Korkmaz Kesik

Şeyh Edebali Üniversitesi tarafından düzenlenen ‘Tarih Kültür Sohbetleri’nde bu hafta ‘Ermeni Sorunu’ ele alındı.  Şeyh Edebali Üniversitesi tarafından her hafta Sürekli Eğitim Merkezi’nde düzenlenen ‘Tarih Kültür Sohbetleri’e bu hafta “100. Yılına Doğru Ermeni Sorunu" konusu anlatmak üzere Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fikrettin YAVUZ  konuk oldu. Yavuz, Ermeni sorunun tarihi kökeni hakkında bilgiler verdi. 15 yıldır bu konu üzerine çalıştığını söyleyen Yavuz, konuşmasında katılımcılarla şu bilgileri paylaştı:


“SEVK, İSKÂN, TEHCİR NEDİR?”

 “Türkiye'de, dünyada özellikle 2015 gelirken, biz 1915'te ne olduğunu tartışıyoruz. 1915’i anlayabilmek bir anlamda da bugünü de anlayabilmektir. Türkiye'de genel hatlarıyla şu algı vardır; 1915'te Türkiye'de ya da toplumda 1915 olan şey, Ermeniler isyan etti ve Osmanlı Devleti de bunları sevke tuttu veya tehcir etti. Ama batıdaki algı, bunun bir soykırım olduğu. Soykırım nedir? Sevk, iskan, tehcir nedir? Bunların çok detaylarına girip sizi de boğmak istemiyorum ama tehcir, soykırım mıdır? Sevk midir? Bunu anlayabilmek, bugün uluslar arası arenada Türkiye'nin başına tabiri caizse bela olan bu soykırımın gerçeğini anlayabilmek için biraz meselenin ortaya çıkış sürecini de bilmek lazım. Tehcire kadar olan süreci bilmeden bugünü de anlayamayız. Tehciri de anlayamayız. 1915'de yapılan şu değil; Osmanlı hükümetinden Talat Paşa bir gün uyandı ve toplum katili oldu. Bir karar aldı ve Ermenileri öldürdü. Türkler ile Ermenilerin birlikteliğinin yaklaşık bin yıllık bir geçmişi olduğunu biliyoruz. Ne oldu da bir anda böyle bir durum meydana geldi? Ne oldu da önceden 500 bin ile başlayan, bugün ise 1 buçuk milyona kadar çıkartılan tırnak içerisinde söylüyorum, soykırım ortaya çıktı? Bugün Türkiye’nin uluslar arası politikasında Türkiye'nin önüne sürekli olarak engel çıkartan bir durum. Bu bir trajedi miydi, değil miydi? Gerçekten öldürüldüler mi? Bunu anlamak için biraz geçmişe gitmek gerekiyor.


“BATIDA DA BUNUN SOYKIRIM OLDUĞU SÖYLENİYOR”

1915'te Anadolu'nun çeşitli yerlerinde isyanlar oldu. Maalesef Türkiye'de bu isyanlara tepki olarak bu yapıldı gibi bir algı var. Zaten batıda da bunun soykırım olduğu söyleniyor. Onun için ben kısaca geçmişinden biraz bahsetmek istiyorum. Yani nasıl ortaya çıktı? Bir anda olmadı bu. 1915'te olmadı bu olay. 915 yılı zirve noktasıdır. Bana sorarsanız Osmanlı Devletinin artık yapacak bir şeyi kalmamıştı. Yaklaşık bir 100 yıllık geçmişi var. 1915 değil, biz bunu 1815'lerden başlatmamız lazım. Kısaca dönüşüm süreci 1915'e kadar gelen süreci aktarmak istiyorum.  Osmanlıda klasik dönem diye tabir ettiğimiz bir dönem var. Bu 19. yüzyıla kadar Ermeniler ve Türkler arasında Fatih döneminde, Fatih'in Owakim'i getirmesi, bir Ermeni kilisesi ihdas etmesi. Bu dönemde herhangi bir sıkıntı yok. 19. yüzyılda milliyetçilikler yüzyılı denilen bir yüzyıl. Bu yüzyılda başlayan bir dönüşüm var. Bu dönüşümü 1915 yılına gelene kadar Ermeni, tırnak içerisinde söylüyorum Ermeni dediğimde bugün sürekli söyleyeceğim için söylüyorum. Örneğin, komiteleri kast ederken de belki Ermeni diyebilirim. Ya da Ermeni cemaati içerisindeki belli bir grubu anlatırken de diyebilirim. Örneğin, Ermeni teröründen bahsedeceğiz. Sanki Osmanlıda 19. yüzyılda bütün Ermeniler devlete karşı geldiler gibi algılanmasın. Böyle bir algı yok. 1915'e gelene kadar tarihçiler arasında çeşitli dönemlendirmeler yapılıyor. Bunu üç döneme ayıranlar var. Dörde veya beşe ayıranlar da var. Ben sadece Fransız İhtilali sonrası milliyetçilikle başlayan süreci üç aşamalı olarak size aktarmak istiyorum. Üç aşama sonrasında Ermeniler’de artık amaç, milliyetçilikle birlikte bir bağımsız devlet kurmak. 19. yüzyılda bütün etnik gruplar, özellikle çok uluslu imparatorluklardaki gruplar bağımsızlık mücadelesi, onlar için bağımsızlık mücadelesi, verdiler. Ermeniler de bunlardan biriydi. Bu aşama nasıl gerçekleşti? Bundan kısaca bahsedeyim. Birincisi, bir kere yaklaşık 1840 ile 1870 yılları arasında Ermeni cemaati içerisinde bir dönüşüm yaşandı. Nasıl bir dönüşüm bu? Cemaat içerisinde bir grupta milliyetçilik fikri artık beyinlerde yerleşti. Bu noktadan hareketle de artık Ermeni cemaati içerisinde kendi devletini kurmak isteyen bir genç nesil yetişti. Bu daha sonraki süreci de tetikledi.


