Ercan Grup Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali ERCAN, önceki gün Şeyh Edebali Üniversitesi öğrencileriyle bir araya geldi. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölüm Başkanlığı ile Yönetim ve Denetim Kulübü tarafından düzenlenen konferansta, "Başarıya Giden Yol" başlıklı bir sunum yapan Ercan, üniversite öğrencileriyle tecrübelerini paylaştı. Genç ve başarılı işadamı öğrencilere şu bilgileri verdi:

“Çalışmak neden önemli?”

“Bir işi işçi olarak çalışmadığınız şekilde bilemezsiniz. Biz kendi grubumuzda 4 sektörde çalışıyoruz. Tüm aile üyelerimizin tamamı 11 yaşından beri yaz aylarının tamamında bir hafta bile tatil yapmaksızın her işte fiilen çalışıyorum. Ama her işte fiilen çalışırken o işin detayını öğrenebiliyorsunuz. O yüzden biz stajyer kabul ederken kesinlikle bunu zaruri şart olarak, koşul olarak koyuyoruz ama bunun faydası kime? Benim orada bir işçiye daha ihtiyacım yok hatta siz orada işçilik yaptığınızda bir işçinin kapasitesinin yarısı kadar çalıştığınız için benim için zararlı belki ama bu sizin faydalı. Çünkü orada işçi olarak çalıştığınız takdirde daha sonra yönetici olduğunuzda işçinizi çalıştırabilirsiniz. Bunu da böyle parantez olarak koyalım. İnşallah daha sonra yine buna devam ederiz.

“TDK’dan girişimcinin tanımını aldım”

Hocalarımız bana girişimcilik konusunu verdi. Girişimcilik konusu iki türlü ifade edilebilir. Bunun bir tanesi her konuya başlamadan önce, bir kere onu tanımlamak lazım. Girişimcilik nedir? Girişimcilik kendi sermayesiyle yapılan bir iş olarak da anlatılabilir, şirketin içindeki girişimcilik olarak da anlatılabilir. Bende bu konuya bu şekilde baktığımda sözlüklere baktık. Sözlüklerde kendi şirketini kurmak isteyenlerle TDK’dan girişimcinin tanımını aldım. TDK(Türk Dil Kurumu) diyor ki üretim için bir işe girişen, kalkışan kimse teşebbüs diyor. Ticaret, endüstri alanlarına sermaye koyarak girişimde bulunan kimse diyor. Ama yine de farklı bir konu var. Aynı sözlükle gittim İngilizce  - İngilizcesinde girişimci ne demek, Amerikan - İngilizcesinde girişimci ne demek? Çünkü bir girişimciliğin tanımı ülkelere göre de değişiyor. Çin’de bir girişimcinin tanımı farklı,  Avrupa’da bir girişimcinin tanımı farklı. Avrupa’da bir girişimci daha çok şirketlerin içinde çıkan girişimcilerden çıkıyor. Bunun sebebi sosyal şirketlerin fazlalığından ve oralardaki girişimlerden bahsedilmesi. Amerika’da  daha kapitalist bir ortamda olduğu için daha çok sermayeyle kendi işini yapanlardan bahsediliyor. Ama girişimci kendi işine gerçekten sahip olan mı yoksa iyi bir işte başarılı girişim yapan mı? Burada şunu da ayırt etmek lazım. Kendi paranla iş yapmak Türkiye’de %1’lik, 2’lik bir kesimin yapabileceği bir şey ama bir şirketin içinde girişim yapmak, bir şirketle beraber girişimlerde faydalı bulunmak daha çok kişinin yapabileceği ve sizlerin bence daha çok odaklanması gereken bir konu.

“İş hayatı aslında çok basittir, zorlaştıran bizleriz”

