak bir 100 seneyi daha kaçırmış olacağız. Ve torunlarımız ve torunlarımızın torunları da bu zilletle yaşamaya devam ediyorlar. Ve bunun sorumluluğu da bizim üzerimizde.


“Son kale Anadolu düşerse, insanlığın sığınacağı yer kalmayacak”

Kendimizi küçük görmeyelim. Bu kültür, bu coğrafya, bu Anadolu, dünyanın tarihinin başından beri, ne zaman dünyanın herhangi bir yerinde insanlık zulme uğrasa, baskıya şiddete uğrasa, sığınabileceği bir ana kucağı olmuş. İsveç’ten tutun, Polonya’ya, Macaristan’dan tutun İspanya’ya, Balkanlardan, Kafkasya’dan, Türkistan’dan, Hindistan’dan, Kuzey Afrika’dan her kim zulme uğrarsa, sığınacağı son kalesi Anadolu olmuş. Ve bugün bu Anadolu coğrafyasında bu saydığım ülkelerden, bölgelerden insan topluluklarının hala onurla yaşadığını görürsünüz. Ve eğer bu son kale de düşerse, sadece bizim değil insanlığın gidebileceği hiçbir yer kalmayacak. Omuzlarımızda böyle bir sorumluluk var. ve bizi bu sorumluluğumuza hazırlayacak olan en temel kurumumuz da eğitim kurumları. Ve üniversitemiz de onun bir paydası. Üniversitelere vereceğimiz destek aslında kendimize vereceğimiz destektir. Üniversiteye göstereceğiniz ilgi, aslında kendi kaderinize, kendi toplumunuza, kendi milletinize insanınıza göstereceğiniz ilgidir. Unutmayalım, biz ne kadar iyi niyetli olursak olalım, düşmanlarımız bizim huzurumuzu, dengemizi bozmak için ellerinden geleni yapacaklar. Bunlar bazen bizden olacak, bazen isimleri bizden olacak, bazen cisimleri bizden olacak. Çünkü bu coğrafyada bedelini ödemeden rahat etmek yok. Ve tarihte, bu coğrafyada bizden uzun süre kalabilen başka bir medeniyet de yok.


“Bu ülkenin montaj sanayi, ya da ithalata dayalı ihracatla kalkınması mümkün değil”

Yine size hatırlatırım ki, biz İspanya’dan 800 yıl sonra çıktık. Ama İstanbul’da henüz 500 yıldır varız. Yani 500 yıl yeterli bir süredir diye gaflete düşmek, Anadolu’da yeterince varız diye gaflete düşmek bizi tehdide götürür. Bunun bir tek yolu var, çok çalışacağız, çok üreteceğiz. Şu kadar iç borç, bu kadar dış borçla iddialarımızın arkasında durabilmemiz mümkün değil. Çok üreteceğiz. Montaj sanayi, ya da ithalata dayalı ihracatla bu ülkenin kalkınması mümkün değil. Ya çok üreteceğiz, inovasyona, keşfe, icada, patente dayalı, ya da tarihin pasif bir aktörü olarak yolumuza devam edeceğiz. Bu süreçte bizi yolumuzdan ayırmaya çalışan güçler her şeyi deneyecektir. Çocuklarımızı esir alacaklar. Çocuklarımızı bağımlı hale getirecekler. Yine hatırlatmada bulunuyorum. Bugün şehrimizde 16 bin kişilik bir aileye ulaşmış bir ailemiz var. Orta ölçekli bir üniversite. Bunun 4000 civarı ilçelerimizde, diğer kısmı Bilecik merkezde. Uyuşturucu çeteleri buraya musallat olacak. Ahlaksızlar buraya musallat olacak. Çocuklarımızı sizlerden ve bizlerden koparmak ve onların ruhlarını köleleştirmek için ellerinden geleni yapacaklar. Bunlara kayıtsız kalamayız. Çünkü bu çocuklarımız bizlere emanet. Model olarak bunların karşılarına koydukları insanlar özgürlüğü bu milletin değerlerine ve inançlarına saygısızlık olarak onlara takdim edecekler. Kurbanınızla alay edecekler. Bayramınızla alay edecekler. Ama unutmayın, bu ülkeyi ve bu milleti geleceğe taşımak istiyorsak bizlerin görevi onların değerleriyle alay etmek değil, onların değerlerini yeniden üretmektir. Çünkü biz onların hizmetkarıyız. Çünkü onlar vergilerinden, kazançlarından alın terlerinden ayırarak kendi geleceklerini, çocuklarının geleceklerini hazırlamak için bizi görevlendiriyorlar. Yoksa bizde kendimizden kaynaklanan hiçbir keramet yok. O zaman bu ülkenin ve bu milletin değerlerini yeni yüzyıllara taşıyacak açılımları da üniversitelerde üretmek, onun için de çalışmak zorundayız. Velhasılıkelam, yapacak çok işimiz var. ve bizler sizlerden ayrı bir kurum değiliz. Bizler sizlerin toplamıyız. Sizin geleceğe açılan kapınızız. Sizin önünüzü aydınlatan ışıklarınızız. Bizde ne kadar güç olursa, bizde ne kadar enerji olursa, geleceğimiz o kadar aydınlık olur, geleceğe açılan kapılarımız o kadar geniş açılır.