“OSMANLI HÜKÜMETİ PROTESTAN ERMENİ KİLİSESİNİ KABUL ETMEK ZORUNDA KALIYOR”

Bu nesil nasıl yetişti? Özellikle bunun da birinci, sebebi belki de misyoner faaliyetleri. Yani misyoner faaliyetleri ayrı bir konu olarak belki burada aktarılmalı. Misyonerler, sadece Ermenileri değil Osmanlıdaki tüm ayrılıkçı hareketlerin belki de temelini atan unsurdur ve bu da 1820'lerde başlamıştır. Örneğin, 1830 yılında Anadolu coğrafyasında Protestan Ermeni yok. Fakat 1849'a geldiğimizde Osmanlı hükümeti Protestan Ermeni kilisesini kabul etmek zorunda kalıyor. Yaklaşık 20 yıllık süre içerisinde Amerikan Board, bu bir misyoner örgütü. Belki de en ünlüsüdür. Onun faaliyetleri neticesinde Anadolu'da bir Ermeni cemaati oluşturulmuştur. Niçin yapıldı peki bu? Çünkü daha öncesinde Osmanlıdaki etnik grupların her birinin hamiliğini yapan devletler ortaya çıktı. Mesela, Küçük Kaynarca ile birlikte biz Rusların, Ortodoksların koruyuculuğunu elde ettiğini ve Osmanlı Devletinin iç işlerinde sürekli müdahale ettiğini görüyoruz. Bu durum, diğer devletleri de buna itti. Katolikleri Fransızlar, Protestan olmadığı için hem İngilizler hem Amerikalılar bunu gerçekleştirdiler. Anadolu'ya geldiler. 1820'li yılların başında araştırdılar. Anadolu'daki özellikle doğru Hıristiyanlığı bilmediklerini düşündükleri Ermeniler üzerine yöneldiler. Okullar kurdular. Bu okullara da genelde zaten Müslümanların kabul edilmesi yasak olduğu için Gayrı Müslim unsurlar kabul edildiler ve Ermenilerin üzerine yoğunlaştılar. Neticede bir süre sonra buradaki misyonun adı bile Ermeni misyonu oldu. Bu okulların detaylarına da girmeye gerek yok. Ama sadece bir rakam vereyim 19. yüzyılda toplam 9 tane Gayrı Müslümlerin gittiği okul var. Yaklaşık 500 civarında okulları var. Bu okullarda eğitim gören de 20 bin öğrenci var. Bu okullar içerisinde mesela 8-9 tane kolej yani bu günkü üniversite seviyesinde okullar var.  8-9 tane kolej yani bugünkü üniversite seviyesinde okullar var. Hepiniz aslında isimlerini biliyorsunuz. İzmir Amerikan Koleji, Üsküdar Amerikan Koleji, Merzifon Amerikan Koleji. Bu kolejlerde işte Tarsus’ta, Maraş’ta, Antep’te, bu kolejlerde yetişen gençler, Ermeni gençler. Mesela daha sonra ortaya çıkacak Rrmeni olaylarını ya da Ermeni bağımsızlık hareketlerini, komitelerini kuran gençler. 1870’teki Bulgar olaylarının organizatörleri İstanbul’daki Robert Koleji’nden mezun olan bir Bulgar çocuğu. Çünkü Bulgarlar ve Ermeniler var o okulda. Yani şunu söyleyeceğim sadece; özellikle milliyetçi bir Ermeni cemaati içerisinde bir gurubun oluşması 1840 ile 1860-1870 yılları arasında ortaya çıktı.

“OSMANLI’NIN ERMENİ ÖRNEĞİNDE YAŞADIĞI ŞEYİ BİZ 1980’LERDE PKK İLE YAŞADIK”

