Ne işkenceydi bir zamanlar her şey. Kol gücü, beden gücü, bilgi, ilgi her şey gerekliydi bir şey yapmak için.

Çamaşır yıkama günü olurdu mesela evlerde on-onbeş gün arayla. Banyo kazanı da yakılırdı aynı gün, bir gün öncesinden bodrumdan çıkardığın odunlar, kömürlerle. Ev ahalisi de sırayla girer çıkar, yıkanır, paklanır, ev temizlenir, çamaşırlara gelirdi sıra.

Kendine bile hayrı olmayan, içine bir parça fazla çamaşır koysan inim inim inleyen minik kutucuğu fişe takınca başlardı seremoni.

Önce kirlileri istiflemek, renklerine cinslerine göre bir bir ayırmayla başlardık ise. Makineye sıcak suyu kovalarla boşaltıp deterjanı atardık içine, haydi bismillah...

Beyaz havlulardan başlayıp sırasıyla devam eden, başlarda rengi güzel köpüklü suya zamanla köpüğü kalmamış kirli suyun içine at, döndür, yıka çıkar sık, koy yandaki leğene.Ama, yine rengi rengine.

En son paspaslar kalana kadar.

Sonra makinenin içini yıka , kova kova sıcak suyu dök içine baş deterjanı, başla ikinci suya.

Havlular...

Atletler...

Az renkliler...

Renkliler...

Koyu renkliler...

Paspaslar...

Dök suyu, haydi üçüncü suya...

Başla.

Havlular...

Büyük lükstü tabi o evde çamaşır makinesi bulunması, her evde olmazdı zira.

Ya maazallah olmasaydı o, elde leğende yıkasaydık her şeyi ne yapardık ki.

Çeyizimin en gözde parçasıydı minik beyaz kutucuk. 
İşim bitince özenle içini siler, kurular, kapağını kapatıp üzerini örterdim,  renkli  iplerle ördüğüm örtüyle, özenle  çeker koyardım köşesine. Taa bir dahaki görev gününe kadar.
Makina yorgun ben yorgun biterdi işkence günü. 
Bir tuşa basmakla halloluyor şimdi herşey. Bir parmak gerek sadece, çoğu zaman da o parmak evdeki yardımcı kadının parmağı oluyor. 
Bolca kol geziyor şimdilerde anksiyete,  psikolojik sıkıntılar, ruhsal bunalımlar. Zaman bolluğundan mıdır,  iş yokluğundan mı? Bilemedim.
Bir çamaşır yıkamak icin bile bir gününü ayırmak zorunda olan bir kadının oturup düşünmeye,  didiklemeye, ondan alıp buraya koymaya, takmaya, takılmaya zamanı olur mu? 
Koştur, koştur işleri yetiştirme derdinde, hayatı kotarma peşinde olan kadının, tek derdi tirnagindaki oje de olamıyor maalesef.
Şimdi her yaşın ayrı sendromu var, doğunca başlıyorlar sıraya girmeye.  Bilmem kaç ay sendromu, bir yaş sendromu,  iki yaş,  dört yaş, ergenlik...
Anneler sendromlu, bebekler sendromlu, çocuklar sendromlu. 
Tavuk, yumurta misali  kim kimi etkiliyor bilinmez  ama, dolanıyor sarmal gibi içine alıyor  sendromlar herkesi. 
Daha ergen bile olamadan, çocuk ya da genç kız olduğunu anlayamadan  anne olan  kadınların, günümüz kadınını anlayabilmesi çok kolay değil cidden.

Editör: TE Bilişim