Kül suyundan sabun üretimine, kiraz sirkesinden ceviz sirkesine, bal sirkesinden kamber salçasına, ekolojik turizmden permakültür uygulamalarına, merada tavuk üretiminden aromatik bitki üreticiliğine, tıbbi aromatik yağ üreticiliğinden keçiciliğe, yerli tohumdan sebze üretimine geniş bir yelpazede faaliyet gösteren bir çiftliğin ürünlerinin markası Zeytinliboğaz.

Sahibi Selçuk Şahin, plaza çalışanı bir bankacı iken, ilaç sektörüne, oradan da ekolojik çiftçiliğe uzanan yolculuğunda çevresine değer katarak ilerlemeye devam ediyor.

Gölpazarı’na 13.km kala yol üzerinde bulunan Zeytinliboğaz Permakültür Çiftliği’nde yılın 12 ayı üretim devam ediyor. Tüm dünyadan gönüllüler ağırlayan çiftlikte Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin yürütücülüğünü yaptığı TaTuTa (Tarım, Turizm, Takas) ağına dahil edilmesi ile yerli gönüllü ve konuklar da ağırlanmaya başlanmış.

Önce köye dönüş öyküsünü dinleyelim. Neden geri döndünüz? Çiftçilikten, kırsaldan  tüm gençler kaçıp kente yerleşirken neden siz böyle bir karar aldınız?

Benim aslında toprağım ile bağım hiç kopmamıştı. Şehirde yaşayıp, çalışsam da hafta sonları ve tatillerimi Gölpazarı’nda ailem ile beraber geçirmeye çalışırdım. Evlenip çocuk sahibi olduktan sonra çocuğum için gerekli temiz gıda ihtiyacımı kendim üreterek gidermeye karar verdim. Ailemin arazisinde üretimler yaptım. Ardından çiftliği 2008 yılında satın aldım. Bir süre işimden ayrılıp çiftlikte yaşasam da maddi baskı ve çocuğumun küçük olmasından dolayı çiftliğe bakıcı aile yerleştirip İstanbul’a geri dönüp bir müddet daha ilaç sektöründe çok uluslu bir firmada çalışmaya devam ettim. 3 yıl önce de tamamen işimden ayrılıp çiftlik ile ilgili hedeflerimi hayata geçirmeye başladım. 3 yıldır ailem ile birlikte çiftlikte çalışıp ürettiklerimi İstanbul’da satıyorum.

Sizin diğer üreticilerden farklı olarak sürekli kendinizi geliştirme çabanız var, bu sebeple farklı eğitimler aldınız. Birisi de permakültür eğitimi. Permakültür nedir?

Benim hocam aynı zamanda Türkiye Permakültür Enstitüsü Başkanı Mustafa Bakır’ın tanımıyla; Permakültür bir tasarım bilimidir, etik temelli bir tasarım bilimidir.

Permakültürde amaç bu dünya üzerindeki ikametimizi sürdürürken giriştiğimiz bütün faaliyetleri; başka bir deyişle barınmadan/ yerleşimden tarıma, akuakültürden (su ürünleri) hayvancılığa, ormancılıktan enerji üretimine, hukuksal yapılardan ekonomiye insan kültürünün tamamını, parçası olduğumuz ve bütün canlılarla birlikte türümüzün hayatta kalmasını sağlayan ve bizi besleyen doğaya, ihtiyaçlarımızı karşılarken zarar vermek yerine yarar sağlamak üzere kurgulamak, tasarlamaktır.

Tasarım, hangi ölçekte ve koşullarda olursa olsun bir ögeler/bileşenler kompozisyonu ya da kurgusu yapma işidir. Permakültürde, kaçınılmaz olarak parçası olduğumuz doğadan öğrendiğimiz üzere ögelerin/bileşenlerin kendilerinden ziyade aralarındaki besleyici ilişkiler örgüsüne odaklanırız. Tasarım dediğimizde anladığımız ve yaptığımız, tüm yönleriyle kültürü bir “üretken ilişkiler ağı” olarak örmektir. Bunu yaygın olarak başardığımız gün insanın varlığı ve faaliyeti, her durumda ve yerde ancak bollukla sonuçlanır.

