30 küsur yıldır CHP içerisinde görev alan il başkanlığı, belediye meclis üyeliği yapan Köse’nin istifası Bilecik gündemine bomba gibi düşmüştü. İstifa sürecine geliş nedenlerini ayrıntılı bir şekilde gazetemiz ile paylaşan Köse, istifasının sonrasındaki süreçte gelen tepkileri de değerlendirdi. 

“İL VE MERKEZ İLÇE YÖNETİMİNDEN BENİ ARAYAN HİÇ KİMSE OLMADI”

Köse, 30 yıldır içerisinde bulunduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifasının kolay olmadığını söylerken istifasının sonrasına il ve merkez ilçe yönetimden kimsenin kendisini aramadığını belirtti. Köse bu durum ile ilgili, “Öncelikle bana böyle bir fırsat verdiğiniz için Yarın Gazetesine teşekkür ediyorum. Ben 30 yılı aşkın bir süredir hizmet ettiğim Cumhuriyet Halk Partisi’nden üzülerek ve istemeye istemeye istifa etmek zorunda kaldım. İstifa dilekçem özettir ama bir istifa dilekçesi çok uzun olmaz diye belirtmiştim. Şimdi bana bunu doldurma ve daha çok söz hakkı verdiniz bu yüzden size teşekkür ediyorum. Ülkemizin içinde bulunduğu koşulları göz önüne aldığımız zaman Cumhuriyet Halk Partisi her şey demektir. Peki niye istifa ediyorum? Ana muhalefet görevini yapacak Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran genel merkez yönetiminin politikalarına sessiz kalarak suça ortak olmak istemediğimi belirtmek istemiştim. Hala aynı görüşümdeyim. Bu kamuoyunda tartışıldı ve ses getirdi. Çok ilginçtir ki istifa ettiğim Cumhuriyet Halk Partisi il ve merkez ilçe yönetiminden beni arayan hiç kimse olmadı. Ben olumlu ya da olumsuz eleştiri internet vasıtasıyla görüyorum. Bana karşı bir gönül kırgınlığı hissetmiş olabilirler. Beklerdim ki 30 yıllık siyasi arkadaşlığım, dostluğum gereği siz neden ayrıldınız, bir de yüz yüze görüşelim demelerini beklerdim. Bu röportajdan sonra da beni aramazlarsa sizin önünüzde söz veriyorum. Ben onları ziyaret edeceğim. Eleştiri il ve merkez ilçe yönetimini özellikle ziyaret edeceğim. Bunu da kamuoyuna buradan duyurmuş olalım.” ifadelerini kullandı.



“İSTİFA SONRASINDA ÇOK OLUMLU ELEŞTİRİLER ALDIM”

Bir basın açıklaması düzenleyerek Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifasını duyuran Köse, istifasının ardından olumlu eleştiriler adlını kaydetti. İstifasının kamuoyunda ses getireceğini tahmin ettiğini söyleyen Köse, “Çok güzel yapmışsınız tepkilerinizin altına aynen imzamı atarım” diyen onlarca kişi ile de karşılaştım” dedi. Köse konuşmasının devamında: “İstifa sonrasında çok olumlu eleştiriler aldım. Sizin gibi düşünüyoruz diyen onlarca kişi ile konuştum. Ama şu burukluğu yaşayan insan da çok gördüm. Bizim Türk toplumunun herhalde geleneklerinde var. Saf değiştirmeyi döneklikle eşdeğer tutan bir anlayış var. Bu yapı siyasette içimize işlemiş. Hataları gören, eleştirilerime hak veren ama bunun karşılığında yine de ayrılmasaydın diyen kişilerle de karşılaştım. “Çok güzel yapmışsınız tepkilerinizin altına aynen imzamı atarım” diyen onlarca kişi ile de karşılaştım. Unları değerlendirirsek benimki bireysel bir tepkidir. Bireysel ama 30 küsur yıldır Cumhuriyet Halk Partisi’nde hizmet etmiş biri, o partide geçmişte il başkanlığı, meclis üyeliği yapmış ve şuanda Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı olma sıfatımla Bilecik kamuoyunda bunun ses getireceğini düşünüyordum.” dedi.

