Celal Devecioğlu, bu bölümde tarihi eserlerimize nasıl sahip çıkılmadığını, korumasız bırakıldığı için de yok olmaya mahkum edildiğini anlatıyor. Günümüzde ismini de, cismini de duymadığımız birçok eserin varlığına dikkat çekiyor. Ne var ki Bilecik'teki bu tarihi eserler;  Yunanlar tarafından yakıldığı için kül olmuş.

Yangından zarar görmeyen birkaç eser kalmış ki, onlarda ne yazık ki koruma altına alınmayarak yok olmasına göz yumulmuş.

Türk Milleti'nin gurur duyduğu tarihini, ata yadigarı eserlerini, Yunan'ın, Bilecik'imiz deki tarihi eserlerimizi, yerleşim yerlerimizi yakıp-yıkarak tamamen yok ederek unutulmasını, hatırlanmamasını sağlamaya çalışması bir kültür soykırımıdır. Yunan biliyor ki;  yaktığı sadece bir cisim, eşya değil, kültürüyle, geçmişiyle yok olmasını istediği topluluk.

İşte geçmişteki Bilecik'in Tarihi Eserleri!   Tarihi Şadırvan, Süleyman Paşa Hamamı,  Rüştiye Mektebi,  Beşiktaş ile Kulaklıtaş çeşmesi gibi bir çok eser, devamını Devecioğlu'nun hatıralarından okuyalım…


Eskiden madeni burma bilinmez ve yapılamaz olduğu için çeşmeler kazıklı idi. Hani Nasrettin Hoca yol kenarında böyle bir kazıklı çeşmeye rastlamış, su içmek için kazığı bir çekmiş ve her yanı ıslanmış da;

“ Tevekkeli bu kazığı senin dibine boşuna sokmamışlar” demiş işte o biçim…

Hamamın içinde ve üst tarafındaki alanda bayramlar ve düğünler hiç eksik olmazdı. Hele dış kapıdan içeriye girenler gördükleri iç açıcı manzara, şadırvanla fıskiyenin tatlı şırıltıları karşısında hemen dinlenmiş olduklarını hissediyorlardı.

Küçüktüm, rahmetli annem daha küçük kardeşimle birlikte bizi bahsi geçen hamama götürdü yıkandık ve çıkıp giderken tarihi, fakat yokuş olan yoldan çıkışta, annem küçük kardeşimi kucağına aldı, onu aldın beni de al dedim ve oradaki duvarın üzerine oturdum, bohçası da olan annemin götüremeyeceği belli idi çocukluk bu, annem gitti ve biraz sonra gelen rahmetli babam yakamdan tuttu, kedinin yavrusunu taşıdığı gibi ayaklarım yere bazen basar, bazen  basmaz olarak ve hiç sesimi çıkarmadan böylece eve kadar gittim. Bu olayı hiç unutmam ve o yerden geçerken hep hatırlarım.

Hamamın külhanına odun( tomruk) getirmekte olan ve yakındaki bir dar köprüden geçen iki manda dereye düşmüşlerdir.

Söz konusu hamam İstiklal Savaşı’nda yanmamış ve hiçbir zarar da görmemişti, hatta civar mahalleler de kalan evlerdeki komşular bir ara içini temizleyip ocağını üç gün süre ile ateşleyerek doyasıya yıkanmış, gelin hamamı da yapmışlardı, düğün de hamamın içinde yapılmış ve erkeklerde dış taraftaki alanda yapmışlardı. Gelin ise, ailece Edebali Türbesinde ikamet eden Evkaf Müdürünün kızı Mevlüde Hanım olup, hamamın hemen yanında Saatçi İsmail Amcanın oğlu Mülâzım Mehmet Beye gitmişti. Bu sırada halen Hükümet binası yapılıyordu, hamamın ahşap kısmını yıkıp inşaata taşıdılar. Kalan kargir bölümü ile külhanında, Bulgaristan’dan gelen göçmenler biberleri kurutup toz biber imal ettiler. Daha sonra mevcut koca bakır kazan da bir daire tarafından  söktürülüp kaldırıldı, biber imalatı da durdu. Şimdi ise durumu yürekler acısı, şehrin helâ suları tamamen üzerine akıyor, gören vatandaşların gözleri yaşarıyorsa da ata yadigârı tarihi eser diye hiçbir ilgilenen yok.