“Önemli olan %50’lik dilimine giren öğrencileri buraya çekmek”

Değerli misafirlerimiz, bu vesileyle ülkemizin birlik ve dirliği için, milletimizin sağlık ve selameti için, gece gündüz her türlü şiddet, tehdit ve teröre karşı cansiperane, vücutlarını siper eden, canlarını siper eden askerlerimize, polislerimize, emniyet güçlerimize, bütün görevlilerimize sabırlar kolaylıklar, şehitlerimize rahmetler diliyorum. Unutmayalım ki, onların kanlarıyla ödedikleri bedelleri bizler mürekkeplerimizde önlemekle mükellefiz. O yüzden sevgili meslektaşlarım, sizin bu ülkeye yapabileceğiniz en büyük hizmet, üreteceğiniz bilimdir. Alacağınız patenttir. Eğer pek çok yerde karşılaştığınız gibi hayatımızı ve vaktimizi ek ders planlaması peşinde koşarak geçirirsek ve hepsinden ötesi; bilime, ehliyete ve uzmanlığa asıl itibar etmesi gerekenler bizler olması gerekirken, kendimizden daha ehil hocalarımız olduğu halde, çeşitli dünyevi gerekçelerle kendimizi tercih edersek, bizler de sorumluluğumuzu yapmamış oluruz. Bizler bize emanet edilen çocukları hem bilgiyle hem değerle mücehhez olarak geleceğe hazırlamak zorundayız. Şeyh Edebali Üniversitesi’ni hem bilimsel üretim, hem değerler itibariyle ülkemizdeki seçkin üniversiteler arasına sokmak zorundayız. Bugün itibariyle memleketimizde bulunan üniversiteler arasında iyi bir konumumuz olduğu söylenebilir. Ama bu bizim gayretlerimizin yanında bulunduğumuz bölge itibariyle ulaşım imkanlarımızın kolaylığı itibariyle, biraz da onların katkısıyla sağlanmış bir şey. Puanlarımız, bölgesel olarak bizden geri tarafta olan pek çok üniversiteden yüksek. Ama asıl yapacağımız hizmet, ülkemizin %50’lik dilimine giren öğrencileri buraya çekmektir. Üniversiteleri parlatan, patlatan bu seçkin öğrencilerin toplanmasıdır. Ve ne yazık ki, bu öğrencilerin %100’e yakın bir kısmı İstanbul, Ankara gibi merkezlere gidiyor. Sevgili Bilecikli sanayiciler, ticaret ehli, varlıklı ailelerimiz; bize sağlayacağınız imkanlar, bu çocuklara sağlayacağınız imkanlar böyle nitelikli çocukları buraya davet edecek ve üniversitemiz kendisine yakışan görevi yerine getirecektir. Unutmayalım ki, bir üniversitenin değeri hem topluma yaptığı hizmetle ölçülecek, hem çevresinin sosyokültürel yapısını dönüştürmekle ölçülecek. Burada göreve başlarken hatırlattığım gibi, sizlere bundan 6 sene önce “Bir sel geliyor, coşkun bir ırmak geliyor. Bu ırmaktan istifade edecek kanalları eğer tesis edebilirsek etrafımızı verimli bir araziye çeviririz, ama eğer kanallarımızı inşa edemezsek bu sel bu nehir bu şehri siler süpürür demiştik. Şimdi sokakta gördüğünüz her 3-4 kişiden birisi üniversiteli. Genç, dinamik, enerjik, ailelerinin şefkat ve merhametinden uzak. Bilecik’in değerli idarecileri, şehrimizin temsilcileri, STK üyeleri; bu çocukları kaybetmemek, bu çocukları kazanmak istiyorsak, bu çocukların beklentilerine uygun bir yapılaşmayı derhal gerçekleştirmek zorundayız. Dikine değil, enine büyür, insan onurunun haysiyetine yakışan caddeler, sokaklar inşa etmeliyiz. Mimarimiz bizim ruhumuzu dışarı aksettiren bir mimari olmalı. Sadece ranta ve kazanca dayalı bir mimari anlayışı olmamalı.