“BENİM TEPKİM TÜRKİYE ÖLÇEĞİNDEKİ RESME BAKILARAK KOYULAN BİR TEPKİDİR”

İstifa etme nedenlerinin arasında Bilecik il ve ilçe örgütünün neden olmadığını vurgulayan Köse, tepkisinin Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel merkez politikalarında ötürü olduğunu söyledi. “Yereldeki arkadaşlarımıza kızarak pire için yorgan yakan zihniyete karşıyım” diyen Köse, “Sizler benim istifamı beklenen ilk istifa olarak haber yaptınız. Buna da biraz  üzüldüm. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi’nde merkez ilçe başkanının cebinde istifa dilekçeleri var diye bir haberden haberim yoktu. Benim istifa nedenim son kurultaya kadar sabırla gelen yılların birikimine dayalı bir istifaydı. Benim kesinlikle bazı olayları yereldeki protesto anlamında yapmadığımı bilmenizi istiyorum. Bu farkın özellikle altını çizerek vurguluyorum. Benim tepkim Türkiye ölçeğindeki resme bakılarak koyulan bir tepkidir. O resmi ufak ufak parçalardan oluşmuş bir puzzle gibi düşündüğümüz zaman bir tek, iki tek puzzle parçasına bağlı bir istifa değildir. Türkiye’nin tümünü yansıtan tabloyu göz önüne aldığımız zaman gördüğüm ihanet derecesindeki aksaklıklara bir tepkidir. Yoksa ben yereldeki arkadaşlarımıza kızarak pire için yorgan yakan zihniyete karşıyım. Bugün hepsi diğer partideki arkadaşlarım gibi dostlarımdır. Onlarla da ilişkilerim devam edecektir ve etmelidir. Ben yerel bazdaki il ve ilçe yöneticileri ile kişisel itilafımdan dolayı istifa etmedim. Ben Türkiye genelindeki gerçeklere bakarak büyük söylemlerle istifa ettiğime inanıyorum. Susmak o ihanet derecesindeki yanlışlara ortak olmaktır anlayışıyla da protestomu yüksek sesle dile getiriyorum. Hatta benim gibi eski il başkanlığı, belediye başkanlığı, il genele meclis üyeliği yapmış eski ve mevcuttaki arkadaşlarımın da bu konuda ne düşündüklerini merak ediyorum.” ifadelerini kullandı.  


“KÖR DEĞİLİZ DİYORSAK BANA TEPKİ KOYMAK ZORUNDAYIZ”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanlış politikalarından dolayı kredisinin halk nezdinde bittiğini söyleyen Köse, Kılıçdaroğlu’nun 2010 yılındaki anayasa değişikliği için yapılan referandum çalışmalarında yanlış bir yol izlediğini belirtti. Köse sözlerine şu şekilde sürdürdü: “Bakın Türkiye’nin önünde Amerika ve batının dayattığı emperyal politikalar karşısında gelinen noktayı görmüyorsak körüzdür. Eğer biz kendimize kör değiliz diyorsak bana tepki koymak zorundayız. Nedir bunlar? Kurultaya kadar olan süreci bir izleyin ne olduğu açık olarak ortadadır. İstifa dilekçemde belirtmiştim. Deniz Baykal’a bir kaset komplosu ile gelinen noktadır. Kemal Kılıçdaroğlu’na açılan kredi çok çabuk bir şekilde bitti. Kılıçdaroğlu’nun ilk büyük icraatı 2010 yılında yapılan referandumda ortaya çıktı. Referandumun amacı AKP iktidarı tarafından Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu ile Anayasa Mahkemesini ele geçirmekti. Kısacası yargıyı ele geçirmenin en büyük yolu olarak bu kurumu ele geçirmeyi hedeflediler. Ama bu iki kurum ile yola çıksalardı büyük tepki ile karşılaşacaklardı. Bunun için referanduma 27 tane madde ile gittiler. Daha sonra birkaç maddeden vazgeçtiler sonuç olarak 23 madde ile referanduma gidildi. Ben bunu elma şekerine benzetiyorum.

Elma şekerini yalıyorsunuz tatlı geliyor. Ama sapının oraya geldiğiniz zaman iki tane zehir var. Orada iş bitiyor. Bu referandum gerçeği Kılıçdaroğlu’nun ilk sınavıydı ve başarısız oldu. Neden mi? Bunu anlatacağı yerde bu referandumun halkın duygularını sömürerek, kafaları karıştırarak, eski solculardan dahi 12 Eylül’den intikam alıyoruz amacı ile çocuklara cinsel taciz suçlamalarına varıncaya kadar, devletin zaten yapması gereken referanduma bile gerek duymadan maddeleri koyup 23 madde ile kafa karışıklığına giderek asıl amaçlarına ulaştılar.”