Ben daha çok hep kendi paramızla iş yaptığımızdan dolayı bu tarafı anlatacağım ama bir patronun ne düşündüğünü bilmek aslında onunla başarılı bir yolda gitmenin ana koşuludur. Bizler ne istiyoruz, sizlerde onu yaptıkça şirketlerimizde yükselebilirsiniz. Şu an Ercan grubu olan 4 bin kişinin üzerinde bir grubuz. 4 ayrı sektördeyiz. Türkiye’nin 30 ayrı noktasında bir işletmemiz var ve hepsinde aynı mantaliteyle ilerlemeye çalışıyoruz. Tabi kendi şirketini kurmak isteyenler için bu konular gidilirse bu çift taraflı da düşünülebilir. Bu gerçekten çok zor bir iş. Türkiye’de her yıl kurulan şirketlerin 3’te 2’si piyasadan çıkıyor. Aslında kendi şirketi kurmak gibi bir sevdaya kapılmak lazım mı yoksa onun yerine iyi bir şirkette profesyonel olarak ilerlemek mi doğrudur? Benim gerçekten bu konuda en büyük verebileceğim tavsiyelerden biri öncelikle kendi şirketinizi kurmaktansa profesyonel şirketlerde ilerlemek. Çünkü eskiden bu çok ilerlenemiyordu, çünkü şirketler çok profesyonel değildi ve aile şirketlerine aile üyeleri sadece götürülüyordu. Ama kurumlar büyüdükçe aile kişileri sistemde oluşmuyor ve siz profesyonellere çok daha fazla şanslar tanınıyor. Biz 4 bin kişilik bu grupta aile üyesi, akrabası çalıştırmayı yasaklamış çok nadir durumlardan biriyiz. Tüm kadromuz 4 bin kişi de sadece 2 kişi aile üyesi. Onun haricinde hiçbir ailesi olmayan tamamen profesyoneller ve siz gibi üniversitelerden mezun olduktan sonra işlerimize bakacak arkadaşlarımızla ilerliyoruz. Tabi ki bu konuyla gittiğimizde iş hayatı nasıldır? İş hayatı aslında çok basittir, zorlaştıran bizleriz. İş hayatını ne kadar zor görürseniz o kadar zorlanırsınız. Size belli örnekleri anlatabiliriz.

“ Irak’a gittiğimizde hayatımızı riske ediyoruz”

Fabrikamızın önünde geldi biri hiç bizim aklımızda bile yokken küçük bir simit dükkanı açtı. Bakın hiçbir para yok ortada ama sirkülasyon var bir simit yeri açtı, dükkanda bir simit tezgahı açtı. Bu adam hiç para yokken oradan aylık 2-3 bin lira, 4 bin lira paralar kazanmaya başladı. Bu adamın riski var mı? Yok. İşi zor mu? değil. Sadece sabahleyin gidecek fırından alacak, getirecek, burada naklen satacak, maliyetini gidecek fırına ödeyecek. Bu adamın hiçbir riski, hiçbir sıkıntısı yok ama iş hayatında zorlandığı nokta artık bundan sonra başlıyor. Bu adam büyümek istediğinde, bu adam gelişmek istediğinde artık belli riskler alması gerekiyor. Biz Türkiye’de riski aslında çok konuşmayan bir toplumuz ama risk en önemlisidir. Şimdi biz şu an grup olarak Irak’ta da işimiz var, Vietnam da üretimimiz var, Çin’de, Almanya’da üretimimiz var. Biz buraları yıllarca değerlendirirken bir gün Amerikalı bir hocamız geldi, Amerikalı hocamız bize dedi ki sen dedi Irak’ta Türkiye’den fazla kazanıyor musun? Biz bunu hiç düşünmedik. Irak’taki kazancımla buradaki kazancım niye farklı olması lazımdı. Halbuki Irak’a gittiğimizde biz risk ediyoruz, hayatımızı risk ediyoruz, Afrika’ya gittiğimizde hayatımızı risk ediyoruz. Buralarda risk devreye giriyor. Bu arkadaş işin basitliğinden büyütmeye kalkarsak bu arkadaşımız işi büyütmeye çalıştı gitti kredi aldı kredi riskine girdi. Büyütmeye kalkmasa hiç risk yok, iş basit. Ama büyümeye kalktı riske girdi. Risk her zaman büyüme hırsıyla geliyor. Büyüme hırsı bizim için aslında iyi ama bir o kadar da kötü bir şeydir. Hırs iyidir ama hırsın üzerine biz aç gözlülük deriz. Artık büyümenizden daha fazla büyümeye çalışmaktır. Oraya gittiğiniz anda artık çok büyük riskler alabilir, o risklerle tamamını kaybetme riskine girme şansınız oluyor.

