Vali Ahmet Hamdi Nayir, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesinde düzenlenen konferansa katılarak yönetici adayı genç öğrencilerle mesleki deneyimlerini paylaştı. Yöneticilik kavramını anlatan ve iyi bir yöneticinin nasıl olması gerektiği hakkında çok önemli bilgiler veren Nayir, sunumunun ardından uzun süre öğrencilerin sorularını yanıtladı. Vali Nayir bir saati aşkın devam eden konferansta; hükümet - yerel yönetim ilişkilerinden, kadınların mülki amir olma sorununa, kaymakam olma yolundan, Bilecik için yapmayı düşündüklerine kadar pek çok farklı konuda gençlerin sorularını içtenlikle yanıtladı.


İşletme Bölüm Başkanlığı ile Yönetim ve Denetim Kulübü tarafından düzenlenen “Girişimciler ve Yöneticiler İktisadi ve İdari Bilimler Fakülteliler ile Buluşuyor" isimli konferansın sonunda, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Cüneyt Koyuncu ve İşletme Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsa İpçioğlu tarafından Vali Nayir’e teşekkür plaketi takdim edildi.


Vali Nayir sunumuna kendini tanıtarak başladı: “Ben 1978 yılında sizler gibi üniversiteye başlamıştım. Bir hayli vakit geçmiş, yaşım ortaya çıkacak. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başlamıştım. Bir senelik bir rötarla 1983’te bu fakülteden mezun oldum. Mezun olduğumda da yapmam gereken işleri düşündüğümde en son sıraya mülki idareyi koymuştum. Ben yönetici olmak istemiyorum demiştim. Büyük konuşmamak lazımmış. Biraz erken yapılan bir evliliğin neticesinde belki vermiş olduğum bir karardı. Mezun olduğum zaman iki çocuğum vardı ve hep aklımdan şu geçti, öyle bir iş yapayım ki eşim ve ailem bu işin içinde olmasın. Onlar hayatlarını özgür yaşasınlar. Daha sonra da burada haklılığımı biraz gördüm. Gerçekten de üst yönetici görevlerinde bulunan arkadaşlarımızın eş ve aileleri de, çocukları da aynen o büyük görevin birer parçası olarak çalışıyorlar. Dolayısıyla özgür bir hayatları çok fazla olmuyor. Başarıları kendilerine ait olmuyor, babası kaymakam ya bu notu alıyor diyorlar. Başarısızlıklarında da çok acımasız eleştirilebiliyorlar. Dolayısıyla çok özgür bir hayat içerisinde olmadılar. Fakat nasibin olduğu durum tecelli etti, bizi mülki idareye getirip bağladı.

Mülki idare görevinde 6 ilçede kaymakamlık yaptım. Üç ilde vali yardımcılığı yaptım. Bakanlık merkezinde görevlerde bulundum. Hukuk müşavirliği, birinci hukuk müşavirliği ve müsteşar yardımcılığı gibi görevlerde bulundum. Bilecik ilimizde de ilk valilik görevimi 8 aydır yapıyorum. Her ne kadar okuldan mezun olurken yönetici olmayacağım, daha farklı bir iş yapacağım dediysem de yönetim işinin içerisinde de aşağı yukarı bir 28 senedir çalışmaktayım.


 Mutlaka derslerinizde yönetimin tarifini sizlere yapmışlardır. Yönetim her hususu ilgilendiren, işletmelerden, sivil toplum kuruluşlarına, kamu yönetimine kadar her ayrı sayfada, her safhada yer alan olmazsa olmazlarımızdan. Yönetimde var olan hususlar; Mutlaka yöneten , en az bir yönetilen, bir de otorite kullanımı mutlaka var olması gereken, vazgeçilmez hususlardan. Yönetimde iş yaptırma esaslı bir çalışma var. Başkaları vasıtasıyla iş görme hususu öne çıkıyor. Mutlaka her hususta olduğu gibi burada da hedefler önemli. Bir hedef belirleniyor, o hedefe çalışanların gayretiyle ulaşmak için bir sistem oluşturuluyor. Dolayısıyla bu çevre muhafaza edilip o hedeflere ulaşılmaya çalışılıyor.

İnsan ilişkileri çok önemli olan bir dal yönetim dalı. Bir grup halinde hareket olunca yöneticiye o grubu yönlendirme, denetleme, o grupla birlikte çalışma, o grubu hedefler açısından en iyi şekilde sevk edebilme gücü gerekiyor. Çok farklı tanımlamalar yapılabilir. Saptanan bir amaca varmak için yapılan işlerin tümü, ona ait planlamalar, organizasyonlar,ona ait yürütme, ona ait koordinasyon, ona ait denetim faaliyetlerinin tümü diye de ifade edilebilecek farklı bir durum. Yönetim bir süreç. Dinamik bir süreç. Bu süreç içerisinde en başta bir planlama gerekiyor. Biraz akademik bir tanımdan kaçınmaya çalışıyorum ama organizasyon gerekiyor, yürütme gerekiyor, koordinasyon gerekiyor. En sonda da mutlaka bir kontrol hizmetleri gerekiyor. Bu şirket yönetiminde de aynı, kamu yönetiminde de aynı. Yani kamu yönetimine heveslenen biri bu safhalarda görev alacağını bilerek bu dala geçmesi lazım.