Velhasılıkelam, toplumun bütün paydaşlarına bu yolculukta düşen sorumluluklar var. Bugüne kadar bize sağladıkları bu destek ve ilgi, basınımızın her olayda bize açtığı imkan, halkı bilgilendirmek adına, kendimizi ifade etmek adına bize sağladığı imkan ve bütün güzellikler için, Sayın Valilerimize, Sayın Belediye Başkanlarımıza, Kaymakamlarımıza, Adliye personelimize, Siyasetçilerimize, toplumun bütün paydaşlarına en kalbi, en içten, en samimi teşekkürlerimizi ifade ediyorum. Ama mutfakta, bu hikayeyi hazırlayan üniversite personelimize, akademik ve idari personele, bize hayır duasında bulunan Bileciklilere ve bize geleceklerini emanet eden sevgili öğrencilerime özellikle teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.”

Vali Nayir: “Bu konuşma bile başlı başına üniversitelerimizin ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermeye yeter”


Rektör Özcan’ın konuşmasının ardından kürsüye gelen Vali Ahmet Hamdi Nayir, Özcan’ın konuşmasını büyük bir heyecanla dinlediğini söyledi ve konuyu kendi açısından değerlendirdiği zaman, sadece bu konuşma bile üniversitelerin ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeterli olduğunu söyledi. Nayir konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Her insana bahşedilen nimetler var. Bunlardan bazıları üzerinde yaşadığımız coğrafyadan bize bahşediliyor; topraklarımız gibi, havamız gibi, suyumuz, bitki örtümüz, yeraltı zenginliklerimiz gibi. Bir kısmı da tarihimizden, kültürümüzden akıp gelen ve bizi biz eden değerler olarak bize bahşedilen nimetler var. Bu iki ayrı nimet, ondan istifade edebilecek, faydalanabilecek insan gücü ile kıymet kazanıyor, ehemmiyet kazanıyor ve üretime dönüştürülüyor. Bunun da tek yolu eğitimdir. Bu nimetlerden istifade etmenin tek yolu eğitim. Okul öncesinden üniversiteye, üniversiteden sonraki araştırma geliştirme faaliyetlerine, akademik eğitimin son noktasına kadar her bir bölümü ayrı ayrı nimetli ve değerli.


Dünya ölçeğinde baktığımızda, yanlışım varsa arkadaşlarımdan düzeltmelerini istiyorum, ülkemizde 200 civarında üniversitemiz var. Bunlardan 70 küsuru vakıf üniversitesi, diğerleri devlet üniversitesi. Fakat bir ABD'de 6000 civarında üniversitenin olduğunu, Japonya'da 1300 civarında üniversitenin olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla kat etmemiz gereken büyük bir mesafe olduğunu biliyoruz. Yine girmeye çalıştığımız AB rakamlarına baktığımızda 30-34 yaş grubundaki nüfusun %37'si üniversite mezunu. Bizde bu rakam %12'ler civarında kalmış. Bu açıdan da kat etmemiz gereken çok önemli bir mesafe var.

Biraz önce rektörümüzü çok büyük bir heyecanla dinledik, gönül dünyamıza çok değişik çağrışımlarda bulundular. Son yüzyılımızı güzel bir analizle, risklerimizi ve fırsatlarımızı bize gösterdiler. Ben kendi açımdan değerlendirdiğim zaman bu konuşma bile başlı başına üniversitelerimizin ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermeye yeter bir analizdi. Büyük başarılarla bizlere övünç kaynağı olan üniversitemiz, aynı zamanda bizdeki beklentilerin de yükselmesine sebep oluyor. Bilecik olarak, Bilecikliler olarak, Türkiye olarak daha yüksek bir beklentiye ulaşmış oluyoruz ki bunu da başaracaklarından eminiz.


Eğitimin her aşaması önemli; ama üniversiteye başlangıç, kendi hayatımızdan da biliyoruz, daha farklı bir ortam, daha farklı bir karakter yapısı oluşturmaya sebep veriyor. İlk defa ailesinden kopan öğrenciler, kendi ayakları üzerinde durmaya başlıyorlar, sorumluluk duyguları gelişmeye başlıyor. Ailenin koruyucu kanatları altından çıkınca belki sabrı da beraberinde öğreniyorlar. Belki bazı çevre içerisinde kalıp değişik fikirleri oluşmuş, önyargıları oluşmuş bireylerken üniversiteye geldiklerinde değişik çevrelerden gelen kişileri görüp tanımak, onlarla ilişkilerinde bu önyargıları da değiştirmeyi planlıyorlar. Dolayısıyla kişilerin karakterinin gelişmesi bakımından her açıdan üniversite eğitimimiz bizim için çok önemli. Az önce rektörümüzün belirtmiş olduğu hedefleri yapma, o fırsatları elde etme, o risklerden uzak olma bakımından da bu eğitimin çok önemli bir yeri var. Rektörümüzün bu veciz ifadelerinden sonra güzel sözler söylemekte zorlandığımı belirterek programa katılan herkes adına üniversitemize yeni öğretim yılında başarılar diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. 

Editör: TE Bilişim