“Bir şirketle bir şahsın hiçbir farkı yoktur”

Risklerin hepimizin bildiğimiz, bilmediğimiz noktaları var. Yabancının risk algısı farklı, bizim risk algımız farklı. Bizim algımız kader, kısmet bunlara giriyorduk ama yavaş yavaş iş ortamı bunları değiştiriyor. Artık bunlar sayılabilir, sayıyla risklerin önümüze konabildiği konulara denk geliyor. O yüzden bunların iş hayatında bizim belki bölümlerimizde gerçekten bunu anlatmamız lazım. Bu da çok geniş bir kavram ama bunları yavaş yavaş tabi ki konuşuruz. Yine iş hayatı neden basittir? Ona bir nokta daha koymak istiyorum. Aslında iş hayatı bir şirketle bir şahsın hiçbir farkı yoktur. Bir şirket nasıl öğrenir? Her yaptığını hissedere öğrenir. Siz eliniz yandığında bir daha ocağa dokunmamayı öğreniyorsunuz. Şirkette de yaptığınız her aksiyonu anlık olarak yönetim bunu görebilirse kendini geliştirir ama anlık olarak yaptığı bir hareketin sonucunu şirket göremezse bir insan gibi göremezse geliştiremez. Eğer ki biz elimizin yandığını hissedemezsek bir daha o ocağa dokunuruz ama zarar veririz. O yüzden şirkette her noktayı hissetmek bu işin en önemli noktalarından biridir.

“Son bir haftadır Rus Rublesi inanılmaz bir değişim içinde”

İş hayatında en önemli konulardan biri girişimcilikte strateji. Dünyada savaş yapan generallerin yazdığı bir sürü strateji konuları var. Bir yönetici niye önemlidir? Herkes der ya üniversitelerde de deriz,  oralarda da deriz. Amerikalı bir CEO neden bu kadar maaş alıyor, bir generale benzetiriz. Bir general eğer orduya sağdan savaş ya da soldan savaş diyerek bir orduyu kazandırabilir de, kaybettirebilir de. İşte strateji bu kadar önemlidir. Bu stratejilere dünyayı inceleyerek, tarihi inceleyerek hem bizim tarihimizi hem başkasının tarihi inceleyerek ancak öğrenebiliriz, okuyarak, çalışarak öğrenebilirsiniz. Şu anki dünyadaki olayları tartışarak öğrenebilirsiniz. Son bir haftadır Rusya’nın rublesi inanılmaz bir değer değişim içinde. Bir ruble seneni ortalamasında 32-33 rubledeyken bir anda 78-80 rublelere çıktı. Biz Rusya’ya da ticaret yapıyoruz, Rusya Türkiye’nin en büyük turizm getiren grubu. Şimdi 78-80’lere çıktı. 80’lere çıktı Rus bankası gitti %10’dan %17’ye çıkardı faizi. Çıkardığı gün 70’den 80’e çıktı. Aslında faiz arttırmasına rağmen niye çıktı. Bunlar hep strateji. Bu Amerika’nın stratejisi, onun stratejisi. Amerika oradan bir oyun oynuyor, Rusya cevap veriyor, Rusya’nın verdiği cevap ters tepiyor ve akşamleyin adamlar 15 dakikada 80 olan rubleyi 72’ye indiriyor. Bunların hepsi aslında düşünmeniz gereken stratejiler. Stratejilerin devamında bir sürü konu var. Petrol fiyatları, petrol fiyatları dünyada niye düşüyor, dünya bunları nasıl şekillendiriyor? Sizlerin bunları araştırması, düşünmesi ve bunlar inanın bütün hayatınızda size de faydalı olacak. Bir şirkette gitgide ileride yöneticiler olduğunuzda sizin işinize bunlar gelecek. Bir petrol fiyatı 140 dolarlara kadar çıktı, şu an 58 dolarlarda. 58 dolarda olan bir Türkiye’de cari açığı her 10 dolar milyarlarca dolarlık cari azaltacak ama şimdi bizim cari açığımızı azaltıyor ama ekonomimizin kötüye gitme riski var. Neden riski var? Bunları tabi okuyarak hep görmek lazım gerçek hayatta. Petrol fiyatı geçtiğimiz 3 yılın ortalamasında 105 dolarken  eğer önümüzdeki yıl 70 dolar ortalamayla gitseydi dünya petrol ülkeleri %36 milyar dolar daha az para kazanacaktı ama bu bedava para aslında fonlara giden bir paraydı. Bu fonlara giden para Türkiye’ye akmasa Türkiye’nin durumu ne olacak? Bunlar hep strateji.