Çiftliğimizde yeni tasarımlar ile birçok bilgiyi kullanmaya başladık. Lavabo ve tuvalet suyumuzu ayrıştırıp gri ve siyah su sistemleri kuruyoruz. Daha az su kullanımı için kuru tuvaletler yapıyoruz. Gıda ormanları dediğimiz meyve bahçelerinin tasarımı, toprağın iyileştirilmesi için kompost yapımları, enerjinin doğru kullanılması gibi daha birçok alanda dönüşmeye devam ediyoruz.


Ürün çeşitleriniz içinde pek çok farklı ürün var. Sirkeler, soslar, konserveler, sabunlar, yağlar.. Nasıl bu kadar çeşit ürün çıkarabiliyorsunuz? Mesela Kiraz sirkesi.. Nasıl geliştiriyorsunuz bu ürünleri?

Aslında yeni ürün geliştirmekten ziyade mevcut ürünlerimizden katma değer yaratmak amacıyla yaptığımız çalışmalardan çıkan neticeler yeni ürünler oldular. Kirazlarımızı yağmur çatlatmış ve pazar değerini yok etmişti. Uzun yıllardır kimyasalsız üretim yapıyorum. Çatlak kirazları sirke için işleme aldık. Uzun süren bir fermentasyon sürecinden sonra başarılı sonuçlar elde ettik. Çok lezzetli keskin aromalı sirkeler elde ettik. Bu esnada tanıştığımız kişiler, yazıştığımız hocalar oldu. Epeyce kaynak ve araştırma okudum. Gerekli tüm bilgileri toparlamaya çalıştık. Ardından kuşburnu, alıç, elma, armut, ceviz sirkeleri geldi. Elimizde şu anda çilek, kızılcık, elma sirkeleri var. Çiftliğimizi ziyaret edenlere ve İstanbul’daki çevremize ürün gönderiyoruz.

Sabun konusu ise ana iştigal alanımızın zeytincilik olmasından dolayı ilgimizi çekiyordu. İznik’li bir aile dostumuzdan sabun yapımını öğrendim. Geliştirerek kül suyundan ve değişik bitki özlerinden sabun yapmaya kadar işi çeşitlendirdim. Yeni yaptırdığımız sabun mühüründe Kayı logosu var. Bilecik Belediye Başkanımız Sayın Selim Yağcı ile Ticaret Odamızdaki bir turizm çalıştayında biraraya gelme şansımız olmuştu. Sorulan bir soru üzerine patenti Bilecik Belediye’sinde olan Kayı logosunu Bilecik’imizi temsil edecek ürünlerde kullanılmasını destekleyeceklerini belirtmişlerdi. Yeni sabunlarımız kuruyorlar. Onlarda Bilecik ve Kayı logolu mühürler kullanacağız. İlimizin tanıtımına katkı vermiş olacağız.

Konu Turizme gelmişken, siz Dünya ekolojik çiftlik ağı WWOF’in Türkiye’de Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin yürüttüğü Ekolojik Çiftlik ağının TATUTA projesinin üyesisiniz. Bu konudan bahseder misiniz?

TATUTA projesi yaklaşık bir yıldır görüştüğümüz bir proje idi. Uzun süreçlerden sonra Mart ayında gerçekleşti. TATUTA üzerinden konuk ve gönüllü talepleri almaya başladık. Tarım Turizm ve takası birleştiren bu proje ile çevremizi de iyi yönde etkileyeceğimizi düşünüyorum. Bu yaz şartlar el verdikçe konuk ve gönüllü ağırlayacağız.

Sizin birde yabancılar için  gönüllülük sisteminiz var. 30’a yakın gönüllüyü farklı ülkelerden gençleri çiftliğinizdeki üretimlere dahil ettiniz. Neden gönüllü oluyorlar bu gençler size? Sizin beklentileriniz nedir bu sistemden?