Halbuki kargir kısmı hemen hemen mevcut, kurnaları, çeşmeleri yeri de, binanın tamamının yer döşemeleri ve şadırvanı yine yerinde duruyor. Bilecik’e gelen yerli-yabancı turistler de böyle eserleri görmek arzusundalar.

Rabbi Teâlâ bu hususta görev ve yetkililerimize basiret ihsan buyursun da kanun devletinde uygunsuz işler yapılmasın.

Kocakahvehane çok büyüktü, içinde gündüz ve gece çeşitli eğlenceler, Emrahlar, meddahlar, hokkabazlar, dış tarafında canbazlar hiç eksik olmazdı.  Hele çarşı meydanında bayram ve düğünler olduğu günlerde Yukarıçarşı’daki halkın da çoğu aşağına iner herkes birlikte coşar ve eğlenirdi.

Bir gün milli bayram varmış hemen Aşağıçarşı’ya koştum, erkekler ve çocuklar oynuyor, çalgılar çalıyor, kadınlar koca çınarın dibinden oynayanları seyrediyorlar, çeşitli çalgılar, özellikle köş (büyük davul) tiz sesli zurna birlikte tempo tutmuş İzmir zeybek havasını çalıyorlar:

Haydi yârim hoplayı hoplayıver.

Şalvarını toplayı toplayıver.

Haydi yârim seki seki sekiver

Arada bir diz çökü çöküver.

Güüm… Güüm…. Davul, zurnanın tiz sesi ve bu sırada başlayan gırnatanın yaptığı etki beni iyice coşturdu, ben de oynayanlar arasına girdimse de, ayak altında çiğneneceksin diyerek amcanın birisi beni kenara çekti.

Ben hemen eve koşup bir teneke parçası iki de çomak bulup tenekeyi davul, çomaklardan birisini davul tokmağı, diğerini de zurna yaparak başladım çalmaya:

Domdada damda hüt hüt hüt hüt

Domdada damda hüt hüt hüt hüt.

Pantalonum aşağıya kaymış paçaları yerde sürünüyor, komşulardan birisi gelmiş resmimi çekiyor ve bir ara utanç duyup eve kaçtımsa da olayları, o tatlı günleri unutmak mümkün değil.

Bayramlar ve düğünlerden başka her türlü merasimler, özellikle bir sanat dalında yetiştirilmiş çıraklara peştamal kuşatmalar, ardından mahallelerde yapılan teferrüç (gezinti)Ler Aşağıçarşıyı zevk ve eğlence yeri haline getirmekteydi.

Eskiden hafta tatilleri Perşembe ve Cuma günleriydi. Yukarı Çarşı’nın halkı ekseriyetle mesire yeri bu çarşıya iner vakit ve Cuma namazlarını tarihi camilerde kılarlardı. Çarşının ortasındaki Şadırvandan başka koca çınarın dibinde de ikinci ve çok güzel bir Şadırvan daha vardı. Bunun başı kalabalık bir sohbet yeriydi. Gayri Müslimlerden dahi gelenler olurdu.

Bilecik2te görünmeyen ve soğuktan durulmayan dağ başlarına inşaat ruhsatları verilirken, bu göz önündeki tarihi yerler ihmal ve hatta tahrip ve kayıp ediliyor. Camiikebir, Tabakhane, Hisar, Osmangazi, Gugukluk, Tahıl ve Emirler Mahallelerindeki arsalar bomboş duruyor, buralar yeniden meskun hale getirilse ve Aşağı çarşı’da yeniden imar ve ihya edilse Bilecik hem genişlemiş hemde kalabalıklaşmış olur. Bir Televizyon konuşmasında Bozüyüklülerden birisi “Nüfusumuz elli bini açtı, Vilayet olmak ilçemize yakışıyor” dedi. Vaktiyle Bilecik için kararlaştırılan büyük bir fabrikayı Bozüyük’e kurdular, vilayeti de alabilirler.