“Kendimizi geliştirmeliyiz”

Amerika bu fonlardan faydalanan bir ülke ama Rusya’ya cephe aldığı için petrolü düşünüyor ama bu fonlardan gelmeyen parayla şuan ekonomisi zarar görüyor. Bunlar hep strateji. Stratejiler aslında günlük hayatla geçmiş tarihle sürekli incelememiz, araştırmamız gereken konular. Strateji dediğimizde direk stratejiler, dolaylı stratejiler olabilir. Direk strateji direk karşıdakine cephe almakla olabilir ya da dolayı olarak gidebilir. Bu rublenin değer kaybı dolaylı bir stratejidir. Amerika’nın Rusya’ya yaptığı yaptırım direk stratejidir. Onun bankalarının Avrupa’dan borçlanmasını yapmak, kesmek direk stratejidir ama bunlar sizin her gün aslında kontrol etmeniz gereken noktalar. Çünkü Türkiye bu para akmazsa bu şirketler kendini finanse edip ilerleyemez, Türk bankacılığı tamamen yurt dışından borçlanır. Özel sektör yurt dışından borçlanan bir kurum. Eğer bunlar olmazsa bu şirketler kapanır. Hepsi Türkiye’nin şu an çoğu ne yazık ki kredi içerisinde ve bu krediler olmadan ilerleyemez. Bunlar da sizin işlerinizi etkiler. Sonuçta bir şirket kapandığı anda önce profesyonelleri çıkarmaktan başlıyor işe ne yazık ki. Tabi arz talep dengesi. Şimdi arz talep dengesi ekonomide hepinize anlatılmış konular aslında. Eskiden arz ve talep neydi? Arz ve talebin dengelendiği noktada bir fiyat vardı. Biz iş dünyası bunu gittikçe zorlaştırdık. Arz ve talebin dengelendiği noktada fiyat farzı misal 10 lira diyelim. Biz ne yaptık ödeme koşulunu değiştirdik, talebi arttırdık. Adama servisimizi değiştirdik, talebi arttırdık. Dedik ki bu dedik moda, pazarladık bunu talebi arttırdık. Bu sefer ne oldu fiyatımızı arttırabilme noktasına geldi. Aslında piyasada arz ve talep dengesi hiçbir zaman tam net oturtulmadı çünkü diğer etkenler var. Bunlar da hep sizin stratejilerinizle geliştirebileceğiniz nokta ama hiçbir zaman hayatta yapabileceğiniz noktaları bir kurşunda atmamalısınız. Biz şu an Bien olarak kapasitemizin %100’ünü kullanıyoruz. Türkiye’de nerdeyse 2.- 3. büyüklükteyiz kendi sektörümüzde sadece Bien olarak ama hala kurşunlarımızı daha bitirmedik. Bir sürü piyasa sıkıştığında koyabileceğimiz, yürütebileceğimiz stratejilerimiz var. Onların hepsini bir kere de bitirseydik kötü zamanda kullanabileceğimiz bir şey kalmazdı. Kafanızda hep şunu düşünmelisiniz. Kötü zamanda ben ne yaparım, sektör kötü olduğunda ben ne yaparım? Bunları hep kenara koymalısınız ve bunları bir kere de kullanmamalısınız. Hep kendimizi geliştirmeliyiz.

“Karşınızdakinin psikolojisini bilmek sizi her zaman onun önüne geçirir”

3. nokta psikoloji. Aslında işletme bölümlerinde net bir şekilde alması gereken bir konu. Mesela geçen hafta bir tane Amerikalı bir yazarın yayınladığı çok güzel bir kitap var, mülakat teknikleri diyor ve bu mülakat teknikleri kitabını yazan kişi aslında savaşlarda esir alınan kişileri kurtarmak için mülakat yapan kişi. Onunla iş dünyasındaki mülakatları karşılaştırıyor. Karşınızdakinin psikolojisini bilmek, ona göre davranmak sizi her zaman onun önüne geçirir. Çin’de mi iş yapıyorsunuz Çin’deki adamın psikolojisine göre iş yapacaksınız, Avrupa’da mı yapıyorsunuz, Rusya’da mı yapıyorsunuz. Rusya’da iş farklı bir ortamda biter, Türkiye’de farklı bir ortamda biter, Avrupa’da farklı bir ortamda biter. Hiçbir kültürde aynı ortamda iş bitmez. Amerika’da farklı bir kültürde biter. Bunları siz karşıdakinin görüşmesini, karşıdakinin psikolojisini bilmelisiniz. Bu karşı cephesi, birde bunun kendi cepheniz geliyor. Kendi çalışanısın da psikolojisini bilmeniz lazım. Kendi çalışanınızı motive edemezseniz onu geliştiremezsiniz, tüm şekilde ekip olmasanız geliştiremezsiniz ama bunun için onu da motive edecek psikolojiye getirmeniz lazım.