Doğu sorunu aslında 1815’ten sonra literatüre girmiş bir şey. Amaç ne? Osmanlı topraklarının paylaşılması. Daha sonra Ruslar, Osmanlıya hasta adam diyecekler. Bu ermeni meselesi de Osmanlı döneminde Doğu sorununun bir parçasıydı sadece. Ne yapılacak? Bu kullanılacak ve Osmanlı Devleti gerektiğinde Osmanlı Devletinin iç işlerine müdahale edilme aracı olacak. Bugün belki biraz daha farklı ama aynı argüman olarak bugünde başka devletler tarafından kullanılıyor. Aslında birbiriyle çok paralel. Osmanlının özelikle Ermeni sorununda yaşadığı şeyleri bugüne de biz belki paralellik kurabiliriz. Bu söylediklerinden hareketle yani şu 1880’lerde Osmanlı’nın Ermeni örneğinde yaşadığı şeyi biz 1980’lerde PKK ile yaşadık. Bağlantısını siz kuracaksınız belki ben konuşmayı bitirdikten sonra.  Şimdi gelelim 1860’lara kadar bir kimlik oluştu artık Ermeni cemaati içerisinde bağımsızlık isteyen bir gurup var. Ne yapacaklar bundan sonra? Biz nasıl bağımsız olabiliriz diye düşünmeye başladılar. Örnekleri var geride. Mesela bizim için isyan olan Yunan isyanı var. 1820 – 1829 yılları arasında Yunanlıları bağımsızlığa götürmüş. 1870’lerin başında Bulgaristan, Bosna Hersek olayları diye bildiğimiz ve Bulgarların biraz da Rusların etkisiyle ayaklanması ve 93 Harbi dediğimiz 93 Harbinin ortaya çıkış süreci var. Burası bir geçiş süreci Ermeni sorununda. Yani 93 harbi dediğimiz 1877-1878 savaşı, Ermeni meselelerini sorun haline getiren bir aşama. Ama Osmanlı Devletinin uygulamak zorunda kaldığı mesela Tanzimat ve ıslahatında Ermenilerin böyle bir kimlik, milliyetçilik elde etmesine vesile olduklarını da söylemek lazım. Çünkü Tanzimat ile birlikte Osmanlı bütün tebaasını yeni haklar verdi. Devleti daha kurumsallaştırmak için nizamnameler çıkardı. Mesela bu nizamnamelerden biri de Ermeni Millet Nizamnamesi. Devlet daha kurumsallaşacak işte Rum milleti nizamnamesi var. Bu nizamnamelerle Ermeni cemaatine dedi ki, ‘Siz kendi kilisenizde bir meclis oluşturacaksınız ve bu mecliste hem ruhani hem cismani üyeler seçeceksiniz. Bir de parlamento, kendi işlerinizi o mecliste kararlaştıracaksınız ve bu Babıâli’ye sunacaksınız.’ Bu tarihçilerin söylediğine göre Ermenilere özelliklede Ermeni kilisesine büyük bir yetki verdi. Bundan sonra Ermenilerin de bunu zaten o şekil algıladığını görüyoruz. Biz nizamname diyoruz onlar bu bir ilk Ermeni anayasasıdır diyorlar, 1863’teki nizamnameye göre. Daha sonra bu süreci alıp götürecek bir unsur daha biraz daha fazla devreye giriyor meselenin ortaya çıkış süreci yani 1915’e kadar. Hatta bugüne kadar Ermeni meselesinin lokomotifi kilise ve din adamları olmuştur. Bu süreçte özelikle bu nizamnameyle birlikte daha radikal bir grup ortaya çıkıyor ne yapabiliriz bağımsızlık için diyen bu grubu yönlendirende kilise olmuştur. Özellikle de patrikler, dönemin İstanbul patrikleri, İstanbul Ermeni patrikleri. 3 isim var, isimler mevzu bahis değil. Bunlar ruhani olmaları gereken insanlar ama birbirinin halefi selefi durumundalar. Fakat Kırımyan 1850’lerde Van’da gazete yayınlarken özgürlükten ve bağımsızlıktan artık Osmanlı boyunduruğundan kurtarılması gerektiğini söyleyen gazeteler yayınlanıyor, okul açıyor. Bu okullarda Ermeni gençlerine kendilerinin farklı etnik grup olarak, farklı dinleri olduğu içinde Osmanlı boyunduruğunda yaşamamaları gerektiğine dair bir nesil yetişiyor. Biz 1890’lara geldiğimizde Van’da 1890’da ayaklanma var, 1915’te ayaklanma var. Bunların temelleri 1850’lerden sonra atılmış. 93 Harbine kadar artık bir grup dedi ki ‘biz bağımsız olacağız. Ne yapmamız lazım.’ Geçmiş örneğe baktılar. Yunanlılar batılıların desteği olmadan biz bu işi yapamayacağız. Çünkü zaten Anadolu’nun hiçbir yerinde nüfus olarak yoğunluk teşkil etmedikleri için buda mümkün değildi. O zaman destek almamız lazım diye düşündüler ve kendilerine bu fırsatı veren Rusların, Osmanlı’ya savaş açması oldu. Ayastefanos Antlaşması imzalanırken Ermeni kilisesinin başında bulunan Nerses’te bir heyet gönderdi. Grandük Nikola ile görüşmek için ve dedi ki ‘Bizim içinde bir madde koydurun buraya’16. madde de şu vardı. Doğu Anadolu’da Osmanlı devleti Ermenilerin yaşam şartlarını düzenleyecek, onları Kürtlerin ve Çerkezlerin saldırılarına karşı koruyacak ama aynı zamanda bunu yaparken Rus işgalci kuvvetleri de buradan gitmeyecek. Gitmemesi kararı alıyor sonra devleti bunu kabul ediyor fakat İngiltere bunun karşısında duruyor. Neden? Çünkü bu Rusya’nın Doğu Anadolu’ya yerleşmesi anlamına geliyordu. Yani Doğu Anadolu’ya yerleşirse Doğu’ya giden yani sömürgelerle giden yolları Rusların kontrolüne dolaylı da olsa girecekti. Onun için Rusya’ya dedi ki, ‘Ben icap ederse savaş bile yaparım seninle bunu tadil edeceğiz.’ Nerede? Berlin’de. Bu söylediğimiz Mart’ta oldu, Ayastefanos Mart 1877’de.

“MESELE BERLİN’DE ULUSLARARASI BİR HÜVİYET KAZANDI”

