Hasan Güner
Bakkal, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Osmanlı Devlet, Batı’nın karşısında; Batı’nın topyekun çalışmasıyla yıkıldı. Sovyetler Birliği vardı 1990 yılında yıkıldı. Neye karşı yıkıldı? Batı’ya karşı yıkıldı. Hem Osmanlı’yı hem Sovyetleri Batı karşısında mağlup eden bilim ve teknolojideki durumdur. Eğer siz bilim ve teknolojiye önem vermiyorsanız demek ki yıkılmaya karşı dayanıklılığınız olmuyor.
“BİZ DAHA DÜZ UÇAĞI YAPMAYA UĞRAŞIYORUZ”
Amerika şu anda kartal gibi kalkıp kartal gibi inebilen uçak yapmak için ar-ge çalışması yapıyor. Hedef 50 yıl. 50 yıl içinde başaracağım diye milyarlarca dolar ayırmış, büyük bir ekip kurmuş ve bu uçağı yaptığı gün bütün dünyaya üstünlük sağlayacak. Biz daha düz uçağı yapmaya uğraşıyoruz, yapamıyoruz, o kartal gibi inip kalkan uçağı yapma derdinde.
Peki Türkiye bugün nasıl ayakta? Çünkü biz limon, portakal, domates, plastik, tekstil gibi ürünler ihraç ediyoruz ve bunlarla bu kadar olabiliyor. Ben belki biraz şanslıyım, televizyon yapımcısı ve belgeselci biri olarak, dünyanın her tarafında çalıştım. Ortadoğu’da, Türkistan’da, Rusya’da, Ukrayna’da, Avrupa’da çalıştım ve hemen şunu görüyorsunuz; ülkelerin gelirleriyle görünümleri birbirini destekliyor. Zenginlik, güç bir insanın yürüyüşünü bile etkiler.
Ünlü şair Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nı, Çanakkale’sini hep öğretirler bize de ‘İbn-i Sînâları yüzlerce doğurmuş iklîm. Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm!’ demiş, onu öğretmiyorlar. Ne demek istiyor? Yani İbn-i Sina gibi büyük dehalardan yüzlerce yetiştirmiş İslam coğrafyası bugün ilmin kucağına bir tek çocuk vermiyor. Ne kadar üzücü, ne kadar acizlik diyerek sitem ediyor üzülüyor. Bugün de öyle miyiz? 100 yıl olmuş Mehmet Akif’in yazdığı. Bugün bilim ve teknoloji gündemin birinci maddesi mi? Maalesef değil. ‘Niye ilmin adı yok koskoca millette bugün? Çünkü efkâr-ı umûmiyye aleyhinde bütün...’ Mehmet Akif’in şiiri bu. Ne demek istiyor? Halk efkarı ilmin teknolojinin aleyhinde. Neden böyle olduk? Arkadaşlar, Avrupa, Hıristiyan alemi uyumuyor, çalışıyor. Bizim insanımızın içine maaşlılarını gönderiyor. Bize öğretiyor; ‘Bilim teknoloji, matematik, fizik… Bırakın bunları canım. Siz yatın kalkın ibadetle uğraşın’ diye pompalıyorlar. Batı, Doğu toplumlarını uyuşturucu görevi yapacak birilerini sürekli olarak içimizde dolaştırıyor.
“HİÇBİR DİN İSLAM DİNİ KADAR BİLİM VE TEKNOLOJİYE ÖNEM VERMEMİŞTİR”
300 yıldır Türk İslam coğrafyası çok büyük bir sıkıntının içinde. Tarih benim kulağıma her gece fısıldıyor. Diyor ki ‘Bilim ve teknoloji üretmeyen bir toplum, önemli bir coğrafyada huzur içinde yaşayamaz.’ Bilmiyorum ki ne kadar duyuyoruz. Duymakta eksiklerimiz var.