“Finansal planlama nakit akışından geçer”

Satın aldığınız, sattığınız adamların hepsi bunu bilmesi lazım. Satış aslında nedir? Derler ki bu bardağın bir fiyatı var, 10 lira. Hayır, bu bardağın fiyatı 10 lira değil. Karşıdaki bu malı kaça aldığında mutlu olacaksa odur. Bunun malım maliyeti belki 5 liradır. Siz bunu 15 liraya bile sattığınızda mutlu edebiliyorsanız adamı önemli olan onun ‘ben değerinden ucuz aldım’ demesidir. Buna marka etkisi girer, sizin satış tekniğin girer, sunduğunuz ortam girer. Ama önemli olan karşıdakinin her zaman aldığından daha ucuza aldığını düşündürmeniz. Aynı kıyafet Beymen markası ile farklı Vakko markası ile farklı. Tabi bu psikoloji, derslerde öğretilmesi gereken üzerine gidilmesi gereken bir nokta. Bunun devamında planlama. Planlama, bizim girişimciliğimizde en önemli noktalardan biri. Planlamanın bir sürü boyutları var. Bunun boyutları operasyon boyutlar. İşler büyüdükçe, Japonların yaptığı ‘Just in Time’ operasyonları. ‘Just in Time’ nedir? Anında malzemeler fabrikaya gelsindir. Neden? Adam stok tutmak istemiyor. Stokun da bir maliyeti var. Ama tedarikçisine diyor ki ‘benim adıma stok tutacaksın. Ama bu tarihlerde alacağım.’Şimdi bu operasyonel planlamalardır. Finansal planlama; biz iş hayatında, kar dağ gibidir deriz. Siz bir hafta aç kalabilirsiniz Ama nakit akışı karlılıkla hiç alakası olmayan bir konudur. Nakit akışı oksijendir. En fazla bir dakika kalırsınız. Finansal planlama da nakit akışından geçer. Kardan zarardan geçmez. Bunlar sizlerin araştırıp öğrenebileceğiniz noktalar. İnsan planlaması, motivasyonel planlamalar. Ekibiniz gelişiyor olabilir ama insan kaliteniz aynı oranda gelişmiyorsa siz yine elinde sonunda çuvallarsınız. O yüzden öncelikle ne kadar gelişecekseniz, 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl sonrasına insanları geliştirmeliyiz. Bizlerde hiçbir zaman işimiz için çalışan yoktur. Bizlerde hep 10 yıl, 20 yıl sonrası için vardır. Ama burada da fazla ekip yoktur. Neden fazla ekip yoktur? Çünkü bir kriz çıktığında onları çıkarmak istemeyiz. O yüzden bunun optimum noktada planlamak lazım. Planlama işi de bu kadar önemli bir nokta.

“İngilizceniz inanılmaz önemlidir”