“TÜRBANDA ARTIK HER YER İSTİLA EDİLDİ”

Yargıyı ele geçirdiler ve CHP’nin Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu bir kere bundan bahsetmedi. Hatırlayın gezdiği tüm illerde özellikle Doğu ve Güneydoğu illerinde “Türbanı da ben çözerim, Kürt sorunu da ben çözerim” dedi. Tunceli de aşka geldi, “Kürt sorununu ben çözerim” dedi. Hakkâri’ye gitti, “Türbanı ben kaldırırım” dedi. Onun sayesinde laiklik tehdit değildir diye Avrupa Birliği toplantılarında konuşan Kılıçdaroğlu sayesinde bugün türban 9 yaşındaki çocuğun başına yani anaokulu seviyesine indi.  Kılıçdaroğlu’nun ilk büyük sınavı referandumdu ve bu sınavı Kılıçdaroğlu veremedi. Anlatması gereken yargıyı ele geçirme operasyonundan hiç bahsetmedi. Kürt sorunu ve türban sorunundan bahsetti. Bu konularda yaşadığımız şuan ki konuma geldiler.  Türbanda artık her yer istila edildi. Laiklik ilkesi de, eğitimin tekliği ilkesi de her şey dejenere edildi.

Yaşadığımız süreç bundan daha kötüye gidecek bir süreçtir. Buradan bütün kamuoyuna sesleniyorum. AKP’nin adım adım attığı, tepkilere göre ilerlediği bu süreçte geldiğimiz noktada ülkenin tüm okullarını imam hatipleştirmektir. Bundan sonra da dilde Arapçaya giderek hilafeti getirerek tam bir Ortaçağ Türkiye’si yaratmaktır. Atatürkçü bir vatansever olarak halkımızı uyarıyorum. Bu konuyu Bilecik halkına da özellikle vurgulamak istiyorum. Kılıçdaroğlu bu uygulamadan başarılı çıksaydı, yargı bugün bağımsız olurdu. Tüm vatandaşlarımıza eşit davranan, herkesin sığınacağı bir liman olan bir yargı olurdu. Bizim çok güzel bir atasözümüz vardır, ‘et kokarsa tuzlarsınız, tuz kokarsa ne yaparsınız” diye. Türkiye bugün o konumdadır. Adaletin adalet olmaktan çıktığı, yargının bütün tarafsızlığını kaybettiği ortamda yargı AKP iktidarının hizmetinde bir organ olmuşsa bunda CHP’nin ve Genel Başkanın suçu vardır. Ben istifamı bedavadan vermedim. Ben istifamı birkaç kişiye tepki olarak vermedim. Türkiye gerçekleri üzerine inşa ettiğim bu istifamı günlerce düşündüm. Basına açıkladığım metni günlerce düşünerek yazdım.


“O KADAR BÜYÜK HATALAR VAR Kİ AFFEDİLİR GİBİ DEĞİL”

Bakın 4+4+4 eğitim sisteminin Türkiye’yi nasıl imam hatipleştirdiğini yaşayarak görüyoruz. Örnek isterseniz Bilecik’ten güzel bir örnek verelim. Bilecik’in Türkiye çapında ses getiren pırlanta gibi bir okulu vardı. Bu okul Anadolu Öğretmen Lisesiydi. Ama bugün Anadolu İmam Hatip Lisesi oldu. Zaten mevcutta bir İmam Hatip lisemiz vardı. İhtiyaç mıydı, değildi. İktidara yaranmak isteyen Mili Eğitimdeki birkaç şube müdürünün yaranma amacından başka bir şey değildir. Bu adım onlarca, yüzlerce çocuğumuzun geleceğini karartacak bir adımdır.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa Hukuk Cemiyetleri ile kurtuluş savaşının ateşinden Kuvayı Milliye ruhu ile kurulan Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanlığında oturan kişi hata üzerine hata yapıyor. Buna birilerinin gerekçeli bir şekilde itiraz edip, hakkı bir şekilde tepki koyması gerekir. Ben bu tepkiyi koyduğuma inanıyorum. Son Cumhuriyet Halk Partisi kurultayına kadar bir sürü olay yaşandı. Bu yaşadığımız olaylara baktığımız zaman o kadar büyük hatalar var ki affedilir gibi değil. Ama sabırla bekledik İddia ediyorum CHP’ye umut bağlamış milyonlarca insan benim gibi bekliyor. Ama o bekleme süresinin sonuna geldiğine inanıyorum.