“VALİ RECEP YAZICIOĞLU GİBİ OLAMAZSINIZ”

 Biraz genele baktığımız zaman akademik çalışmalarda da bolca yer alır, yönetim bir bilim midir, yoksa yönetim bir sanat mıdır konusu uzun yıllardan beri süregelen hususlardan olmuş. Benim şahsi kanaatim yönetim hem bir bilimdir hem de sanattır. Sanattır dediğimiz zaman herkesin yapamayacağı bir iş olduğuna kanaat getiriyoruz. Herkes şair olabilir mi, herkes ressam, herkes heykeltıraş olabilir mi? Mutlaka doğuştan gelen bazı özelliklerin var olması gerekiyor. Bunda da böyle bir durum var. Eğer yönetimi sanat olarak değerlendirirsek biraz kapıları kapatmış oluruz. Yönetimi bilim olarak belirlersek demek ki öğrenilerek,  zaman içerisinde geliştirerek bir durum olduğunu kabul ederiz. O zaman herkese açık bir kapı olur. Bence yönetim bilim olarak başlıyor ama ileriye doğru gidişin üst basmaklara geçişinde yönetimi sanat olarak kullanabilen kişilerin önü biraz daha açık hale gelmiş oluyor. Yani dolayısıyla he r iki hususu da birlikte düşünüp, her iki hususta da haklılık payı var demek hem yönetim bir bilimdir hem de sanattır demek mümkün. Bolca duymuşsunuzdur yönetimin kitabı yoktur diye bir cümleyi. Doğru, bir kitaptan öğrenilerek yöneticilik yapılamaz. Mutlaka bir formasyon olarak okullarda aldığımız bilgi, meslek içerisindeki deneyimlerimizin bizi getireceği noktada öğreneceğimiz çok şey, bizim yönetimimize katacak çok şey vardır ama bir kitapla veya bir örnek olay incelemesiyle, bir örnek şahsiyeti model alarak oradan yönetimi oluşturdum, ben bu bilgimi tamamladım demek mümkün değil. Yöneticilerin mutlaka kendi şahsi kabiliyetleriyle oluşan aşağı yıkarı her bir yönetici adedince farklı yönetim sistemleri ortaya çıkabilir, yönetim şekilleri ortaya çıkabilir. Kimi yönetimde kendi hitabetini kullanarak öne çıkar, kimi kendi otoritesini kullanarak öne çıkar. Hayri Kozakçıoğlu vardı kendisi rahmetli oldu, bazı yöneticilerin bakışları bile sanki bir yönetici olarak doğmuş gibi gösterir. Bazı yöneticiler mevzuata hakimiyetiyle işi götürür. Yani bir mukayeseli üstünlük gibi kendinde yönetime yansıtabilecek neler varsa onları düşünüp, onları kullanması açısından bakıldığında yönetimin bir kitabı yoktur denebilir. Herkes kendi yönetim tarzını, kendi öğrencileriyle, kendi becerileriyle, kabiliyetleriyle değerlendirip onunla geliştirebileceği bir metot olur. Burada size bir vali ismi söyleyin desem zannediyorum ki yüzde 80’iniz Recep Yazıcıoğlu diyecektir.Böyle bir valinin bütün hayatını öğrenseniz, ezberleseniz, onu taklit etseniz onun gibi olamazsınız, olmaz. Taklitler asıllarını yaşatır diyebiliriz. O kendine uyanı en tabii şekilde uygulayarak o mesleğini yaptı ve ayrıldı aramızdan. Aynı şeyi ikinci bir sefer tekrar etmek mümkün değil. Ondan çıkartılacak dersler, alınacak örnekler vardır ama motamot, bire bir onu uygulayarak aynı başarıyı elde etmeniz mümkün değil. Dolayısıyla bütün bunlar yönetimin kitabı yoktur sözünü destekleyecek cümlelerdir. Onun için bir şirket yönetiminden devlet yönetimine kadar, ara kademe yönetiminden üst yönetime kadar mutlaka yönetimde talip olunan kişilerin kendilerini de bir değerlendirip ben yönetici olursam hangi yönlerimle ağır basmalıyım, hangi yönlerimle öne çıkmalıyım düşüncesini mutlaka kendi içlerinde değerlendirmeleri gerekir. Avantajını üstün buldukları yönlerinde ilerleyerek onları yönetime yansıtıp yönetimdeki etkinliklerini artırmaları lazım.

“BU İŞ BİSİKLET SÜRMEK GİBİ. DURDUĞUNUZ ANDA DÜŞERSİNİZ”