Ekip olmak iş hayatının en önemli noktalarından biridir. Buradaki en temel prensip hiçbir şekilde ben yaptım diyemez bir profesyonel, bir patron da bunu diyemez. İş hayatında, büyük bir işte hiç kimse büyük bir iş yapamaz. Bien’de bir sürü ekibimiz, üretimimizdeki ekibimiz yanlış olsaydı maldan dolayı zarar yerdik. Finansımızdaki adamlar yanlış olsaydı finanstan zarar yerdik. Bir yerde çuvallardık. O yüzden hiçbir yerde ekip olmadan bu işler ilerleyemez. Ekip olmak için de şu ruhu herkese aşılamak lazım. Hiç kimse ben yaptım diyememeli bir şirkette. Çünkü bir şirketin en büyük kuvveti herkesin gücüdür. Aynı bir geminin limana zincirle bağlanması gibidir. Oradaki güç aslında en zayıf halkanın gücü kadardır. Yani siz istediğiniz kadar bir departmanı güçlü tutun diğerleri güçsüzse bir işe yaramıyor.  O yüzden ekip olmak çok önemli. Çalışmak hayatın en önemli konularından biri. Biz kendimiz her yerde işçi olarak çalıştık. Otelimizde çalıştık, fabrikamızda çalıştık. Madende işçi olarak çalıştım. Ben oradaki işleri biliyorum. Bundan gurur duyuyorum. Çalıştım demekten gurur duymamak çok yanlıştır. Çünkü iş hayatında başarılı olmak istiyorsanız orda çalışacaksınız. Elinize el küreği de alınacak, kazması da alınacak. Bayanlar ben almam demeyecek. Biz kendi akrabamız olan bir arkadaşımızı iki sene önce fabrikamızın bütün çamurlarını kürekle temizlettik. Ama o şuan kendine öyle bir güven içerisinde ki ‘ben her şeyi yaparım. Ben her yerde çalışırım.’ diyor. Çünkü kürekle çamur temizledi. Artık onu kimse deviremez. O bir yerden kovulsa diğer yerde iş bulur. Çünkü o her işi yapar. İyi bir işi beklemez, her işi yapar. Bu işin en önemlisi budur. Okumak, dünyayı okumak. Dünya stratejilerini değerlendirmek. İngilizceniz inanılmaz önemlidir. Niye, dünyanın en büyük kaynakları İngilizcede. Bu İngilizce kaynakları sizin her gün okumanız lazım.  Hala 100-150 sayfanın altında okuduğumuzda kendimizi eksik hissederiz. Çünkü dünya büyük ki , dünyadaki stratejiler o kadar değişiyor ki 100-150 sayfa okumazsanız zaten kendinizi geliştiremiyorsunuz. Şimdi bir mevcut iş yeriniz için okumanız lazım. Mevcut işlerde hangi pozisyonu alacağınız için okumanız lazım. İkincisi; kendinizi geliştirmeniz için okumanız lazım. Üçüncüsü; şirketlerinizin 20 yıl sonrası olması gerektiği yeri planlamak için geliştirmelisiniz. Bunlar için de okumak ana esas.

“Tahtaya bir yaz. Sonra eğitimin için yanına bir sıfır koy…”

Bu işin diğer bir kuralı sağlıklı olmak.  Kendinize bakmak. Vehbi Koç’un oğluna yaptığı çok güzel bir şey var.  Diyor ki, ‘Tahtaya bir yaz. Sonra eğitimin için yanına bir sıfır koy. Eğitimin ne kadar kaliteli olursa senin varlığın o olacak. Gelişimin için bir sıfır daha koy. Çalışman için bir sıfır daha koy.’ Ciddi bir rakam ortaya çıkıyor. Sonra, ‘Başındaki biri kaldır’ diyor. İşte varlık sıfır oluyor. Sağlığınız olmadığında varlığınız sıfır oluyor. Ne yazık ki iş hayatımızda çoğu zaman sağlımıza dikkat edemiyoruz. Bir sürü de hastalık çıkabiliyor. Ama sağlık olmadıktan sonra okumanın, çalışmanın hiçbir anlamı da ne yazık ki kalmıyor. Tabi ki yokluk görmek önemli bir konu. Dünya ekonomisini değiştiren bir konu. Çünkü varlıklı ailelerin çocukları yokluk görmediği süre içerisinde yok oluyor. Hiçbir zaman düşünmedim benim ailem varlıklı mı varlıksız mı diye. Dünyanın geçmişine bakın, dünyada hiçbir varlıklı aile varlığını sonuna kadar götürememiş. En sonunda batmış. Çünkü çocuğunu aynı şekilde, aynı agresiflikte yetiştirememiş, aynı çalışkanlıkta yetiştirememiş. O yüzden varlıklı olmak başarı için bir şart değildir. Varlıklı olmak bir şans değil şanssızlıktır belirli noktalarda. Ama varlıklı olmadan da oralara gelinebilinir. Çünkü elinde sonunda varlıklı aileler yok olacak yerine varlıklı olmayanlardan çalışarak gelenler çıkacak. Yokluktan gelen aileler her zamana daha çok çalışan ailelerdir. Baktığınızda yokluktan çalışarak gelmiştir ama ne yazık ki Türkiye’deki ailelerin yüzde 90’ı diyor ki, ‘Ben yokluktan geldim. Çocuğuma yokluk göstermeyeceğim.’  O aileler yok oluyor. Orada kime şans doğuyor, diğerlerine şans doğuyor. Bu aslında ekonominin bir dengesi. Elinde sonunda biri yok olacak diğeri gelecek. Yoksa ömür boyu aynı aileler başta olur.