“DERSİM, ATATÜRK’Ü İNKAR ETMEKDİR”

Kılıçdaroğlu’nun kurultayda iki tane o kadar iddialı ama bana göre o kadar yanlış sözü var ki bunları kabullenemiyorum. Bir tanesi “Ben Dersimli Kemal” demesidir. Bu sözün beni neden rahatsız ettiğini de biraz açıklayayım. Evet, Kılıçdaroğlu’nun kendisi Tuncelili olabilir, Alevi olabilir, Kürt olabilir. Ben bu tür şeylere takılan bir insan değilim. Atatürk’ün Türk milleti tanımındaki millet kavramına bağlı olan her insana eşit yaklaşan bir anlayışa sahibim. ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran millete Türk Milleti denir’ tanım bu kadar basittir. Alt kimliklere, üst kimliklere hiç bakmıyorum. Şimdi benim anlatmak istediğim şudur. Dersim, feodalitedir. Dersim, Atatürk’ü inkâr etmektir. Siz eğer “ben Dersimli Kemal’im” diyorsanız siz Ortaçağ’ın karanlığında kalmışsınızdır. O zaman Cumhuriyet Halk Partisinin genel başkanlık koltuğunu hak etmiyorsunuz demektir. Çünkü Dersim’in altına baktığınız zaman İngiltere’yi görürsünüz.

“SEYİT RIZA GERİCİLİĞİN, YOBAZLIĞIN BİR NUMARALI ÖRNEĞİDİR”

Birinci Dünya Harbi Savaşı zamanına baktığınız zaman tüm sömürgecilerin başı İngiltere’dir. Bütün emperyal oyunların başında tezgâhtar olarak İngiltere vardır. Kurtuluş Savaşında yaşadıklarımızın sorumlusu İngiltere ve bağdaşıklarıdır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti daha kuruluş aşamasında iken yokluk içerisinde var olma mücadelesi verirken İngiliz emperyalizmi sürekli isyanlarla Türkiye’yi güçsüz duruma düşürmek istemiştir. Atatürk ölmeden önce sağlığı el verdiği son koşullarda Hatay’ı bir tek kurşun atmadan ülkemiz sınırlarına katmıştır. Sırada Misak- Milli sınırları içerisinde olan ama ülkemiz sınırlarına katamadığımız Musul ve Kerkük sorunu vardı. İşte o aşamaya geçtiğinde çok büyük isyanlar başladı. Güneydeki tüm askerlerimizi isyan dolayısıyla geri çekmek zorunda kaldık. Bu isyanlar değişik yerlerde olmak üzere 27 tane Kürt isyanı çıktı. Durduk yerde mi çıkıyor bunlar? Bilinçli bir İngiliz emperyalizminin tezgahladığı oyunlara kimler alet oluyor? Bugün Seyit Rıza dediğimiz insanların heykellerini dikmeye çalışıyorlar. Seyit Rıza gericiliğin, yobazlığın bir numaralı örneğidir. Feodalitenin gerçek temsilcisidir.

Bugün adına Cumhuriyetin Tunceli dediği bir yere siz ismi Dersim olsun diye mecliste milletvekili görevlendirip de kanun teklifi verdirirseniz ben sizi CHP genel başkanlığı koltuğuna yakıştıramam.  Böylece mütedeyyin insanların duygularından faydalanabilir miyim, Kürt, Alevi kardeşlerimizin oylarında yansıma olur mu? Kesinlikle Cumhuriyet Halk Partisi böyle bir politika izlememelidir. Bir daha söylüyorum. Sarp kayaların arasından güzel nehirlerin aktığı, coğrafi koşulların özel bir bölge haline getirdiği Tunceli vilayetimiz oradaki aşiret reislerinin ve şıhlarının denetiminde, okuma oranı yüzde birlerde, açlıkla ve kulluk arasında bir feodalitenin içindeyken genç Türkiye Cumhuriyeti sayesinde ayağa kalkmıştır. Bu Cumhuriyete direnen gericiler Dersim isyanı denilen bu isyanı başlatmışlardır. Atatürk’ümüzün manevi kızı Sabiha Gökçen dahi pilot olsak görev yapmış oradaki eylemlere katılmıştır. Sonuç olarak isyan bastırılmıştır. Doğrudur, Cumhuriyet kendisine yönelen tüm tehditleri bertaraf etmek zorundaydı. Cumhuriyetin kurulmasını tamamlanması için ve geleceğini idame ettirebilmesi için bu isyanların bastırılması kaçınılmazdı.