İcat nasıl yapılır? Merak, başarma duygusu, sebat ve kararlılık insanları icada buluş yapmaya götürüyormuş. Dünya tarihi 3 büyük medeniyetten söz ediyor; Çin, İslam ve Batı medeniyeti. Hiçbir din İslam dini kadar bilim ve teknolojiye önem vermemiştir. ‘Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?, en büyük rütbe ilim rütbesidir, bir saatlik ilmi araştırma bir gecelik ibadetten hayırlıdır, bilgi insanın en güzel süsüdür, bu dünyayı kazanmak isteyen ilme sarılsın, ahireti kazanmak isteyen ilme sarılsın, her bu dünyayı hem de ahireti kazanmak isteyen yine ilme sarılsın.’ Hadis-i Şerif bunların hepsi. İslam bu kadar teşvik etmiş ve İslam devletini yöneten halifeler de bilime bilim adamlarına büyük rağbet göstermişler, önem vermişler, bilim İslam aleminde gelişmeye başlamış. Bağdat 754-833 yılları arasında dünyada bilimin en ileri olduğu yer. Bizans’tan Çin’den Mısır’dan getirilen bilim ve teknolojiyle ilgili kitapları tercüme ettiriyorlar, bilimin gelişmesine katkı sağlıyorlar.
“DİNİMİZİ KULLANARAK BİZİ BİLİMDEN TEKNOLOJİDEN UZAKLAŞTIRDILAR”
Endülüs Emevi Devleti, 811 yıl bayrağını dalgalandırdı ama bütün Avrupa işbirliği halinde Osmanlı’yı yıktıkları gibi Endülüs Emevi Devleti’ni de imha ettiler. Kaçabilenler canını zor kurtardı, kaçamayanların bir kısmına dediler ki ‘ya Hıristiyan olursunuz ya da imha ederiz.’ Bir bir hapse ata ata bugün İspanya’da bir tane Müslüman bırakmadılar. Kültürlerini imha ettiler. İşte Endülüs Emevi Devleti zamanında bilimin o kadar ileri gittiği bir ülke ki, bir İngiliz Astronomi tahsili için Kurtuba’ya gidiyor. Bir de bakıyor ki yüzlerce İngiliz matematik, fizik ve kimya gibi çeşitli bilimlerin tahsili için Kurtuba’ya gelmiş, Müslümanların içinde tahsil görüyorlar. Onların içinden 2 tane papa yetişmiş. Ama maalesef yine dinimizi kullanarak bizi bilimden teknolojiden uzaklaştırdılar.
“ARTI, EKSİ, ÇARPI GİBİ İŞARETLERİ MÜSLÜMANLAR KEŞFETMİŞLER”
İlk uçma makinesini İbni Firnas adlı bir Endülüslü icat etmiş. Kanat yapmış kendisine, yüksek bir tepeden uçmuş fakat popoyu sertçe yere çarpmış. Niye biliyor musunuz? Kuşları taklit ederek uçmuş ama kuşların kuyruğunun ne işe yaradığını anlayamamış. Dikkat edin, kuşlar yere inerken fren olarak kuyruklarını kullanırlar. Sonra Hezarfen Ahmed Çelebi, Galata Kulesi’nden barutlu bir füze ile gökyüzüne uçmuş ve Doğancılar Parkı’na geçmiş. Yıl 17. Yüzyıl. Ama biz ne yapmışız? Bu Hezarfen Ahmed Çelebi, Allah’ın emirlerine karşı geliyor, böyle işlerle uğraşıyor deyip onu cezaevine sürgün ettirmişiz.

“ÜNİVERSİTELERİMİZ AĞRI DAĞI’NIN ZİRVESİNDEYKEN AVRUPA ÜNİVERSİTELERİ ÇUKURDAYDI”
İbni Sina, bilim alanında önemli biri. Yazdığı kitap 19. yüzyıla kadar bütün dünyada en önemli tıp fakültesi ders kitabı. İncil’den sonra en çok basılan kitap ünvanını kazanmış. Biruni matematiğin büyük dehası. Artı eksi çarpı gibi işaretleri yine Müslümanlar keşfetmişler. Avrupa’nın rakamları Roma rakamlarıydı. Peki onlarla bir çarpma yapın bakalım, nasıl yapıyorsunuz. Yapamıyorlardı Avrupalılar. Onun için de bilim gelişmiyordu. İngiltere’de 500’ün üzerinde matematik kulübü var. Bilimin gelişmesindeki en önemli etken matematik.