Haziran’da konferans Berlin’de başladı. Bu süreçte dedim ya Ermeni kilise mensupları bu meselenin uluslararası himaye kazanmasını sağladılar. Bir önceki patrikte, heyette Avrupa başkentlerine gitti, Roma’ya, Paris’e gitti. Dışişleri Bakanlığıyla görüştü ve dedi ki 'Berlin’de bir konferans düzenleniyor. Bu konferansta lütfen Ermenileri de dikkate alın. Çünkü biz Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan ve oranın kadim halkı olarak o bölgenin bizim nüfus olarak orada fazlayız.' Yanların da bir proje vardı. Ermenistan projesi diye. Bu projeyi sundular ve onlardan destek talep ettiler. Peki, ne oldu sonuçta? Mesele Berlin’de uluslararası bir hüviyet kazandı. Ayastefanos’ta ilk kez bir antlaşmaya girdi ermeni ismi. Fakat Berlin’de 16. madde 61. madde olarak dönüştü. 61. madde de şu karar verildi. Osmanlı Devleti Ermenilerin yaşadığı devletlerde onların hayat şartlarını iyileştirecek, imzacı devletlere bunu aralıklarla bildirecek, imzacı devletlerde bunu gözetecekler. Yani bu bundan sonraki süreçte imzacı devletlerle büyük devletler. Osmanlı Devletinin içişlerine müdahale aracı kullanacaklar 'Islahat yapmadın, niye yapmıyorsun ıslahat yapacaksın' diye 1878’den 1914’e kadar bu baskı ara ara devam edecek. Böylelikle ne oldu? Artık mesele uluslararası bir hüviyet kazandı. Fakat bağımsızlık isteyen grup Ermeni cemaati içerisinde bundan memnun olmadı. Çünkü onlar bağımsızlık istiyorlardı. Bu sadece ıslahat getiriyordu. Berlin’e giden heyetin başında eski İstanbul patriği olan vatandaş İstanbul’da geldi ve metaforik bir vaaz verdi.  O vaaz’dan kısaca bahsedeceğim. Çünkü vaaz çok önemli. Ondan sonra bu bağımsızlık isteyen Ermeni cemaatinin nasıl hareket etmesi gerektiğinin üzerinde duruyordu bu vaaz ve belki de modu moduna ona söylediklerini uyguladılar. Zaten söylediğini yaptıklarını da biz görüyoruz. Dedi ki evet biz Berlin’e gittik şimdi siz merak ediyorsunuz, Berlin’den bize patrik efendi hangi haberleri getirdi diye. Berlin'den bize Patrik Efendi hangi haberleri getirdi diye. Bu şekilde anlatıyor, 'Biz gittik. Büyük bir salon vardı. Büyük milletler, yani ağa babalar o salonun içerisindeydi. Biz küçük ve baskıya uğramış milletler dışarıda bekletildik. Masanın ortasına büyük bir pasta getirdiler. Büyükler kendi paylarını aldılar o pastadan. Daha sonra Sırplar, Bulgarlar ve Karadağlıların temsilcileri içeriye girdi. Masanın başında büyük devletlerin temsilcileri vardı. Bu içeriye gelenlerin bellerinden aşağı sarkan ve üzerinden kan damlayan kılıçları vardı. Bunlar, o kılıçları çektiler ve o yemeğin içerisinde daldırdılar. Paylarına düşeni mağrur bir şekilde alıp çıkıp gittiler. Ama siz benim elime sadece bir dilekçe verdiniz. Ben o dilekçeyi götürdüm. Onlara sundum. Bana, elinde kılıç olmayan buradan payını alamaz. Bundan sonra böyle bir konferans olursa, yemek dağıtılacak olursa elinizde bir demir kepçeyle gelin.'diyor. En sonunda da şu şekilde bitiriyor, ' İşte, siz kılıcın neler yaptığını gördünüz. Onlar kanlı kılıçlarını gösterdiler. Bu kılıçlar onlara özerklik ve bağımsızlık getirdi. Bundan sonra akrabalarına gittiğiniz zaman benim bu söylediklerimi iyi düşünün. Size benim tek söyleyeceğim şey Ermeniler, silahlanın, silahlanın, silahlanın.' Bunu ben uydurmuyorum, Ermeni kaynaklarında da bunu görürsünüz. Açıp baktığınızda İstanbul Ermeni Patriği Mıgıdıç Kırımyan'ın 1878'de yaptığı bu konuşmanın orijinal metni de var. Bunu söyledikten sonra ne oldu? Uluslar arası bir hüviyet kazandı. Ama demek ki bizim bağımsız olabilmemiz için yapmamız gereken şey, silahlanmak. Artık aşama terör aşaması, ya da komitelerin kurulması aşaması.  Ya da isyanlar dönemi diyeceğimiz döneme geçmiş oldu. Tarih 1878. Bunu nasıl gerçekleştirdiler peki? Örneğin hepimiz Hınçakları ve Taşnakları biliriz. Taşnak, Sütyun diye. Ama onun öncesinde tanzimata paralel olarak giden 1860'larda çeşitli dernekler kurulmaya başlanıyor Ermeniler arasında. Bu dernekler daha çok yardımlaşma derneği gibi görünüyor. Fakat 1880'den itibaren kilisenin de yönlendirmesiyle bağımsızlık isteyen gruplar kendi aralarında1870'lerde gizli örgütlere dönüşmeye başlıyorlar. Adana'da, Erzurum'da, Van'da kurulan gizli dernekler var. Bunlar küçük küçük silahlı çeteler. Tabiri caizse silah eğitimi verilen çeteler haline geliyorlar. Fakat silaha henüz yönelmediler, tabiri caizse antrenman yapıyorlar. İlk silahlı mücadeleye başlayan örgüt ya da komite, çünkü Ermeniler de ona ilk siyasi teşkilatımız diye söylüyorlar. 1885'de kurulmuş Armenekan Partisidir. Van'da kuruluyor. Bunların önetmeliklerinde, manifestolarında yöntemleri yazıyor. Yani kendilerine komiteci yetiştirirken ilk etapta bu program onlara veriliyor. Bizim amacımız, şu. Bunun için kurulduk. Bunu yapacağız. Hedefimiz, Ermenistan'ı Türk boyunduruğundan kurtarmak. Armenekan'ın bu yönetmeliği soru-cevap şeklindedir. Örneğin, en iyi Ermeni hangi Ermenidir? gibi. İdeolojilerini komitecilere bu şekilde yüklüyorlar. En iyi Ermeni, yatıp kalktığında Ermenistan'ın bağımsızlığını düşünen ve bağımsız Ermenistan için hayatını harcayan Ermeni’dir diyorlar. Daha 1885'lerde. Bakın, biz daha doruk noktası olan 1915'e gelmedik. Dolayısıyla 1885'de başlayan bu Armenekan komitesinin 1896'larda Van'da meydana gelen olayı tertip ettiğini görüyoruz.

“TERÖR ÖRGÜTLERİ DIŞA BAĞIMLIDIR”