“BEN TUNCELİLİ, ALEVİ, KÜRT KEMAL DESEYDİ İŞTE O ZAMAN SİZİ ALKIŞLARDIM”

Genç Cumhuriyetimiz de bunu yapmıştır. Siz kalkıp CHP genel başkanı olarak “Ben Dersimli Kemal” derseniz siz 1926’ların feodal döneme özenti duyan kişi durumuna düşersiniz. Atatürk ile hesaplaşmaya varan AKP iktidarının durumuna düşersiniz. Deseydiniz ki, "Ben Tuncelili, Alevi, Kürt Kemal" işte o zaman sizi alkışlardım. Çünkü Tunceli Cumhuriyet demektir. Dersim kesinlikle feodalitedir. Okuma oranı Dersimde yüzde birlerde iken bugün Türkiye Cumhuriyeti illeri arasında okuma oranı en yüksek olan il Tunceli'dir. Neden? Çünkü cumhuriyetin kazanımları sayesinde. Bunu bilemeyen Kılıçdaroğlu, CHP'ye genel başkanlık yapmamalı. O yüzden kurultaya kadar yaklaşık 3,5 yıldır sabırla bekliyoruz.

“KURULTAY BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA OLMUŞTUR”

Kurultay bardağı taşıran son damla olmuştur. Bir de bunun üstüne Avrupa Birliği yerel yönetimlerde özerklik şartnamesi için CHP'nin çekinceleri kalkacak, bu konu zaten meclisten geçerek yasalaşmış. Rahmetli Turgut Özal zamanında başlayan bir olaydır. Ama anayasamızın ilk dört maddesinde Türkiye uUmhuriyetini tanımlayan o maddeler  ve özellikle 4. maddeden dolayı bunlar fiilen uygulanamıyor. Uygulandığı an Türkiye'nin parçalanma süreci başlayacak. Onun içindir ki batı ve batıdaki emperyal güçler yabancı tekeller, şirketler, Türkiye'nin üzerinde gözü olan bütün yabancı güçler Türkiye'nin bölünmesi için yeni bir anayasa yapın diye dayatıyorlar. AKP gibi bir iktidarda bu yeni anayasayı yapmak için yıllardır çırpınıyor. Ama bu anayasaya geçit vermedik. Bundan sonra da vermeyeceğiz. Anayasamızın ilk dört maddesini değiştirtmeyeceğiz. Anayasada bu ilk dört madde durduğu müddetçe özerklik şartnamesini de kabul etseler bölünme anayasaını yapamayacaklardır. Türkiye Cumhuriyetinin, Türk halkının garantisi bu ilk dört maddedir.  Buradan bütün halkımıza duyurmak istiyorum. Bilecik'te 2013'ün Nisan ayında Milli Anayasa Formu yaptık. O Milli Anayasa Formunun yöneticisiydim. Değerli insanlar oraya konuşmacı olarak katıldılar. Orada neden AKP'nin yeni anayasa yapmasının boşa çıkarılmasının gerektiği anlattım. İsteyenler bu haber internet üzrinden bulabilirler. İsteyenler forumdaki dökümanları gelip benden bulabilirler. Ben hala aynı konudayım. Türkiye'nin parçalanmaması için anayasamızın ilk dört maddesine gözümüzün bebeği gibi bakacağız. Bu maddeleri koruyacağız. Bu bölünme anayasalarına geçit vermemenin yolu anayasamızın ilk dört maddesine sahip çıkmaktan geçiyor.

BÖLÜCÜ KÜRT KONFERANSLARINDA NE ARIYORSUNUZ?

Cumhuriyet Halk Partisi gibi Türkiye Cumhuriyetini kuran bir partinin şuanki genel merkezi ve genel başkanı, "Bu çekinceleri kaldıracağız, ben açılımdan yanayım" diyorsa bana göre ihanet ediyor. 26 Eylül'de yani geçtiğimiz günlerde Amerika'da CİA'nın tezgahladığı ama çeşitli sivil toplum örgütleri diye lanse edilen bir Kürt konferansı toplandı. HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş konferansın düzenleyicisi ve konuşmacısıdır. Cumhuriyet Halk Partisi'nden de Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu katıldı. Konferansta fotoğrafları var. 5 kişi bir masada bir fotoğrafları var. CİA yetkilisi masanın en başında Selahattin Demirtaş ve Sezgin Tanrıkulu'nun olduğu beş kişi var. Bu durum nedir? İhanet çemberine sizler ortak mı oluyorsunuz? Açılıma evet diyerek bu bölücü Kürt konferanslarında ne arıyorsunuz? Buna susmak olabilir mi? Türkiye'nin geleceğini kendi geleceği gören bir süreci içselleştirmiş biri olarak ben bu duruma susabilir miyim? İkbal peşinde koşan, çıkarları olanlar susabilir. Ama tarih onları affetmeyecektir. Anayasa hukukçusu Profesör Süheyl Batum bugün CHP'nin mevcuttaki milletvekillerinden biridir. İhanet yasaları bir torbada meclise geldiği zaman mecliste sadece 13 tane milletcekili oylamaya katıldı. Bu 13 milletvekilinden 10 tanesi evet, 3 tanesi hayır oyu kullandı. O hayır diyenlere buradan selam olsun. Süheyl Batum kalkarak dedi ki, "Bu bir ihanetanayasasıdır. Bu torba yasanın içinde taşeron işçilik ile de ilgili, PKK ile müzakere yapanlar yargılanmasın, bu suçlarımız affedilsin. Yarın hesap sorulmasın mantığı ile bir sürü madde koydular. Bu ihanettir. Gelin bunun itirazını Anayasa Mahkemesine yapalım" dediğinde Grup Başkanvekili, "biz açılıma evet diyen bir partiyiz, sizin önerinizi Anayasa Mahkemesine götüremeyiz" dedi. Halbuki Anayasa Mahkemesine gitmek için 110 milletvekilinin imzası yeterli. CHP'nin 130 tane milletvekili var. CHP'ye bu mu yakışır? Bu mudur Atatürk'ün partisi? Bunlara mı susalım.