“Hızlı olmanız lazım”

Hissiyat aslında çok önemlidir. Size başta da dediğim gibi elinizde sıcağa dokunduğunuzda onu hissetmezseniz onun yanlış olduğunu öğrenmezsiniz. İş hayatında da bu böyledir. Hissetmeniz için okumanız lazım, çalışmanız lazım ve işin içinde olmanız lazım. Ne yaptığınızda şirketinizin zarar ödeyeceğini bilmeniz lazım. Hissiyat ne yazık ki sadece okuyarak, çalışarak da olmuyor. Bazen kendi içinizden gelmesi lazım. Bir kısmı kendi içinizden bir kısmı da geliştirilebilir olması gerekiyor. Dünyanın en zengin insanı şu an Warren Buffett, çok iyi bir istatistikçidir. Rakamlara çok iyi hâkimdir. Genelde değerinden düşük bir hisseyi alıp geliştirip satarak zengin olmuş biridir. Ama hala diyordur ki matematikle her şeyi çözemiyorum diyen bir kişidir. Hissiyatınıza her zaman güvenmeniz lazım ama bu hissiyatınızı da geliştirmeniz lazım. Her zaman çalışarak değil kendi içinizde de olan bir duygudur. O işe yatırım yapmalı mısınız, yapmamalı mısınız bu zamanla gelişecek bir duygudur. Sakıp Sabancı’nın söylediği çok güzel bir konu var. ‘Ben bu kadar zamandır çalıştım, yaşadım. Bir sürü iş yaptım. İyi bir ekip olması, iyi ekiplerin kurulması, paramızın olması sadece yeterli değildir. Eninde sonunda azıcık bir şans lazım.’ diyor.  Zaman, bizim her şeyimiz olmalı hem de aslında sabırsız bir şekilde ilerlememizi engellemeli. Zaman ile ilgili çok güzel bir laf vardır. Bozüyük fabrikamızın planlamasını 3 yılda yaptık. 3 yıl plan üzerine çalışıldı. 3 yıl planlama için çok uzun bir zaman gelebilir ama topraktan üretim haline 6 ayda geçtik. Dünyanın en hızlı inşaatı oldu. Şimdi bunu düşündüğünüzde 3 yıl fazla mıdır, az mıdır? Biz 3 yıl geçirmesek bunu 6 ayda bitiremezdik. 6 ayda doğru bir proje yapıldı ama 3 yıllık bir öncesi vardı. İşte zaman böyle bir konudur. Ne fazla olması lazım ne az olması lazım. Bunu sizin iş hayatınızda tecrübeleriniz size öğretecek ve sizi geliştirecektir. Sabretmeniz gerekecektir. Hiçbir zaman adımlarınızı hızlı atmamaya çalışmanız lazım. Bize bir sürü arkadaşımız geliyor. Hemen diyor ki ‘3 sene içinde ben niye müdür olamadım?’ Ama o müdüre bakmıyor. O müdür geçmişte yapılan hataların tecrübesi o müdürde vardır. O hatalar sayesinde oradadır. Belki bilgi seviyen o müdür kadar olabilir. Belki bilgin daha fazladır. Ama onda da tecrübe vardır. Üstüne saygı duymayan altından saygı alamaz. Hemen bir iki yılda müdür olunamaz. Ama bu zamanı bu sabrı verebilen arkadaş sayısı ne yazık ki az oluyor. İlk bir yere girdiğinizde, biz kendi içimizde konuşuyoruz. Üniversitelerden birini almalı mıyız almamalı mıyız? Almalıyız, neden? Çünkü onlara fırsat yaratmalıyız. Ama üniversite mezunlarını ilk aldığımızda ne diyorlar biliyor musunuz? ‘Ben burada 1 sene sonra müdür olmalıyım.’diyor. Yok öyle bir şey. Ne yazık ki bu yok. Ama bir yere gidip de orada beklediğini bulamayıp ayrılan kişi geldiğinde bunu demiyor. Bize bir işten sonra gelen kişiler daha kalıcı oluyor. Ama üniversite mezunlarından gelenler kalıcı olamıyor. Sabır iş hayatında en önemli konulardan biridir. Sabrederek her zaman doğru zamanı beklemek önemlidir. Doğru zamanı bilmeden adım atarsanız bu, kariyerinizin de engeli olabilir. Siz yönetiminizle restleşirsiniz, beni müdür yapmazsan giderim dersiniz, resti görür, bunu sektördeki diğerlerine de söyler ve bir daha kolay kolay iş bulamayabilirsiniz. Bazı yerlerde çok hızlı olmanız lazım, bazı yerlerde de sabretmeniz lazım. Böyle zor bir konu ama iş hayatında öğrenilecek bir konu.