Yönetim süreci içerisindeki bu dinamik dönem içerisinde mutlaka yeni değişikliklere, yeni hususlara da açık olmak lazım. Bu dinamik süreç sürekli yeniden öğrenmeyi, mevcut bilgileriniz üzerine bir şeyler daha ilave etmeyi gerektirir. Bu biraz bisiklet sürmek gibi bir şey. Durduğunuz anda düşmeye mahkûm olursunuz. Mutlaka pedal çevirmeniz lazım. Aksi takdirde o safhada da, o sayfada da kalmanız mümkün olmuyor. Bu genel manada yönetimle ilgili sizlerle paylaşmak istediklerim. Kamu yöneticisi olarak görev yaptığım süre içerisindeki hususları sizlerle paylaşayım. Kamudaki yöneticilik anayasamızdaki sistem olarak bakıldığında anayasamız bizdeki yönetimi genel manası itibariyle üç ana ayak üzerine koymuştur. Yasama, yürütme, yargı. Yasama kuvveti, yürütme kuvveti, yargı kuvveti diye. Yasama erki, yürütme erki, yargı erki diyebiliriz. Biz daha ziyade yürütme erkini yönetim diye düşünürüz ama aslında genel yönetimin bu üç ayağı da olmalı. Yasama bildiğiniz gibi seçimle başa gelen şimdi 550 milletvekilimizden oluşan milletvekilleri. Yürütme dediğimiz zaman Cumhurbaşkanımız, bakanlar kurulumuz, Ankara merkezli olarak bu yönetimde görev alanlar, bir de bunların taşra teşkilatlarında görev alanlar var. Şu anda yürüttüğüm görev olarak valilik bir taşra teşkilatı. İlçelerdeki kaymakamlıklar bunların taşra teşkilatı. Yürütmenin içerisinde merkezi yönetim, yerel yönetim, yerinden yönetim ayrımı yapmak mümkün. Merkezi yönetim içerisinde bakanlıkları ve bakanlıkların taşra uzantısı olan illeri, ilçeleri şimdi yok ama kanunumuzda devam eden bucak yönetimini görüyoruz. Yerel yönetim dediğimizde özel idareleri, belediyeleri ve köy teşkilatlanmalarını, onların yönetim yapılarını görüyoruz. Yargı dediğimiz içerisinde yüksek derecede mahkemeler ve diğer adli idari yargıyı görmek mümkün. Yürütme de biz asıl yönetimin biraz daha şekillenmiş, biraz daha ortaya çıkmış, somut şeklini görüyoruz. Yani yürütme dediğimiz zaman bizim milletimizin de, sizin de aklınıza inanıyorum ki en çok idarenin, yönetimin olduğu şekil ortaya çıkmış oluyor. Kimler yöneticilerimiz dediğimizde, cumhurbaşkanımızdan başlayan ta ilçelerimizdeki kaymakamlara kadar, hatta mahalle ve köydeki muhtara kadar gelen bir çizgi ortaya çıkıyor. Yerinden yönetim kuruluşları içerisine hizmet kuruluşlarımızı, üniversitelerimizi, kamu iktisadi teşekküllerimizi, meslek kuruluşlarımızı ve odalarımızı da koymamız mümkün. Daha geniş bir alana kamu yönetimi olarak baktığımızda hatta bağımsız otoriteler dediğimiz sermaye piyasası kurulu gibi kurullarımızı da yerleştirmemiz mümkün. Bunlar genel manada baktığımızda. Merkezi yönetimle yerinden yönetim ayrımındaki hususları da biliyorsunuz. Yerinden yönetim daha ziyade yerel ihtiyaçların giderilmesi, yerel seçimle iş başına gelenlerin, il özel idarelerindeki bazı durumlar hariç seçimle iş başına gelenlerin yürüttükleri çalışmalar. Merkezi yönetim atamayla iş başına geliyor. Her bakanlığın ayrı ayrı merkezi teşkilatı ve taşra teşkilatlarıyla birlikte hükümet programları çerçevesinde kendi yönetimlerini icra etmeye çalışıyorlar.

Mülki idare bunun neresinde merkezi yönetimin taşra birimi olarak önümüze çıkıyor. Merkezi yönetim içinde Cumhurbaşkanı başkanlığında bakanlar kurulunu görüyoruz. Valiler illerde hem cumhurbaşkanlığım temsilcisi hem de ayrı ayrı her bir bakanın ildeki siyasi temsilcisi olarak görev yapıyor. Bizim sistemimiz yetki genişliği esasına dayalı olarak kurulmuş bir sistem. Dolayısıyla kendi illerinde o bakanlığa ait olan görevleri yetki genişliği çerçevesinde bütün bakanlık hizmetlerini ayrı ayrı yerine getirmek üzere valiler görev alıyorlar.

Kaymakamlıklar 5442 sayılı kanunda da aynı ifade vardır, ilçelerde valilerin görevlerini yapmak üzere kaim-i makam, o makam yerine kaim olmuş olan birimler. Aynı temsil görevleri, aynı yürürlükte bulunun mevzuat görevleri kaymakamlar içinde var olan bir husustur.

“MÜLKİ İDARE TATMİN EDİCİ BİR MESLEK”

Devlet dediğimizde, yönetim dediğimizde öne çıkan hususların başında mülki idare geliyor. Dolayısıyla  hem hakları, yetkileri hem de sorumlulukları açısından baktığımızda  geniş bir alan, beklentileri yüksek bir alan, mesuliyetleri vatandaşın gözünde bizim yetkilerimiz belki bizim sahip olduğumuz yetkilerin birkaç katı desem doğrudur. O bizi daha güçlü görmek istiyor, öyle bilmek istiyor. Mahkemede halledemediği işin bizim tarafımızdan sonuçlandırılmasını istiyor. Anadolu coğrafyasında mülki daire dediğinde devlet baba, yani hayır bunun yolu yok dediğinde aynen şöyle ifade geliyor yapmak istemedi isteseydi mutlaka yapardı. Sizin o konuda ki yetki eksikliğinize değil de istek eksikliğinize bağlamaya çalışıyorlar. Dolayısıyla beklentileri yüksek olan bir görev, tatmin duygusu da daha ona göre az olan bir görev. Ama memuriyet olarak bakıldığında yapılabilecek memuriyetler içerisinde halkla ilişkileri olarak vatandaşın derdine bire bir çözüm bulma noktasında mülki daire gerçekten tatmin edici, gerçekten diğer mesleklerle kıyasladığımızda artıları olan bir meslek grubu. Onun için ben her ne kadar başlangıçta bazı şahsi şeylerden dolayı çok yönelmemişsem de şimdi gençlerimize, ülkemizi emanet edeceğimiz sizlere önerdiğimiz, eğer yapmış olduğunuz işten dolayı bir tatmin duygusu yüksek bir iş arıyorsanız mülki idare mesleğini seçebilirsiniz.