“ARTIK SUSMANIN İHANET OLDUĞUNU GÖRÜYORUM”

Bu söylediklerimi yayınladıktan sonra gelmiş geçmiş il başkanlığı yapmış arkadaşlarıma, parti yöneticilerine de sesleniyorum. Tavır koymazsanız bu yasaları onaylıyorsunuz demektir. Onaylamıyorsanız sizde çıkın deyin ki, "Evet, ben bunları kabul etmiyorum" 2015 seçimlerine şurada 8-9 ay gibi bir zaman kalmışken, Türkiye bu ateş çemberi içinden geçerken nasıl susabiliriz. Güneydoğumuz yangın yeri, sınır diye bir şey kalmamış. Dün kendi elleriyle kurdukları IŞİD silahlarını bize doğrultmuş. Amerika kaybettiği prestijini, Suriye'de yıkamadığı Beşar Esad yönetimini, Irak'ta yıkamadığı Maliki yönetimine karşı PKK'yı örgütlüyor. Barzani'nin kuvvetlerine Almanya dahi tüm yabancı ülkeler silah ve eğitim veriyor. O Barzani'nin bir şey yapamayacağını gördüler. IŞİD, Musul'a giriyorum dedi, tek kurşun atmadan kaçtılar. Bugün Irak'ta, Suriye'de çarpışanlar kim biliyor musunuz? Irak'ın bölünmesine karşı çıkan Maliki yönetiminin kuvvetleri ve Türkmenler'dir. AKP'nin onları bile yalnız bırakan bir yönetim anlayışı var. CHP olarak bunları mı destekliyoruz. Böyle bir yangın yerinin ortasında biz açılıma nasıl evet diyebiliriz. Burada CHP açılımdan yana tavır koyduğu için sesini çıkarmıyor. Torba yasalardaki bölünmeye, bölünme sürecindeki başrolü oynayanlara hesap sorulmasını önleyecek değişikliklere evet diyor.  Bunun gibi gerekçelerle istifa ettim. Yüreğim yanıyor, bu konularda doluyum. Artık susmanın ihanet olduğunu görüyorum. Susanın suça ortak olduğuna inanıyorum. Çok iddialı ve büyük laflar ettiğimin farkındayım. Ama ben susmayacağım. Susmamak başka birilerine kırgınlık anlamında söylemiyorum. Cumhuriyet Halk Partili yöneticilerde arkadaşımdır, diğer partidekilerde arkadaşımdır.

“BEN BİR BATAKLIĞI KURUTMAK VARKEN SİVRİSİNEKLERLE UĞRAŞACAK ADAM DEĞİLİM”

Benim kişilerle alıp veremediğim yoktur. Bilecik'in yerel basını beni çok sıkıştırıyor. Acaba yerel yöneticilerden bir şikâyetin mi var diye. Hayır, ben kişilerle uğraşmıyorum. Ben bir bataklığı kurutmak varken sivrisineklerle uğraşacak adam değilim. Koşullar müsait olduğu halde hiçbir partiye girmeyen, üye olmayan bir kişi yerine en yanlış bir parti de yer alan bir kişiyi tercih ederim. Dolayısı ile kişiler bir partide yanlış yapabilir. Hatalar olabilir, ben bunları görmemezlikten gelmeyi ilke edinirim. Neden? Çünkü onu yetkili organlar görür kamuoyu önünde değil parti içerisinde tartışırlar. Bugün Bilecik gibi ufacık bir ilden CHP Parti Meclisine bir arkadaşımız girmiş. Türkiye'nin parti içerisinde ilk 60 kişiden birisi olmuş. Bu kişi doğrudur, yanlıştır hiç tartışmam. Ama ben CHP il örgütünü tebrik ederim. 60 kişilik Türkiye'nin parti içerisinde ne büyük organına bir insan sokmuş. Ben yerel yöneticilerden onu suçlayayım, bunu tutayım gibi kesinlikle böyle bir iddiam yoktur. Böyle bir düşüncem yok, olamazda zaten. Ben Atatürkçülerin bir araya gelmesi için çırpınan bir insanım. Beni yakından tanıyanlar bilirler. Ben 30 küsur yıllık siyasi yaşantımda hiçbir ikbal beklemedim. Bazı arkadaşlarımızın ismi yokken ben il başkanıydım. Belediye başkanlığına, milletvekilliğine oynayabilirdim. Ama hiç böyle bir düşüncem olmadı.