Yabancı dilimi geliştirmek için fazla vaktim olmuyordu. Niyetim yaptığım işlerden de geri kalmadan, hatta işlerimi de kolaylaştırarak farklı kültürleri tanımak ve yabancı dil pratiği yapmaktı. Bu sebeple gönüllülük ağları üzerinde oluşturduğum çiftlik hesabı ile çiftlikte yaptığımız işleri İngilizce yazmaya başladım. İlgisini çekenler bana geri yazdılar. Takvim ve şartları uyanlar da çiftlikte yürütülen işlere dahil olmaya başladılar. Kaldıkları süre boyunca gençler kültürümüzü yakından tanıdıkları gibi bizler de onların kültürünü tanımaya başladık. Zaman içerisinde biraz daha teknik özellikleri olanlar bizi seçmeye başladılar. Bu güne kadar gelenler arasında ekonomistler, bankacılar, öğretmenler, okyanus biyoloğu, ekolojik tarım öğrencileri, marangozlar, çiftlik sahipleri, sanatçılar, müzisyenler, tasarımcılar gibi farklı eğitimleri almış geçler vardı. Annem babam ilerleyen yaşlarına rağmen dertlerini anlayacak ve anlatacak kadar İngilizceye aşina oldular. İlçemin insanları ile gelen gençlerin temas kurmasını, kaynaşmasını teşvik edecek işler de yapmaya çalışıyorum. İlçe pazarında insanımızla, esnafımızla, köylümüzle bu gençlerin fotoğraflarını ve videolarını çekip zaman zaman sosyal medyada paylaşıyorum. Toprağımızdan uzaklaşan bir gençlik var. Belki toprakla uğraşmak popüler hale gelirse algıları değişebilir ve üretime katılabilirler.

Bilecik Ticaret Odası’nda katıldığınız Turizm Çalıştayı’nda kapatılan ve kullanılmayan mermer ocaklarının turizme ve tekrar doğaya kazandırılması ile ilgili kabul gören bir öneriniz olmuş. Bu konudan bahseder misiniz?

Mermer ve taş ocaklarının rehabilitasyonu Çalıştayı’nda 2013 yılında Isparta’da alınan kararlardan bir tanesinde ‘Yeniden doğaya kazandırılması veya bütüncül olarak onarımı mümkün olmayan bu tür özel alanlara farklı alan kullanım tipleri (turizm, rekreasyon, sulak alan, yenilenebilir enerji üretimi vb.) geliştirilmelidir. Orman rejimi içerisinde faaliyetini tamamlayan mermer ocaklarının sadece ekolojik onarım değil aynı zamanda orman ekosistemi ile uyumlu olabilecek farklı mekânsal kullanım tiplerini de mevzuatta yer alacak şekilde öngörülmelidir.’ denmektedir. Permakültür ile kapatılmış mermer ve taş ocaklarının hızlıca ekosisteme geri kazandırılması ve ek faaliyetlerle turizm olanaklarının yaratılması mümkün olabilir. Bu konuda Türkiye Permakültür Enstitüsü’nden de gerekli destek sözlerini aldım. İlimize farklı turizm alanlarının kazandırılması mümkün olabilir. Su hasadı yapılıp, toprak yaratılan permakültür uygulamalarının, bu dönüşüm içinde ilimize turizm katkısı olabilir.

2014’de kendi markanız Zeytinliboğaz’ı tescil ettirdiniz. Amacınız neydi?

Yaşadığımız çağda çok hızlı bir değişim ve gelişim var. Değişmeyen şeyler markalar. Ürünlerine güven duyduğumuz markaları tercih ederiz. Bu güvenden dolayı da o markalara aidiyet hissetmeye başlarız .Zeytinliboğaz da ekolojik ürünlerden üretimler yapılır. Doğru ürünler üretiriz. Çevremizde de bu üretimlerin yapılmasını teşvik ederiz. İlerleyen zaman ne getirir bilinmez ancak hedefimiz çevresine faydalı, toprağına saygılı üretimler gerçekleştirmeye devam etmektir.”

Zeytinliboğaz’ın sahibi Selçuk Şahin, 1977 Gölpazarı doğumlu.1994’de Bilecik EML Elektrik bölümünden mezun oldu.1997’de Dumlupınar Üniversitesi Gölpazarı MYO Bilgisayarlı Muhasebe ve 2002 yılında Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi Pazarlama Bölümü’nden mezun oldu. Halen Anadolu Üniversitesi Tarım Bölümü son sınıf öğrencisi.1997 -2000 yıllarında Toprakbank, 2000-2002 yıllarında Akbank, 2004-2008 yıllarında AstraZeneca İlaç 2009-2014 yılları arasında Abbott İlaç’da görev yaptı. 2015 yılında Permakültür Tasarım Sertifikası eğitimini ve 2016 yılında Bütüncül Yönetim eğitimlerini tamamladı. Permakültür ve hayvancılık konularında danışmanlıklar vermekte.

Editör: TE Bilişim