Temel görev olarak baktığınızda mülki idareye emniyet asayiş görevi, yurdun genel huzuru ve asayişi birinci derecede görevi. Onun dışında hükümetin uygulamak üzere ortaya koyduğu bütün mevzuatı kanunlar, tüzükler ve yönetmelikler kendi bölgesinde uygulama görevleri mülki idareye verilmiş görevler. Denetim görevleri var çok daha geniş alanda uygulayabilecekleri, özel sektör dahil denetleyebilecekleri, hatta cezaevlerini Cumhuriyet Savcısı ile birlikte denetleyebilecekleri denetim görevi var. Temsil görevleri var, bayramlarda tebligatı kabul etme bu temsil görevleri içerisinde. Aşağı yukarı 120 civarında kurul ve komisyona başkanlık etme, bunlar çok farklı kurul ve komisyonlar. Fakire, fukaraya yardım eden sosyal dayanışma ve yardımlaşma vakfını mütevelli dahil artık mera kanununa, toprak kanununa, aklınıza gelebilecek bir sürü değişik kanuna göre ilde kurulacak, ilçede kurulacak komisyonlara başkanlık edip o kanunların kurul olarak verecekleri kararlarda, yapacakları uygulamalarda kurul başkanı olma görevleri var. Bunların her biri bir yetki bir görev verdiği gibi aynı zamanda bir sorumluluk, bir tatmin duygusunu da veriyor.”

 

“VALİ HÜKÜMETİN SİYASETİNİ UYGULAR”

Vali Nayir, sunumunda genel bir çerçeve içerisinde yönetimin ana başlıklarını ve devlet yönetimi içerisinde mülki idarenin yerini paylaştıktan sonra, konferansın geri kalanının karşılıklı soru-cevap şeklinde devam etmesini istedi. Öğrenciler birbirinden güzel sorularıyla Vali Nayir’i adeta soru yağmuruna tuttu.

Vali siyaset yapabilir mi?

“Biraz önce ifade etmeye çalıştığım gibi, valilerimiz illerinde her bir bakanın ayrı ayrı siyasi temsilcisi. Vali siyaset yapacaksa ancak o bakanların, mevcut iktidarın politikası çerçevesinde, Ankara’nın aldığı kararları ilde uygulama siyaseti yapar. Onunla ters düşmesi mümkün değildir. Yani çok özgür bir siyaset manasına gelmesin bu. Bütün devlet memurlarına siyaset yasağı vardır. Hatta memuriyetten çıkarma sebebidir siyasi faaliyette bulunma. Ama bu siyaseti o manada değil, alınan kararların uygulanması, siyasi iradenin kararlarının illerinde uygulanması bakımından baktığımızda, vali hükümetin siyasetini ilinde uygulamakla görevlidir. Bu bir siyasi ayrım manasında değil. O siyasetin gereklerini o ilde uygulama manasındadır. Sağlık Bakanlığının bir siyaseti var, Milli Eğitim Bakanlığının bir siyaseti var. O, hangi politikaları hangi usulle vatandaşa yansıtacak, çalışmayı faaliyetini ne şekilde yürütecek, vali o siyasete uymak zorunda. Çünkü her bir bakanın ayrı ayrı siyasi temsilcisi. Onun dediğinin dışına çıkması mümkün değil. Yani bu politika particilik manasında değil. Biliyorsunuz siyaset bir problem çözme sanatı sonuçta. Bu problemi ben hükümetin koymuş olduğu politika çerçevesinde, onun ilkeleri doğrultusunda çözme bakımından baktığımızda bir siyaset yapar. Ama hükümetin siyasetini uygulayarak yapar.”

“YÖNETİCİLİK BİR DENGE İŞİDİR, BİR ROL MESLEĞİDİR”

Yrd. Doç. Dr. Şerife Subaşı: Öğrencilerimizin hedeflerinde genelde kaymakamlık, valilik gibi hedefler var. Bir kişinin iyi bir yönetici olabilmesi için hangi bilgilere, becerilere ve değerlere sahip olması gerekir?