Bir de bu noktada terörden de bahsetmem gerekiyor. Yaşı müsait olanlar Asala terör örgütünü çok iyi bilir. 1970-80'lerdeki Asala terörünü belki gençler bilmeyebilirler. Bu Asala terörünün aslında 1915 sonrasında Nemesis diye kurulan bir örgütle başladığını biliyoruz. Şöyle de bir durum var, bunlar kendi başına mı düşündüler? Biz buna Ermeni terörü diyoruz. Çok vurucu gibi gözüküyor ama 19. yüzyılda bu terör kavramı sadece Ermenilerin kullandığı bir kavram değil. Dünyada böyle bir gidişat var. Modern terör kavramı Fransız İhtilali sonrasında ortaya çıkmış. Devlet terörü olarak, Maksimilian Robespyer tarafından bunlar kullanmışlar. Daha sonra birbirini tetikleyerek devam etmiş. İtalya'da Carbonari hareketi,  bunlar bağımsızlık istiyor. Bunlar da teröre yönelmişler. Çok bilinmez ama fiili propaganda diye bir ifade vardır bir İtalyan kavramı. Bu propaganda diyor ki, fikrin propagandası çan sesine benzer. Fiiliyatta bir şeyler yapmanız lazım. Bunun için de terör gerekli. Maksimilian Robespyer, terörün bir adalet olduğunu söylüyor. Halkı korkutmak ve kendisine destek sağlatmak için terörü kullanmanız gerekiyor diyor. Mesela 1860 yıllarında Rusya'da ortaya çıkan Naradnoya Volya hareketi, halkın iradesi, terörü kullanmak. Ne için kullanmak? Despotları ortadan kaldırmak için kullanıyor. Şimdi 1887'de kuruluş olan Hınçaklardan bahsedeceğiz. En büyük terör ve isyan hareketini yönlendiren gruptur. 1887'de Cenevre'de kurulmuştur. Bunlar, 1890'larda Tiflis'te kurulan Taşnak ve Sütyun. İki komiteden bahsediyorum. Dikkatinizi çekiyorsa Osmanlı coğrafyasının dışında kurulmuş komiteler bunlar. Yani kurulduğu yerler Osmanlı toprağı değil. Aynı şey 1816'da kurulmuş Filiki Eterya'da da var. Bu da Odesa'da kurulmuş. Terör örgütleri dışa bağımlıdır. Zaten devletin içerisinde de yaşayamazlar. Hınçaklar ve Taşnaklar terörü bir yöntem olarak kullanmayı Rus anarşistlerinden öğrendiler. Bu Rus anarşistleri de 1860'larda bu faaliyetlerine başladılar. İkinci Aleksandr'ı öldürene kadar yani 1881'de suikasta kurban gitti. Yedi kere denemeleri var öldürebilmek adına. Biz görüyoruz ki 1905'te de aynı şey Abdülhamit'e uygulamaya çalışıyorlar yıldız suikastıyla. Ama bu dünyada var olan bir şey. 1860'larda Amerika başkanı öldürülüyor. Abraham Lincoln. Üç Amerika başkanına suikast teşebbüsü var. Ne için bunları söylüyorum? Çünkü batılı devletlerin bize desteği olmadan biz kendi başımıza bu işin üstesinden gelemeyeceğiz düşüncesi oluşuyor. Batılıların da Ermeniler için söylüyorum bağımsızlık isteğinde bulunan Ermeniler, biz teröre başvuracağız. Onların gözü önünde terör gerçekleştireceğiz ve onların dikkatini çekeceğiz. Batılı devletler müdahil olacaklar biz de istediğimizi Osmanlı Devleti'nden elde edelim. Bunun için de teröre başvuruyorlar. 1890'da başlar ve 1896 yılına kadar aralıksız. Biz sadece 1815'te olduğunu düşünüyoruz Ermeni isyanlarının. Hâlbuki bunun bir öncesi var. 1890 ile 1896 arasında Anadolu'nun hemen her yanında, her vilayetinde bazıları irili ufaklı, bazıları Ermenilerin savaş dediği şeklinde ayaklanmalar var. Bunların sayısı 40 civarında. 6 yıl içerisinde biri bitiyor diğeri başlıyor. Erzurum'da başlıyor 1890 yılında. Küçük çaplı ama ses getiren bir ayaklanma. Çünkü bu ayaklanma batılı devletlerin olaya müdahil olmasını sağlıyor. Çok detayına da girilebilir aslında. Bu olayların her biri anlatılabilir ama gerek yok buna. 1890 ile Erzurum ile başlıyor. 1896'da Osmanlı bankası var İstanbul'da. Buraya yaptıkları banka baskını ile zirve yapıyor.

“ERZURUM OLAYI KÜÇÜK ÇAPLI BİR OLAYDI”

Artık isyanlar dönemi. ‘Biz bir dönüşüm yaşadık. Uluslar arası bir hüviyet kazandık. Bu meseleyi tam anlamıyla neticeye ulaştırmak için batılı devletlerin de bize destek olması lazım. Onun için de onların dikkatini çekecek hareketler yapmamız lazım’ diye düşünüyorlar. Bu Erzurum ile başladı. Erzurum olayı küçük çaplı bir olaydı. Detayına girmiyorum. Kilisede silah depo edildiğine dair bir istihbarat gider. Osmanlı askerleri orayı araştırmak isterler. Araştırılmasını Ermeniler istemez. Kilisede küçük çaplı bir çatışma olur. Böylece de ilk adım atılmış olur,  tabiri caizse batılı devletlerin bunları gözüne sokmak amacıyla. Örneğin daha sonrasında Kumkapı gösterisi var. Kumkapı gösterisi o yılın devamında olmuştur. Bu olayla da bir grup Ermeni sadece bir nümayiş yapmak ister. Ermenilerin durumu kötüdür. Kim organize eder bunu? Komiteciler organize eder. Siz bir grubu yönlendirmek istiyorsanız, o grubun içerisine iki, üç provokatör koyduğunuz takdirde bu grubu rahatlıkla yönlendirebilirsiniz. Bu biraz sürü psikolojisiyle alakalı. O yürüyenlerin hepsi mi komiteciydi? Hayır, ama bu etnik milliyetçilik meselesinde birilerinin sözcülüğünü yapıyorum dediğiniz zaman ister istemez gidiyorlar. Milliyetçilik öyle bir şeydir ki kendinizi o grubun dışında sayamazınız. Eğer aynı ırktansanız. Neticede böyle bir olay var.  Bu olayları gerçekleştiren komitecilerden bir iki isimden bahsedeceğim Örneğin, bu Kumkapı gösterisinin lideri Cangülyan adında bir komiteci. Ne oluyor? Hiç bir ey olmuyor bu olaydan sonra. Bu olayla ilgili anılarını bile yazabiliyor. 1893-1894 yılarında Kayseri, Merzifon, Yozgat’ta ayaklanmalar var. Mesela Merzifon’da Merzifon Amerikan Koleji var, 2 öğretmeni var ve ikisi de Ermeni kökenli. İsimleri mevzu bahis değil; ama olaylardan sonra bu Tomayan adlı öğretmen mahkemeye çıkarılıyor, Ankara mahkemelerinde yargılıyor, ceza alıyor; ama batılı devletler hemen müdahil olarak bunun affedilmesini saraya giderek sağlıyorlar. Nasıl sağlıyorlar onu da söyleyeceğiz, Tomayan yurt dışına gidiyor. Böylelikle Merzifon, Kayseri, Yozgat olayları bu şekilde bitiyor.  Daha sonra daha geniş çaplı bir ayaklanma var, bu ayaklanmaları, sırf bu isimlerin daha sonraki serüvenleri için söylüyorum, mesela Sason’da bir ayaklanma var. Burada büyük çaplı bir direniş var Mihran Damatyan adında bir Hınçak komitesi mensubu ve Hamparsun Boyacıyan adında bir Hınçak komitesi mensubu, buradaki Ermenileri örgütleyerek ayaklandırıyorlar. Bunların bu ayaklanmayı yapma amacı aslında Avrupa’yı ayaklandırmak. Mesela Nişan Garabedyan diye bir komiteci var, Amerika’ya kaçıyor, Amerika’da bir gazetede verdiği mülakatta ‘’Biz bunu yapacağız. Ermenileri ayaklandırmak için icap ederse Türk köylerine saldıracağız. Türk köylerinin de Ermeni köylerine saldırıp masum Ermenileri öldürmelerini bile biz istiyoruz; çünkü Avrupa’yı ayağa kaldırmak istiyoruz’’ diyor. Yani kendi ırkdaşları da olsa masum kimselerin ölümü onlar için önemli değil, önemli olan genel anlamda Ermenilerin bağımsız olması. Böyle bir algı var. Sason olayları çok geniş çaplı bir ayaklanma ve ayaklanmanın ortadan kaldırılması meselesinde de Avrupalı devletlerin müdahalesini açık ve net bir şekilde görüyoruz. Batılı devletler hemen olaylara müdahil olmaya başlıyorlar; çünkü propaganda öyle bir işliyor ki masum Ermeniler katlediliyor bile değil, masum Hıristiyanlar katlediliyor deniyor. Burada mesela biz bugün batıya Ermeni meselesi ile alakalı hiçbir şey anlatamıyoruz; çünkü bu propaganda zaten 1870’lerde başlamış.