Ben emekçilerle, emekten yana, emekçilik yapmaya devam eden bir arkadaşınızım. Halen   Bilecik’te Atatürkçü Düşünce Derneği Şube Başkanlığını yürütüyorum. Atatürkçülüğün olmazsa olmaz koşullarına uymak için çırpınıyorum. Bütün kamuoyuna defalarca söylediğim bir sözü yinelemek istiyorum. Gelin ayrılıkları bir kenara bırakın, bir kereye mahsus "Atatürk'te Birleştik" deyin.Büyük kurtarıcımızın çok güzel bir sözü vardır. "Söz konusu vatansa gerisi teferruattır" der. Ben de diyorum ki öyle koşullardayız ki Türkiye'nin her yönden siyasi, askeri, kültürel, ekonomik, politik açmazlar içerisinde olduğu bir konumda lütfen ayrılıkları bir kenara bırakın.

“ALEVİ OLSAN NE OLUR SÜNNİ OLSAN NE OLUR?”

Benim için artık Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Sağcı-solcu ayrımları çok yapay kalıyor. Ülke elden gidiyor, sen Alevi olsan ne olur Sünni olsan ne olur? Benim gözümde artık mücadele milli ile gayrı milli arasındaki mücadeledir. Milli güçler kazanmalı, kazanacak. Buna kimisi milli der kimi de ulusal der. İkisini de ben eş anlamlı kabul ediyorum. Atatürk'te Birleştik diyen bütün milli güçleri tek slogan altında toplanmaya çağırıyorum. Bu ülkenin kurucusu olan insan bizim harcımızdır. Bizi bir arada tutacak güç Atatürk'tür. O yüzden bunu bilen emperyal güçler öyl e bir ikridar yarattılar ki, bugün Atatürk'ün heykellerini yakıp, yıkıyorlar. Bugün devlet dairelerinden Atatürk'ün fotoğraflarını indirmek istiyorlar. Bugün askeri bir tesisten bayrağımızı indirip yakabiliyorlar. Bu hainlere dur demenin yolu Atatürk'te birleşmeden geçecektir. Başka çare yoktur. Tek çaremiz Atatürk ve Millicilerin bir araya gelmesidir. Milli hükümet kurulmadan çıkış yolu yoktur. Bu milli hükümetin kurulmasında bütün milliciler omuz vermek zorundadır. Bunun için de CHP’li, MHP’li,HEPAR’lı, İşçi Partili, DSP’li, Demokrat Partili, Saadet Partili olur. Bu partilerin hangisi olursa olsun hiç fark etmez. Bu kadar iddialı konuşuyorum.

“MİLLETİN BİRLİĞİ İÇİN ATATÜRK’TE BİRLEŞTİK DİYORUZ”

Türkiye’de bir Milli Merkez diye bir oluşum var. Bu Milli Merkez ne bir sendika ne bir parti ne de bir dernek ya da vakıftır. Bu bir düşünce kulübüdür. Ama düşüncesi bile güzel. Ülkenin bütünlüğü, milletin birliği için Atatürk’te birleştik diyoruz. Bundan daha güzel bir söz olabilir mi? Bugün en çok ihityacımız olan bu değil midir? Bu yapıyı bir tuğla koya koya öreceğiz. Bunu gerçekleştireceğiz. Çünkü başka çıkış yolu yok. Benim partin senden büyüktür, benim partim senden iyidir. Bu lüksümüzde yok. Tüm milli güçler bir araya gelmek zorundadır. Mevcuttaki muhalefet partileri bu oluşuma kesinlikle olumlu bakmıyor. Milli Anayasa Formları yapıldığı süre içinde yurt içinde ve yurt dışında 200’ün üzerinde toplantılar yapıldı. Bunlardan biri Bilecik’te, biri Bozüyük’te oldu. Bir kere ulusal basında Aydınlık Gazetesi’nin haricinde hiçbir basın vermedi. Halk TV dahi bunları vermedi. Bilecik’teki toplantıya en az 250 kişi katıldı. Katılan herkese buradan tekrardan teşekkür ediyorum.