“Kaymakamlık kariyer bir meslek. Kariyer mesleklerin hepsinde olduğu gibi sınavla alınıyor. Usulü biliyorsunuzdur. Bilmeyenler için ben bir kez daha anlatayım. Kamu personeli Seçme Sınavı’na göre belli bir puanın üstünde puan alanları davet ediyorlar. Ve davet edilen kişilerden alınması düşünülenin 40 katı kadarını tekrar bir sınava tabi tutuyorlar. Yazılı sınava ÖSYM’de. Ondan sonra, alınacak miktarın 4 katını mülakata çağırıp, mülakatta oradaki temsil kabiliyeti, ifade kabiliyeti hususlarını bir heyet önünde tekrar bir sınava tabi tutup o şekilde alıyorlar. Kaymakamlık olmanın şartı bunlar. Sizler gibi bir okulu bitirecekler. Hukuk, Siyasal veya İktisadi İdari Bilimler gibi bir fakültenin ilgili bölümünü bitirecek, Kamu Personeli Seçme Sınavı’ndan bir puanın üstünden not alacak. O müracaat gurubu içerisinde de 40 katına girip tekrar yazılıya girecek. Ondan sonra da 4 katı olan kısmında gelip mülakatta da başarılı olmuş olacak. Valiliğin hiçbir şartı yok Valilik istisnai memuriyet. Hükümet isterse, istediği birini vali yapabilir. Bundan önce örnekleri var. Üniversiteden birine, Lale Aytaman’a “Ben seni vali yapıyorum” diyebildi. O istisnai memuriyetlere getirilen bir durum. Ama teamül olarak, gelenekler olarak bakıldığında, mülki idare kökenli, kaymakam kökenlilerin tercih edilmesi durumu yüksek oranda. İyi bir yönetici olmanın yolu, biraz önce söylediğimiz gibi, çok kitabi bilgiler değil. Herkes kendi avantajını bilip onu değerlendirmesi lazım. Yöneticilik bir denge işi. Mutlaka çok dengeli hareket etmek durumunda. Bir rol mesleği. Kaymakam, vali, günde çok farklı gruplarla bir araya geliyor. Her gruba farklı bir metotla yaklaşması lazım. Derdini anlatmaya gelen vatandaş için farklı bir tavır, Daire amirleri geldiğinde onunla bir problem çözerken farklı bir tavır, aklınıza gelebilecek bir toplantıyı idare ederken tavrınız farklı veya sizi ziyarete gelen özel bir misafirinizi karşılarken farklı. Yani farklı çehrelerle, farklı yüzlerle hitap etmek durumundasınız. Onlar birbirine karışmamalı. Yine bir denge mesleği olarak, tevazuunuz güçsüzlük olarak değerlendirilmeyecek bir tevazu olmalı. Vakarınız bir kibir olarak değerlendirilmeyecek bir dengede olmalı. Hayatınızın her alanında, yapmış olduğunuz her görüşmede, tavırlarınızda mutlaka bir ölçüye, bir dengeye ihtiyaç var, eğer başarılı bir yönetici olunacaksa. Dolayısıyla bazen yorucu oluyor. Günün akşamına kadar gelen farklı gruplarla farklı konuları konuşmak, onların seviyesinde, onlara uygun bir tavır belirlemek sizi akşama kadar farklı zorlamaların içinde tuttuğu için biraz yorucu oluyor ama tatmin duygusu da çok yüksek bununla birlikte. Sürekli bir yenileşmeye ihtiyaç var. Yönetimin olmazsa olmazı mevzuat. O konularda sürekli bir takibe ihtiyaç var. İyi bir hitabet bütün yöneticiler için gerekli. İletişime açık olma, şahıslarla o diyalog kapılarını kapatmama yine gerekli. Bunların hepsinden birden bir başarı elde edilebiliyor. Mutlaka dengeli, mutlaka yeniliklere açık, mutlaka gelişmeleri takip edebilen, emri altındaki kişilerin ne yaptığını iyi takip edebilen bir yapı içerisinde olmalı. Bira önce dediğimiz gibi, planlama, organizasyon, yürütme, koordinasyon, kontrol… Bunlar önemli hususlar. Her birinin ayrı bir gayrete ihtiyacı var. Bir iş yapılırken en başında “bunu nasıl planlayacağız, buna nasıl bir organizasyon oluşturacağız, koordinesini nasıl sağlayacağız, en sonunda nasıl kontrol edeceğiz?” gibi hususlar yorucu hususlar. Çok kolay hususlar değil. Yönetim bir ekip işi. Özellikle mülki idare gibi görevlerde, geniş alanlı görevlerde, eğer başarı isteniyorsa ekibin başarıda pay sahibi olması lazım. Ekibiyle çok yakından ilgilenecek. Onları tanıyacak, karakterlerini bilecek, ona göre yönlendirme kabiliyetinde olacak idarecilere ihtiyaç var. Bu şirket yönetiminde de böyledir. Ekibini tanımayan bir şirket yöneticisi, onların gücünün neye yetebileceğini bilemeyen bir şirket yöneticisinin başarılı olmasını düşünemiyoruz. Ama kamu yönetiminde, bir şirket yönetimi gibi ekibinizi çok özgür bir iradeyle oluşturabilir misiniz? Oluşturamıyorsunuz. Oluşturamadığınız bir ekipte ancak yapabileceğiniz, en üst seviyede onlardan istifade edebilmek, yönlendirmek, takiple kontrolle onlardan daha fazla istifade etmenin yolunu elde edebilmektir. Yapılabilecek çalışmaları da muhataplarla çok iyi paylaşmak lazım. Onlara bunu aktarmak lazım. Onların da desteğini karar ölçüsünde, karar oluşturma ölçeğinde de alabilmek lazım. Yani yönetimde, idarede çok yönlülük var. Özellikle mülki idare diye baktığımızda. Muhataplarınıza göre tavır belirleme onlara göre bir usul belirleme durumundasınız. Ama yapılamayacak, mümkün olmayacak işler değil. Ama biraz gayret ve sabır gerektiriyor. O yorulmaya tahammül gerektiriyor. Ama ona inanıyorum, akşam olduğunda neler yaptık diye düşündüğünüzde de sizdeki o tatmin duygusu sizde bir dinlenmeye de vesile oluyor.”

 “KADINLARIN BAZI KONULARDAKİ HASSASİYETİ BU MESLEĞE DE FAYDA SAĞLAYACAK”

Benim sorum, sizce bayanların, erkeklere göre vali veya kaymakam olma olasılığı nedir? Eğer olursa bunda başarılı olma olasılığı nedir?