“TÜRK, BATI İÇİN ÖTEKİDİR”

Türk, Batı için ötekidir. Yani biz Macaristan’ın içine kadar gittik, orayı imar ettik. 300-400 yıl kadar orada kaldık; ama biz hep öteki kaldık. Gladstone bir İngiliz başbakanıdır, 4 kere başbakan olmuştur, ilk etapta mesela Bulgaristan olayları varken Türkler masum Bulgarları katlediyor diye İngiltere’yi ayağa kaldırdı. Batıya Osmanlı üzerinden giden haberler nasıl gidiyor biraz da onu bilmek lazım. Yani burada olaylar var; ama batıya bu giden haberler masum Hıristiyanlar katlediliyor şeklinde gidiyor. Bunu aktaran da özellikle yeni kurulmuş olan telgraf şirketleri ve haber ajansları, misyonerler ve yabancı devletlerin elçiliklerinin mensuplarıydı ve bunlar nasıl aktarıyorsa Batı da öyle biliyordu. Yani 1890’lardaki Ermeni olayları Batıya bunlar nasıl aktarıyorsa, mesela The Times gazetesinin muhabiri, bilgileri İstanbul’da konsolostan alıyor ve Batıya öyle bir gidiyor ki masum Hıristiyanlar zalim Türkler tarafından katlediliyor diye gidiyordu. Bu 1915’teki olaylarda da bu şekilde devam ediyor, yani biz 3-0,4-0 gerideyiz zaten, bugün için söylüyorum. Bu propaganda o dönemde de işlemeye devam ediyor.  Sason olayları bir komisyona havale ediliyor ve komisyonda İngiliz, Fransız ve Rus temsilciler var. Bunlar bir rapor hazırlıyorlar, Osmanlı gerçekten buradaki masum Hıristiyanları, Ermenileri katletti diye. Çıkan karar kesinlikle bir ayaklanma vardır şeklinde. Yani tam anlamıyla bunların masum olmadığı, bunların kışkırtıldığına dair bir karar çıkıyor; ama bugünün önemli Ermeni tarihçileri ‘’Avrupa, Sason olaylarına zayıf bir tepki verdi’’ diyor. Onun için de komiteciler olayı biraz daha ileri götürdüler. Hemen gözlerini başkente çevirdiler, başkentte büyükelçililerin gözlerinin önünde bir ayaklanma, bir nümayiş, fiili propaganda yapıldı. Fiili propaganda bugün de var, yani siz eğer caddeye çıkıp miting yaparsanız daha çok etki bırakırsınız. Aynı şeyi yapıyorlar ve şöyle de enteresan bir durum var, mesela 1895'te başkentteki olaylar 2-3 gün İstanbul'da asayişsizliğe sebep oluyor. Asker olayları bastırmaya yetişemiyor. Aynı anda farklı noktalarda komiteye mensup 70 kişilik, 80 kişilik, 100 kişilik gruplar, İstanbul'un çeşitli yerlerinde olay gerçekleştirmesiyle, sağa sola bomba atmasıyla askerler nereye yetişeceklerini şaşırıyorlar. Aynı anda farklı noktalarda başlayan olaylar bilmiyorum size bir şeyler anımsatıyor mu?

Bu olayları o kadar trajik şekilde Batıya aktarıyorlar ki Ermeniler Patrikhaneye yürüyüş yapacaklar diye Batılı ya da Ermeni yanlısı yazarlar sessiz sedasız biçimde 4000 kişi yürüyeceklerdi, Patrikhaneye gidip işte Patriğe sıkıntılarını dile getirip saraya ulaştırmalarını isteyeceklerdi. Bunun için de sabırlı davranmalarını istedi Horen Aşukyan. Orada Patriği vurdular, daha sonra bir Sasonlu Ermeni ''Ya İstiklal Ya Ölüm'' dedi ve askerlere saldırdılar. 4000 kişi yürüyor ve bu 4000 kişiyi kontrol etmeye gelen yaklaşık 20-30 kişilik jandarma grubu var. Algı nasıl onu belirmek için söylüyorum, bu jandarma grubunun başında da Server Bey diye bir jandarma var. Bir Ermeni yazar ''Server, oradaki Ermenilere ağza alınmayacak küfürler etti, Allahın belası kafir dedi, kılıcını çekti ve vurdu. Bunun üzerine de komiteciler beynini dağıttı'' diyor. Şimdi 4000 kişinin yürüdüğü bir yerde bir jandarmanın, bir polisin öyle bir şey yapabilmesi ihtimali var mı bilmiyorum, bu sadece örnek bir olay. Böyle bir algı yaratılıyor; ama mesela Hüseyin Nazım Paşa, dönemin Zaptiye Nazırı ''Orada Server Beyi adeta paramparça ettiler ve Türkleri ayaklar altına alıp çiğneyeceğimiz gün bugündür dediler'' diye aktarıyor. Neticede böyle ayaklanma var. Ayaklanma sadece Patrikhanenin olduğu yerde gerçekleşmiyor, İstanbul'u bilenler için söylüyorum, Avrupa Yakası'nda Bebek'ten başlayıp Galata'ya kadar, Tophane'de, Balık Pazarı'nda, Kasımpaşa'da, Beyoğlu'nda, aynı anda farklı noktalarda olaylar meydana geliyor. Bunu daha önceden organize ediyorlar ve bu olaylarda kullanacakları mermileri gizli bir şekilde yurt dışından getiriyorlar. Gelen mermiler veya silahlar, Amerikan revolveri, Rus silahları, mesela Tiflis'te bir silah fabrikası var Tula Silah Fabrikası, bugün hala daha var. Arşiv belgelerde Tiflis'ten, o silah fabrikasından kaçırılan silahları 1890'lardaki olaylarda kullandıkları yazıyor. Bugün 1980'lere geldiğimizde Kalaşnikof kullanılıyor, Rusya'da geliyor ya da İtalyan mayını kullanılıyor. Yani bir endüstrisi de var bu işin, öyle bakmak gerekiyor. Aynı şey Abdülhamit döneminde de oluyor. Amerikan revolveri, Gold marka tabancalar ya da humbaralar, el bombaları kullanılıyor ve yurt dışından getiriliyor.