Mehmet Niyazi Özdemir var. Mehmet Niyazi Bey Almanya’da doktora yaptı. Üniversitede hocası diyor ki sen Türkiye’den geldin. İstanbul Üniversitesi’nin 1500 yılından tıpla ilgili kitaplarını incele gel. Bir arkadaşına diyor ki sen de Almanların 1500 yılında tıpla alakalı kitaplarının durumu nedir? Arkadaşlar raporlarını veriyorlar. Mehmet Niyazi Bey Fatih Medresesini incelemiş 1500 yılında 921 kitap var tıpla ilgili bizim üniversitemizde. Alman kütüphanesinde 12 kitap var birisi İbni Sina’nın. Bakın 1500 yılında bizim üniversitemiz Ağrı Dağı’nın zirvesinde Avrupa Üniversiteleri çukurda. Durum bu kadar açık.
İstanbul’un fethinde Fatih’in yaptığı o şahi adlı top, 92 santim çapında, 680 kilogramlık gülleyi 1200 metre ileriye atabiliyor. Bizans böyle bir top yapabiliyor muydu? Yapsaydı onlar kazanırdı zaten. Preveze Savaşlarında Barbaros Hayrettin diyor ki; bizim top güllelerimiz düşman gemilerini kalbinden vuruyordu, onların attığı mermiler bizim 50 metre açığımıza düşüyordu, bize ulaşmıyordu yani.

“ÜNİVERSİTEMİZ BİLİMLE MEŞGUL DEĞİL, HURAFEYLE MEŞGUL”
Ve geldik en acı tarafına. İslam aleminde bilim çöktü. Muhteşem Süleyman var ya, Kanuni Sultan Ağabeyimiz, medresede müderris olmanın şeklini yolunu kolaylaştırmıştı. Medresede eğitimin kalitesi düşmüş. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’dan getirdiği kişiler fizik, kimya, matematik gibi fen derslerini insanı Allah’a götürmez, sevap kazandırmaz, bunları okutmanın faydası yoktur, üniversitedeki müfredattan çıkarılsın diye propaganda yapıyorlar ve onların etkisiyle üniversiteden bu dersler atılıyor. Bunları yapınca da çöküş hızlanıyor.
Kadızadeliler diye bir olay var. Üniversitede bir grup Hıristiyan profesör diyorlar ki; Peygamberimiz zamanında camilerde bir minare vardı, şimdi Sultanahmet’te 6 minare var, 5’ini yıkalım, yoksa Müslümanlar gelişemez. Başka ne diyorlar? Kaymakam, vali, kadı, subay çocukları doğuştan babalarının ünvanını alsınlar, babaları kadar maaş bağlansın. Üniversitedeki çıldırmış bir grup bunları söylüyor. Tabii reddedilince isyan başlatıyorlar, halkı yanlarına toplayıp. Ama Köprülü Mehmet Paşa bunları bir gece toplayıp Kıbrıs’a sürdü, iş bitti. Ama bir şeyi gösterdi. Medresemiz üniversitemiz bilimle meşgul değil, hurafeyle meşgul. Derste denilir ki; sinek pisliği değmiş ipliği toprağa gömerseniz nane biter. Derste okutulana, kepazeliğe bakın. Yine derste okutulan bir husus, sansar derisi gömülmüş köye yıldırım düşmez. Peki nasıl olmuş da bunlar bu saçmalıkları ders diye okutmuşlar.
Bir İngiliz büyükelçisi ülkesine mektup yazıyor, diyor ki Osmanlı’nın nasıl güçlü olduğunu keşfettim. Bunlar fethettikleri ülkelerdeki çocukların IQ’larını ölçüyorlar. Zeki çocukları enderunda yetiştirip, devleti bunlarla yönetiyorlar. Sizler en kısa zamanda bu enderunu sulandıracaksınız, casuslarınızla medreseleri ele geçireceksiniz ve Osmanlı’yı çökertmenin yolu buradan geçer. Bunu uyguladılar ve başardılar. 