“Uzun yıllar sanki kaymakamlık mesleği, mülki idare mesleği kadınlarımıza kapalı bir meslek gibi lanse edildi, daha doğrusu uygulandı. Şu anda kesin sayıyı bilmiyorum; ama zannediyorum ki 50'nin üzerinde kaymakamımız var ve bir tane de valimiz var. Başarıları konusunda benim bir şüphem yok, beraber çalıştığım arkadaşlarım en az erkekler kadar bu işi başardılar, başarıyorlar. Ama toplumdaki bazı tepkiler, toplumdaki bazı algıların değişmesi de zaman alıyor. İdare de bu algıların içerisinde yer alıyor. Sıkıntı çektiğimiz tek husus, iki kaymakamın evliliğinde oluyor. Onları aynı yerde görevlendiremiyoruz, yakın ilçelere verdiğimizde gene problemler çıkıyor. Çok kısa zamanda Ankara merkezinde buluşmaya çalışıyorlar, aynı ilin iki ilçesine verdiğinizde de sıkıntı oluyor. Malumunuz bir ilçede birden fazla doktorumuz, birden fazla hakimimiz, birden fazla öğretmenimiz var; ama bir tane kaymakamımız var. Dolayısıyla ilçe görevleri sırasında aile bağları olarak sıkıntı yaşıyorlar; ama onu da aşmaya çalışıyorlar. Bu ara dönemde kendi sıkıntılarını aşıp dediğimiz gibi ileri dönemlerde ortak çalışma alanları bulmaya çalışıyorlar. Bayan kaymakamların sayısı olarak hala olması gereken noktanın gerisinde olduğumuzu biliyorum. Terim seçmekte de zorlanılıyor; kadın kaymakamlarımız, bayan kaymakamlarımız, hanım kaymakamlarımız diye. Bazıları rahatsız ediyormuş, kadın kullanılıyor bunlarda. Diğerlerinde olumsuz bir mana var mı bilemiyorum; ama terimleri seçerken de zorlanıyoruz. Ama Türkiye'nin geneline baktığımızda, yani bizim kaç tane mühendisimiz var, bunların kaçı kadın? ''Kaç tane hakim var, kaçı kadın?'' diye baktığımızda da onlardaki durum da çok farklı değil; ama mülki idarenin bunların gerisinde olduğunu biliyorum. Bir pozitif ayrımcılığa ihtiyaç var diye düşünüyorum. Benim şahsi olarak burada saklayıp gizleyeceğim bir şey değil, başarılarından emin oldum. Görev yaptığım yerlerde biraz önce çalıştığımı söylediğim 6 ilçe kaymakamlığı, 3 vali yardımcılığı ve bakanlık merkezindeki görevlerde kadın idare amirleriyle yakın çalıştık, aynı işlerde iş ortağı olduk, herhangi bir sıkıntı yaşamadık. Onların bazı konulardaki hassasiyeti bu mesleğe de fayda sağlayacak, bu meslek için de olumlu etkiler yapacak diye düşünüyorum.”

''HEDEF TAYİN ETMEK İDARENİN OLMAZSA OLMAZIDIR''

Bilecik için gerçekleştirmek istediğiniz herhangi bir projeniz var mı? Eğer varsa bu projeleriniz neler?

“Yönetim mutlaka hedefliyor olmalı. Tanımlarını da yaparken belli bir hedefe ulaşmak için çalışanlarımızla size emanet edilen yer, malzeme ile bu hedeflere ulaşmanın bir yolu olacak diye düşünüyorum.

Bilecik ölçeğinde mutlaka her gelen valimizin, her gelen idarecimizin, her gelen rektörümüzün, hocamızın mutlaka hedefleri, gayeleri var. Bende 8 aydır burada görev yapıyorum. Açık söyleyeyim gelmeden çok iyi tanıdığım bir il değildi; ama geldikten sonra gördüm ki hem sanayide hem tarımda hem tarihi ve kültürel alanda büyük değerleri olan, büyük avantajları olan bir yer. Olması gereken noktanın da gerisinde, daha da iyisini hedefleyip mutlaka o hedefe ulaşabilir. Her şeyden önce 6 tane organize sanayi bölgesiyle bölgenin bir sanayi merkezi haline gelmesi yönünde büyük bir gayret sarf etmiş, işsizliği neredeyse bitirmiş bir il. Hedef ne olmalı, ''Daha üst miktarda ücret ödeyebilecek sanayi buraya çekilebilir mi?'' hedefi olmalı. Burada sanayimiz var; ama ödenen ücretler asgari ücretin biraz üzerinde olan ücretler.Belik üniversitemizin de desteğiyle bu konuda daha iyisi yapılabilir.

Tarımda çok büyük avantajları var. Hem iklimi hem de birkaç ayrı coğrafi bölgede toprağıyla, yükselti farklarıyla mikro klima iklimiyle, Sakarya kenarında, büyük üretimler gerçekleşiyor. Daha da iyisi yapılabilir, bu büyük üretimlerin pazara yansıması, artı değerinin Bilecik'te kalması, Bilecik'teki tarım kesiminde kalması yönünde büyük çalışmalara ihtiyaç var.