“ZEYTUN'DAKİ OLAY DAHA GENİŞ ÇAPLI BİR OLAYDIR”

Bu olaylar İstanbul'da aynı anda başladığı için Osmanlı Devleti'nin her yere yetişmesi mümkün değildi. Olmadığı için de bu gösteriler bir şekilde bastırılıyor; ama bastırılırken de gariban Ermenileri Osmanlı askerleri katletti diye hemen Batılı devletler müdahil oluyorlar ve Osmanlı Devleti'nin karasularına, bugün Saros körfezi dediğimiz yere savaş gemilerini gönderiyorlar. Bu haberler çıkınca Osmanlı, yurt dışındaki temsilcilerine ''Böyle bir durum var mı, gerçek mi?'' diye soruyor. Buna da gambot diplomasisi yani savaş gemisi diplomasisi deniyor. Hatta şunu söyleyeyim, Kırım Savaşı sırasında İstanbul'daki elçiliklerin kendilerine ait küçük istasyonerleri var. Küçük savaş gemileri var ve bunların içinde de askerler var. Osmanlı Devleti'ni bu tür olaylarda sıkıştırmak için hemen karaya asker çıkarıyorlar ve bu, bir tehdit argümanı olarak kullanılıyor. Kendi yazdıkları hatıratlarında bile ''Bizim şu istasyonerimiz bu olaylar esnasında Yıldız Sarayı'na topunu çevirdi, Abdülhamit de titredi'' gibi ifadeler var. Yani bu söylediklerim aslında Ermeni sorununun Batılı devletler tarafından bir argüman olarak, Osmanlı Devleti'ni sıkıştırmak manasıyla tetiklenmiş, kaşınmış bir olay olduğunu söylemektir. Mesela bu Babıâli gösterisi de bu şekilde bastırılmak isteniyor; ama mesela olayı gerçekleştirenlerin biz, bir sonraki olayda göreceğiz, hiçbir ceza verilmeden yurt dışına gönderildiklerini biliyoruz. 1896'nın Ocak ayında Zeytun'da, bugünkü Kahramanmaraş, Süleymanlı bölgesinde geniş çaplı olaylar var. Böyle birbiri ardına gelen olaylar var. Bunu yapıyorlar; çünkü Batılı devletler müdahil olsun istiyorlar. Zeytun'daki olay daha geniş çaplı bir olaydır, adeta bir savaştır. Agasi, bu olayı tertipleyen komiteci lider ve bu kişi ''20 bin kişiyi öldürdük ve 600 subayı esir aldık'' diyor; çünkü Zeytun bölgesi, sarp bir bölge. Yani buraya erişmek çok kolay değil, tarih boyunca da sürekli vergilere muhalefet eden Ermenilerin ayaklandıkları bir bölge. Neticede burada büyük bir olay var ve bu olaylarda ölü sayısının 20 bin civarında olduğu, belki bu abartılı olabilir, Türk kaynaklarında bunun daha az olduğuna dair rivayetler de var; ama 6000 silahlı direnişçi var. Bu direnişçiler birçok Türk'ü öldürüyorlar. Bununla alakalı İngiliz kaynaklarında da, bir İngiliz konsolosluğu yetkilisinin yazdığı raporlar var. Nasıl zulmettiklerine dair, komitecilerin kaçan Türk askerlerini nasıl katlettiklerini yazıyor. Neticede Zeytun İsyanı da bir şekilde bastırılıyor; ama isyanın sonuçlanması çok enteresan. Batılı devletlerin temsilcileri, mesela Halep'teki Rus, İtalyan, Fransız ve İngiliz temsilciler Osmanlı Devleti ile bu ayaklananlar arasında iletişimi sağlıyorlar ve nihayetinde bu ayaklanan kimselerin 5 liderinin yurt dışına gidişine izin verilmesi şartıyla vergilerin kaldırılması, silahların teslim edilmesi şartıyla iki grubu da uyuşturuyorlar. Osmanlı Devleti de bunları yurt dışına gönderiyor, hatta bu adamların yol paraları bile veriliyor. Ne kadar enteresan değil mi? Abdülhamit döneminde böyle olaylar var, mesela Agasi'ye de bir şey olmadı. Jan Gülyan'a da bir şey olmadı, Tomayan'a da bir şey olmadı. Hiçbiri ceza almıyor, hiçbiri içeriye girmiyor. Belki diğer suçlular içeride; ama liderler yok, yurt dışında çıktılar. Bunlar 5 kişi birtakım haklar da elde ederek, masrafları dahi ödenerek İngiliz konsolosluğunun himayesinde 1896 Mart ayında yurt dışına gönderiliyor.

SİYASİ SUÇLULARA AF GELSİN, VERGİLER AFFEDİLSİN GİBİ İSTEKLER VAR”