“6. İLE 12. YÜZYIL ARASI KOKUŞMUŞLUK BAŞTAN AŞAĞIYA HAKİM”
Avrupa’da 6. ile 12. yüzyıl arası sefalet, yokluk, kokuşmuşluk baştan aşağıya hakim. Papalar halkın ensesinde boza pişiriyor, o kadar sömürüyorlar ki insanları. Din ticaret ve din sömürüsü alabildiğine gidiyor. Bir hata işleyen hatasını itiraf etmek için biliyorsunuz papaza gidiyor. Papaz ancak kaç dönüm arsa var ne kadar altın verirsin kiliseye bunları bağışlarsan günahını affederiz diye ellerine kağıtlar veriyorlar. Sonra yine kilise cennetten arsa satıyor insanlara ve Avrupa topraklarının 3’te biri kilisenin ve papaların eline geçmiş. Bu kadar din istismarı hakim Avrupa’da.
Kralla papa anlaşmış. Bazı kadınların şeytanla işbirliğini yaptığını öne sürerek onları canlı canlı odun ateşinin üzerinde yakmaya başlamışlar. Saçma sapan şeylerle kadınları halka korku vermek için halkı sindirmek için kralla kilise anlaşmış. Ne zamana kadar? 1944 yılında en son yakılan kadın. Böyle dünyaya hava atan Avrupa bu kepazeliklerden gelmiş.
Bu kilisenin papazların bütün zulmüne rağmen Avrupa’da hem İslam aleminden hem Mısır ve Çin medeniyetinden kitapları tercüme ederek bilimin ateşini Avrupalılar yakmış. Fransa’da İngiltere’de İtalya’da bilim akademileri kurulmuş ve o kadar iş gelişmiş ki İngiltere’de 500’ün üzerinde matematikçiler kulübü var. Yine İngiltere’de 720 şubeli makineciler enstitüsü var ve İngiltere’de kömür ocaklarında biriken suyun tahliyesi için mühendisler bir araya gelmiş ilk defa buharla çalışan motoru icat etmişler. Sonra Avrupa’da üniversiteler birden yayılmaya başlıyor. 100 yıl içinde 80 üniversite Avrupa’nın her tarafında filiz vermeye başlamış. Buralarda bilimin temelli atılmış ve hızla gelişmeye başlamış.

“AMERİKA DÜNYANIN EN BÜYÜK AR-GE VE İNOVASYON FABRİKASI”
Amerika dünyanın en büyük Ar-Ge ve inovasyon fabrikası deniliyor. Dünyanın büyün beyinlerini Amerika, Kanada ve Avusturalya çekiyor. Çin’den Amerika’ya mastır ve doktora için gidenlerin %82’si dönmüyor, orada kalıyor. Almanya’dan gidenlerin %67’si orada kalıyor. Güney Kore’den gidenlerin %59’u Amerika’da kalıyor. Niçin? Çünkü orada bilim adamına araştırmaya daha çok para veriliyor. Daha çok iltifat ediliyor. Bir Singapur var, duyarız. Singapur neresi? Bit kadar bir yer. Nüfusu 456 bin. Türkiye’nin ihracatı geçen sene 158 milyar dolar. Singapur’un 550 milyar dolar. 456 bin nüfus 550 milyar dolar ihracat ve 70 milyon nüfus 158 milyar dolar ihracat. Ne ile? Bilim ve teknoloji sayesinde.

“İLK UÇAĞI YAPAN TÜRK AMERİKA’YA KAÇMAK ZORUNDA BIRAKILMIŞ”
Nuri Demirağ, demiryolu müteahhitlerinden biri. Cumhuriyet’in yaptığı 10 bin kilometre demiryolunun bin 250 kilometresini yapmış, zenginlemiş bir müteahhit. İlk uçak fabrikasının baştan aşağı tasarımından üretime kadar motoru dahil %100 yerli uçak yapmış bir Türk müteşebbis. Fakat Avrupa’nın bin bir entrikasıyla bu adamı uçak yaptığına pişman edip Amerika’ya kaçmak zorunda bırakmışız. Şakir Zümre de deniz hava ve kara kuvvetlerinin ihtiyacı olan bombaları yapan bir müteşebbis fabrika sahibi. Amerika diyor ki biz size bedava bomba veririz boşuna uğraşmayın. Bu fabrikayı da kapatıp soba fabrikasına çevirttirdiler bin bir entrikayla.”
Editör: TE Bilişim