Bu gelenler içerisinde AKP’li iki arkadaşı da gördüm. O toplantıda CHP, MHP, İşçi Partisi, DSP gibi partilerden insanlar vardı. Katılımcılar şunu söyledi, “Türkiye genelinde 170’i aşkın yeri gezdik. İlk defa siyasi yelpazenin geniş olduğu bir toplantıyı Bilecik’te gördük. Teşekkür ederiz” dediler. Ben aynı görüşümü tekrarlıyorum. Tüm partilere, tüm demokratik kitle örgütlerine, sendikalar, meslek odaları, dernekler dâhil herkese sesleniyorum. Bu yapay ayrılıkları gidermenin yolu milli bir hükümet kurmaktan geçer. Emperyalizme dur diyecek, bölünmeye dur diyecek, savaşa hayır diyecek, gerçekten anaların ağlamasını önleyecek çözüm milli hükümettir. Milli hükümetin yolu milletin birliği için Atatürk’te birleştik diyenlerin omuz omuza vermesinden geçer. Olay bu kadar da basittir. İnanıyorum ki bir siyasi partimiz, aydınlarımız bunun öncüğünü yapacaktır. Yapmak zorundadır.

“TIPIŞ TIPIŞ O SANDIĞA GİDEREK OY VERECEKSİNİZ” DEMEMELİYDİ

İstifa etmem de Cumhurbaşkanlığı seçimleri de kafamı çok kurcaladı. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi gibi 6 Ok’unda halkçılık, milliyetçilik, devrimcilik olan bir partinin genel başkanı “Tıpış tıpış o sandığa giderek oy vereceksiniz” dememeliydi. Bunu çok ağırıma giden bir söz olarak gördüm. İstifamda bununda büyük ölçüde etkisi oldu. Bu çok aşağılayıcı bir cümledir. CHP Genel Başkanına yakışmayacak bir tavır. Milyonlarca insan bu sözü sandığa gitmeyerek protesto etti. Siyasette bazen 2 artı 2 4 yaparken, bazen 8 yapar bazen de eksi 1’e düşer. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önceki en son seçimde Cumhuriyet Halk Partisi ile Milliyetçi Halk Partisinin oylarını toplarsanız yüzde 43’e varan bir oy yapıyordu. Bir sinerji ile bu yüzde 50’yi geçebilirdi. Ama öyle bir dayatma aday, ithal aday, kimsenin içine sindiremediği, partinin hiçbir yetkili organında konuşulmadan MYK’nın, Parti Meclisinin, milletvekillerinin, il başkanlarının görüşü alınmadan bir dayatma ile ve aşağılayıcı bir sözle bu aday lanse edildi. İnsanlar o yüzde 43’ün yerine yüzde 38’i bile bulmayan oy oranı ile seçim boykot edildi. Demek ki siyasette her zaman 2 artı 2 4 yapmıyormuş.

“GENÇLİK GELİYOR, MEVCUTTA POTANSİYELİMİZ VAR”

Ama ben şuna inanıyorum. Bir avuç idealist gencin 2012 yılının 19 Mayısında İstanbul-Taksim’den yürüyüşünü gördüm. 250 bin kişi sel oldu aktı. O kırmızı, beyaz bayraklarla süslü tarla bizlere umut oldu. O gençler 29 Ekimde Ankara’da iktidarın zorlamasına ve emniyet güçlerinin baskılarına rağmen barikatları yıkarak 1 Milyon üzerindeki insana önderlik ederek Anıtkabir’e yürüdüler. Biz bunları gören bir toplumun üyeleriyiz. Dolayısıyla umut vardır. Bu gençler hala bu ülkede yaşıyorlar. Bugün her türlü gericiliğe karşı eylem koyuyorlar. Dünün Türkiye Gençlik Birliği bugün liselerde Türkiye Liseliler Birliği’ni örgütlerdi. ‘Uyuşturucuya Hayır’, ‘Gericiliğe Hayır’ diye her gün eylem yapıyorlar. Gençlik geliyor, mevcutta potansiyelimiz var. Umut bağlanacak bir kurum var. Bu kötü süreçten dolayısıyla çıkışta var. Ben bu süreçten başarılı ile çıkacağımıza inanıyorum. Siyasette bir tabir vardır. Kurumlara, kişilere önderlik zorla verilmez. Önderliği eylem içerisinde insanlar hak eder. Bunu hak eden kurumlar, kişiler geliyor. 

Editör: TE Bilişim