Bozüyük’te memur bulunduğum sırada Abone olduğum, tıbbi mecmuaları okumak için Bozüyüklü ve Rahmetli olan Doktor İsmail Bakkalcıoğlu: “Yahu İcracı bey, bu soyadın pek hoşuma gitmiyor, manası ne ola?” dedi. Bende iki manaya gelir birisi iriyarı, kaba saba, diğeri ise devesi olan deve sahibi demektir dedim. Şahsen “Kayılı” soyadını almak istedim e de babama tesir edemedim diye ilave ettikten sonra ya bu senin Bakkalcıoğlu’nun manası ne ola soyunuz bakkal mı yetiştiriyor muş, bakkal mı satıyormuş “ diye sordum. Haklısın hadiseyi bilmeyen gerçekten mana veremez. “Eskiden Bozüyük’te bakkal yokmuş, dedelerimizden birisi 2 arkadaşıyla birleşmiş, ev  ve dükkan hazırlamış, bir gece manda arabaları ile İnönü’ye giderek çoluk-çocuğu, ev eşyası ve emtiası ile birlikte arabalara doldurulup bakkalı Bozüyük’e kaçırmışlar. Bunun için kendisine Bakkalcı denilmiş”diye cevap verdi.

İnönü’den kaymakamı da kaçırmışlar diye duydum amma kesin olarak bilmiyorum. Elhasıl Bozüyüklüler becerikli insanlardı bakarsınız, valimizi de kaçırabilirler.

Ey Bilecikliler, ey hemşerilerim artık kendimize gelelim. Şehrimizin işleriyle ilgilenelim, cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana istiklal savaşında yanan Hükümet binasının muhkem ve muhteşem tarihi kapısını yıkıp kaldırdık, Süleyman Paşa Hamamının ahşap kısmını Rüştiye Mektebini yıktık. Üç bin yıllık Beşiktaş ile Kulaklıtaş çeşmesini yıkıp kaybettik. Karacalar Camiisini, Edebali Hazretlerinin makamı olan vakıf evi yıkıp kaldırdık, Yine Edebali Hazretlerinin Tabakhane vadisinde yaptırdığı mescidi yok ettik. Arsasını da dere alıp götürdü, türbedarın ikameti için Edebali Türbesinin bitişiğindeki türbe evi yıkılıp kayboldu. Mevlevihanenin olup Dedeoğlu Camiisine götürülen mermer şadırvan sökülüp yerlere serildi. Tarihi derebağlar yolunun yüzlerce metresinin üzerine çimento ve harçla muhken duvar yapılıp yok edildi. Aşağı çarşı yolunun ve yanına yapılan milyarlarca liralık duvar ile trilyonlara mâlolan kanalizasyonun üzerine dağlar gibi toprak yığılarak kapatıldı. Patlayan kanal hiçbir işe yaramadı, harcanan paralara yazık oldu. Orhangazi Cami minarelerinin şerefeleri yağıştan ve dondan gevşemiş, üzerinde otlar ve incir fidanları bitmiş olduğu halde kimsenin ilgisini çekmiyor.

Mezarlıkların etrafına dikilen beton kazıklar ve çekilen dikenli teller günden güne yıkılıp dökülmekte, saat kulesinin birinci kademesinin dört köşesindeki taş küreler ve aralarındaki kalın zincirler uzun yıllardan beri kayıp.

Şimdi de Aşağı çarşı’daki Tarihi Süleyman Paşa hamamının yıkılmasını bekliyoruz.

İşte devlet ve görevlilerinin Bilecik’e yaptıkları hizmetler… Gülelim mi, ağlayalım mı? Takdir hakkı Bilecik aydınlarının olsun…



Yazı dizisinin daha önceki bölümlerine aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz:

1. Bölüm: www.yarin11.com/bilecik/vefat-etti-ama-geride-tarih-birakti-h1179.html

2. Bölüm: www.yarin11.com/ozel-haber/yunanlinin-bilecike-ikinci-gelisi-h1191.html

3. Bölüm: www.yarin11.com/bilecik/yunanlinin-bilecike-ucuncu-ve-son-gelisi-h1201.html

Editör: TE Bilişim