“ Çok az kazananların çok büyük varlıkları olduğu; ama zengin diye gördüklerimizin…”

Tasarruf, aslında şu an bizim millet olarak, Türkiye olarak yapmamız gereken en önemli noktadır. Hiç zannetmeyin ki çok zenginlerin çok paraları var, bazen çok büyük şirketlere bakıyoruz varlıklarının 2-3 katı borçları var. İş hayatı bir havuz problemidir, havuz problemi olarak düşünün. İstediğiniz kadar suyu havuza akıtın eğer aşağısı büyük olursa yine para kalmaz. Siz orayı kısın, tamamen kapatın, damlaya damlaya bile o havuz dolar. Biz iş hayatında bunu çok gördük, çok az kazananların bazen çok büyük varlıkları olduğu; ama çok zengin diye gördüğümüz bir sürü kişinin bilançolarını incelediğimizde aslında hiçbir şeyleri olmadıklarını gördük. Biz rakibimizi ne yaptığı ciroyla ne de yaptığı işle değerlendiririz. Biz rakibimizi varlığıyla değerlendiririz; çünkü ciro iş risk alınarak yapılabilen bir şey ama o risklerden dolayı kriz doğarsa varlıkla bunun önüne baraj koyabiliyorsunuz. O yüzden bu varlık ancak tasarrufla, para tutarak olur. Toplum olarak ne yazık ki ülkemizde ne tasarrufumuz var ne şirketlerimizde tasarrufumuz var; ama en önemlisi budur. O yüzden çok kazanayım da çok harcayayım değil ne kadar kazanırsanız kazanın aşağıyı aynı tutmanız lazım. 100 milyar da kazansanız 1 milyarda tutmanız lazım, 1 milyon da kazansanız bir milyar tutmanız lazım; ama ne yazık ki Türkiye’de bugün açıklanmış üç milyonun üzerinde kişi şu an kredilerini düzensiz ödüyor. Yani bunlar kazandığından çok kredi almışlar ödeyememişler. Halbuki az para harcayarak çok daha fazla paralar biriktirilebilirdi.

“Para kazanmak istiyorsan para yiyemiyorsun”

İş hayatının sonunda bir teraziye geliyoruz. Sadece iş hayatı değil, aslında bütün hayatınız bu teraziden ibarettir. Terazide bir tane ağırlığınız var; bunu bir tarafı hayatınızdan yüksek bir başarı, bir tarafı da sosyal hayat. Ne yazı ki ağırlığınız bir tane, bunlardan sadece birine bu ağırlığınızı koyabilirsiniz. Ben hem güzel yaşayayım hem lüks yaşayayım hm gezeyim tozayım ama çok da para kazanayım gibi bir durum ne yazık ki yok. İkisinden birini tercih edeceksiniz, hayatın dengesi budur. Para kazanmak istiyorsan para yiyemiyorsun, para yiyorsan para kazanamıyorsun. Mevcut bir paran varsa eninde sonunda yiyerek de bitiyor. O yüzden para kazanmaktan çekinen insanlar eninde sonunda varlıklarını eritiyor; ama bu terazi bir tane, iki tanesini yapanı daha biz görmedik. O durum e yazık ki sadece filmlerde oluyor. Filmlerde görüp tabi herkes özeniyor, biz bakıyoruz biz bile özeniyoruz; ama olmuyor işte. Bizim hayatımızda ne gezme tozma olabiliyor ne hayatımıza, ailemize zaman ayırabiliyoruz. Ben ayda 2-3 gün evime ancak gidebilen biriyim. 30 ayrı işletmeden bahsediyoruz, 4000 kişiden bahsediyoruz. Artık mesuliyetimiz bizi geçmiş durumda. Biz şu an işi bıraksak belki tüm ailemiz ömür boyu rahatça yaşar; ama bu 4000 kişinin de sorumluluğu var. O yüzden biz bunu bırakamayız; ama siz hayatınızda başarılı olmak istiyorsanız bir tarafa ağırlığı koyacaksınız ve orada sonuna kadar gideceksiniz ama ikisinin bir arada olmayacağını bilmeniz gerekiyor.

 

Editör: TE Bilişim