Yine tarihi ve kültürel dokumuzun tanıtılması konusunda bunun da bize artı bir değer olarak, turizm değeri olarak girmesi için yapılabilecek çok şey var. Büyük değerlerimiz var Ertuğrul Gazi'den, Şeyh Edebali'den, Dursun Fakih'ten. Doğal değerlerimiz olarak baktığımızda %54'ü orman olan, 18 tane göleti olan, şelaleleri olan, kanyonu olan bir yer maalesef çok iyi tanınmıyor. Üzülerek söyleyeyim Bilecikliler tarafından da çok tanınmıyor. Yani dolayısıyla buranın Çanakkale gibi tanıtılabilecek veya Marmara Bölgesi'ndeki birçok tarihi doğal güzelliği olan yerler gibi tanıtabilecek durumda olması.

Ümidim,izi arttıran durum da ulaşımın geldiği nokta. Bursa hariç, onun da dün ihalesi yapıldı umarım sonuç alınır, diğer illerimizle çok sağlıklı bir iletişimimiz, sağlıklı bir ulaşımımız var Eskişehir'le, Sakarya'yla. İnşallah hızlı tren istasyonumuz da bitecek.

Yani bütün bunlar hepsi birleştiğinde Bilecik'te yapılabilecek çok şey var. Bütün birimlerimizle bunun da çalışmasını yapıyoruz ve her çalışmanın içerisine de mutlaka üniversitemizin de olmasını isteyerek, bu çalışmayı bize bilimsel metotlarda gösterecek, unuttuğumuzda hatırlatacak başarılı bir üniversitenin de olduğunu kabul ederek bu çalışmalara devam ediyoruz. Hedef tayin etmek, idarenin olmazsa olmazıdır. Yani biz mevcut günü kurtaralım şeklindeki bir idare, hiçbir zaman istenmez ve başarılı olmaz.”

''OLMASI GEREKEN PRENSİP, HAKKANİYET VE ADALET PRENSİBİDİR''

Bir kimse, kimsenin torpiline ihtiyaç duymadan kaymakam olabilir mi? Çünkü çok az kişi kaymakam olabiliyor ve kaymakam adayları, bu azınlığın içine girebilmek için hemen torpil aramaya çalışıyor. Kendi irademiz ve çabamızla, kimsenin yardımına başvurmadan kaymakam olabilir miyiz?

“Bu biraz zor soru oldu. Keşke hakkaniyet ve adalet prensibi dünyanın her yerinde hakkıyla uygulanabilse. İlk aşamalar tamamen kendi gayretiniz. Bu üniversiteyi kazanmanız kendi gayretiniz, okulu bitirmeniz kendi gayretiniz, KPSS' de belli bir puanın üstünde almanız kendi gayretiniz, o puanla dediğimiz havuza girebilmeniz kendi gayretiniz, o havuzdan çıkabilmeniz kendi gayretiniz. Geriye ne kalıyor, dört kapı içerisinden tek dörtte bire indirmedeki durum kalıyor. Oradaki kurul da gene sorumluluğuyla, ben o komisyonlarda görev almadım, biraz daha rahat konuşayım, o kurul da mutlaka değerlendirmesini yaparken hakkaniyet prensibine, adalet prensibine uyar diye düşünüyorum; ama Türkiye şartlarını hepimiz biliyoruz. Yani bunların hiçbirisinde referansların tesiri olmuyor dersek kendimizi kandırmış olabiliriz.

Referans sistemi, Türkiye'de bir usuldür. Nerede olursa olsun mutlaka referansların devreye girdiğini, ''biz bunu tanıyoruz, biliyoruz iyi bir çocuktur, ailesini tanırız, bu mesleğe yakışır'' diye referanslar sizin bulunduğunuz yere göre size gelir.

Belli dönemlerde hiç referansı olmayanların tercih edildiği dönemleri de yaşadım. Deriz ya ''Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir'' diye, zaman zaman idarede bunlar da olmadı değil. ben 7 yıl bakanlık merkezinde görev yaptığım süre içerisinde bu örnekleri de yaşadım. Sahipsiz olan, referanssız olan; ama bu mesleğe layık olan kimler var onları bir öne çıkaralım diye gayret içerisinde olunduğu dönemleri de yaşadım. Olması gereken prensip, memuriyete yakışan prensip hakkaniyet ve adalet prensibidir. Onun için sondaki kısım hariç diğer kısımlarda içiniz rahattır, inanıyorum. Yani buraya kimse hak etmeden gelmiş değildir. Yine KPSS'nin da ben halk etmeden kazanılmış olduğunu düşünmüyorum. Ondan sonra yine ÖSYM'nin eliyle yapılan sınavda da öyle. Diğer kısmında size çok açık ve net olarak hiçbir şey olmuyor desem kimi inandırabilirim onu bilmiyorum; ama tam aksine bir şeyler de gördüğümde ben vicdanımdaki rahatlamayı açık olarak hissettim. Ben de sizlerle aynı düşüncedeyim. Bu topraklar üzerinde doğmuş,büyümüş, aynı güneşten aynı yağmurdan istifade ettiğimiz kimselerin mutlaka bu işlerde de ayrımsız olarak tercih edildiğinde diğer kapı çerçevesinde de bunun uygulanması gerektiğini düşünüyorum.”

“MUTLULUĞUN EN TEMEL YOLU ÇALIŞILARAK ELDE EDİLEN BAŞARIDADIR”

James Hunter’in bir sözü dikkatimi çekti. Hunter, “Girişimci yöneticiler için asıl olan kariyer değildir hayallerinin peşinden gitmektir” diyor. Siz böyle mi düşünüyorsunuz? Hayallerinizde kalan kariyer istekleriniz var mı?

“Meslek olarak yoktur. Başta paylaştığımız ben buraya çok istekli şekilde başlamadım dediğimiz durum. Bir sonraki adımı düşünüp kendinize bir sonraki adımda açılacak kapıyı hazırlama yönündeki bir gayret sizi mutlaka sınırlayacaktır. Şuan size emanet edilen sizden istenen çalışmanın hayalini kurup oradaki gelişmeyi sağlamanız lazım. Size verilmiş olan nedir? Okul olarak düşünelim. Okulun müdürü oradaki işini düşünmeli. Oradaki sınıfları daha rahatlatmayı, eğitimi daha başarılı hale getirmeyi düşünmeli. Ondan sonrası kendisi otomatik olarak açılmalı. Hakkaniyet ve liyakat prensipleri çerçevesinde “Sen bu işi başardın, bundan sonraki basamaklarda şunları hak ettin” diyecek idarecileri beklemelidir.  “Yoksa ben ne yapayım bir sonraki adımı kendim hazırlayım. Buranın hizmetleri çok önemli değil” gibi tavır insanı iç âleminde de kendini huzursuz edecektir. Onun için kendi kariyerini değil de hayallerini düşünüp kendisine emanet edilen işte kendisinin başarmayı istediği çalışma kendi iç dünyasında da mutlu edecek husustur. Hayatın temel gayesini mutluluk olarak tabir edebilirsek, mutluluğun en temel yolu çalışılarak elde edilen başarıdadır diyorum. Yoksa mutluluğu her görevinizde bir üst görevi yakalamak olarak değerlendiren kişilerin mutlu olduğunu zannetmiyorum. Ama çalışılarak elde edilen bir başarı var. Siz bir sonraki kariyerinizde başarınızdan sonra uygun görüyorsanız o sizi de mutlu edecektir. Hayatın gayesi de yerine gelecektir. Yoksa dediğiniz yok değil. Tüm mesele kariyer diye görüp yapılacak hizmeti değil de, o hizmetin reklamını o hizmette bir sonrasını hazırlamayı ve belli gönülleri almayı hedef almış kişilerin mutlu olduklarını zannetmiyorum.”

“HAYATTAKİ BAŞARILAR DEZAVANTAJLARI AVANTAJ YAPMA SANATINDAN GEÇİYOR”

Üniversite yıllarınızda hem evli hem de babaymışsınız ve bu başarıyı elde ettiniz. Nasıl bir yol izlediniz?

“Bunu başarı olarak kabul edersek, hayattaki başarılar dezavantajları avantaj yapma sanatından geçiyor. Çalışma şartları, eğitim şartları müsait olan birçok arkadaşımız yolda tökezleyip kaldılar. Benim şartlarım çok uygun değildi. Doğu Anadolu’nun bir şehrinde, “Liseden sonra bu çocuk üniversiteyi okumaz. Zaten aldığı eğitim ne ki!” diye düşünülen ve lise son sınıfta nişanlanan ardından siyasalı kazandım. Ben siyasalı kazandıktan sonra aklımdaki buraya bitirmem lazım düşüncesinde yapmadığım iş kalmadı. Başkalarının yanında da çalıştım, gocunmadım. Arkadaşlarımızın arasında çok becerikli olanlar vardı. Ben devlet kredisi dışında bir yardımda alamamıştım. Baba mesleği olan saat tamirciliği yapıyordum. Hala da o işi yaparım. Onlarla da ailemi geçindirmeye yönelik bir gayretim oldu. Dezavantajlarınızı avantaj yapabiliyorsanız hayatta başarılı olabiliyorsunuz.  Dünyanın en meşhur hatiplerinden birisi ekeme birsi olarak hayata başlamış. “Ben bu kekemeliği aşacağım”  gayreti içerisinde dünyanın en iyi hatiplerinden birisi olmuş. Dolayısıyla hayat size bazı şeyleri hazır olarak verir. Onun kıymetin çok ortaya çıkmaz. Bazı şeylerde de siz tırnaklarınızla bir yerlere gelmeye çalışırsınız. O biraz daha kıymetli olur. Yaşadıklarımdan pişman değilim. Keşke dediğim çok fazla bir şey yoktur. Sıkıntılar çekilmedi mi, çekildi. Ailemizde bizimle birlikte sıkıntı çekti. Ama gelinen nokta sizler için başarı olarak görülüyorsa hamd sebebi olarak görmeliyim. Başarılamayacak hiçbir şey yoktur. Elde ettiklerini hayalleriniz ile orantılı olacak. Biraz hayalleriniz zorlayıp “Ben bunu yaparım” düşüncesi ilk adımdır ve en büyük adımdır. “Yok bu bize göre değil” düşüncesi kaybın başladığı noktadır. Gençlerimizden ve üniversitemizden ümitliyim.  Öğretim kadrolarımızdan ümitliyim. İnanıyorum ki bu topraklar size farklı bir duygu da verecek. Osmanlının kurulduğu bu topraklar belki de hayal duygumuzu da geliştirecek. Buradaki bir kuruluşta 600 senelik hükümranlığı hayal etmek hiç mümkün değildi ama gerçekleşti. Bizler sizleri birer emanet olarak görüyoruz. Üniversitemizde öyle biliyor bizlerde öyle biliyoruz.  Bize düşen görevlerde de yanınızda olmaya devam edeceğiz.”

Editör: TE Bilişim