Bunların yurt dışına gidişlerinde 5 ay sonra İstanbul'da bir olay patlak veriyor, o da banka baskını. Zeytun'un intikamının almak için Avrupa'da planlar yapılıyor. Bu planlarda aynı anda İstanbul'un farklı noktalarında büyükelçiliklerin gözü önünde Batılı devletlerin müdahalesini sağlamak adına ayaklandıracağız, kan dökeceğiz. Zeytun'un intikamını da almış olacağız ve büyükelçiliklere de olayı başlatmadan 2 gün önce ''Bakın biz bu hakları istiyoruz, Osmanlı Devleti bundan sonra yapacağımız işlerden kendileri sorumludur. Islahatları yapsınlar'' diyecekler. İstekler enteresan, Doğu Anadolu'da Hıristiyan vali olsun ve bu olayların hemen hepsinde siyasi suçlulara af gelsin, vergiler affedilsin gibi istekler var.  Bu nereye gidecek otonomiye, özerkliğe, bağımsızlığa gidecek bir süre sonra. Çünkü doğrudan biz bağımsız olmak istiyoruz diyemezler. Yeterli nüfusları yok. Anadolu’da 1890’larda da en yoğun yaşadıkları bölgelerde bile yüzde 10’u geçmez Ermeni nüfusu. Mesela Van bölgesinde çok yoğun olarak varlar gibi görünüyor ya da Bitlis ama yüzden 10’dan fazla değildir maksimum yüzde 13 rakım diye hatırlıyorum. Bunu gerçekleştiremeyeceklerini bildikleri için de terör yöntemi ile 1916-18 arasında yapacaklar. Olaylar 90’larda başladı, birinci Dünya Savaşında da var. Bizim daha çok bildiğimiz Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemindeki olaylar. Hep anlatılır ya böyle oldu olaylar diye aslında 1890’larda bunların daha serti yaşancı. Neticede banka baskını esnasında da 26 komiteci sadece bankayı basıyor ama aynı anda Beyoğlu’nda, Galata’da, Galata çevresinde, İstanbul’un Anadolu yakasında Üsküdar’da da var. Kadıköy’de çok az ama özellikle Avrupa yakasında Kasımpaşa, Hasköy’de muazzam olaylar var. Komiteciler planlarını yapmışlar hanlara gizleniyorlar. Sonra bir haber duyuluyor ki Ermeniler Osmanlı bankasını basmışlar. Bunun üzerine askerler sokaklara inince, hemen telgraf çekiliyor. Bir hanın üzerinden askerlerin üzerine bir bomba atılıyor, hemen kargaşa başlıyor. Zaten Galata’da bankayı basmışlar içerisine bombaları sırtlarında para çuvalı taşır gibi içeri giriyorlar.  Batılı giyim kuşamıyla komiteciler, zaten komitenin lideri Karakin Pastırmacıyan banka baskınını düzenleyen adam, Erzurum Ermenisi. Ama Erzincan Ermenisi var, aynı olayı yapan. Bunlar Taşnak Komitesine mensup kişiler. Planı Avrupa’da yapıyorlar burada uyguluyorlar. Bugün Sultanahmet dediğimiz Tahtakale bölgesinde, Sirkeci bölgesinde hemen her yerde aynı anda olay var. Yaklaşık 200 kişilik bir grup bunu gerçekleştiriyor. Bombalar daha önce taşınıyor, anıları var bu adamların bombaları nasıl taşıdıklarını, zabitlerden nasıl kaçırdıklarını anlatıyorlar. Asayişsizlik 3 gün devam ediyor İstanbul’da. Burada ne var, ne oldu, ne kadar insan öldü? Evet, ölen Ermeni sayısı daha fazla çünkü Müslüman halk bir refleks göstererek, mesela Sultanahmet tarafında eline sopayı alan banka baskını var, bankayı basmış Ermeniler var diye o tarafa koşturuyorlar. Zabitler ne yapacağını şaşırmış, olayları engelleyebilmek için Abdülhamit, İzmit’ten ve Edirne’den asker getiriyor. Bu kadar vahim bir durum ama batılı devletlere bu nasıl aksettiriliyor? Mesela İtalyan gazetelerinde şöyle resimler çıkıyor, ‘Zalim Türkler masum bir kadını çarmıha germişler.’ Bu olayların olduğu dönemlerde. Yani masum Ermeni ölmedi mi, öldü. Çünkü halk artık 6 yıldır sürekli bir ayaklanma, Anadolu’da böyle olmuş. Zaten bir yıl önce bile değil Eylülün sonunda olmuş Babıâli yürüyüşü, Ağustos’ta da bir ayaklanma. Halk da bir galeyana geliyor. Sopalarla bazı Ermenileri dövüyorlar, ölü sayısı doğal olarak artıyor. Benim demek istediğim büyük bir olay, batılı devletlerin gözü önünde yaşanıyor. Büyükelçiler hemen diyorlar ki, ‘Hemen savaş gemilerini gönderin, iki tane daha gönderin.’ Olayların bitişi de enteresan. Banka basılıyor hemen nihayetinde İngiliz, Fransız ve Rus elçiliklerinin mensuplarını sahaya koşuyorlar. ‘aman ne yapıyorsunuz, yapmayın’ gibi. Bu olayı gerçekleştiren 17 kişiyi de Abdülhamit affediyor. Ne yapması lazım? Kanuni döneminde böyle bir şeyin olduğunu düşünün, hepsini asar. Ama hiçbiri asılmıyor hem de bankadan çıkarken Osmanlı askerlerinin kontrolünde bir sıra yapıyorlar. Banka baskınını yapanlar silahlarını teslim etmek şartıyla çıkarılıyor. Zaten Osmanlı’nın adı Osmanlı, banka müdürü İngiliz, müdür yardımcısı Fransız ama Osmanlının ekonomisinin de merkezi. Bankayı batıklarında 150 kişi vardı bankanın içerisinde. Bu 150 kişinin büyük çoğunluğu yabancı. Niye yapıyorlar? Batılı devletler kendi vatandaşları sıkıntıya girdiğinde müdahale edecekleri için yapıyorlar. Onun için de Abdülhamit bunları affediyor. Abdülhamit zaten hep affeden biri. Herkesi affediyor. 1905’te kendisine suikast düzenleyen adamı bile affediyor. Affediyor çünkü affetmenin yatıştırıcı bir etkisi olacağını düşünüyor. Bir taraftan da politikada bir denge takip etme durumundadır.

“RUSLAR VE İNGİLİZLER BU OLAYI EN FAZLA KAŞIYAN KONSOLOSLAR”

Özellikle Ruslar ve İngilizler bu olayı en fazla kaşıyan konsoloslar, büyükelçiler. Bunların baskıları var. Bir taraftan karaya asker çıkarmışlar. Hatta İngiliz gazetelerinde, ‘mavi yelekliler karaya çıktı’ diyor. Mavi yelekli İngiliz donanmasına ait kimselere verilen isim. Hemen olayların ertesi günü İngiliz konsolosluğunu korumak adına oraya çıkıyorlar. Mesela bu olaylarda kullanılan bombalar nerede saklanıyor? Bir örnek; İngiliz postanesinde, İngiliz okulunda. Çünkü okuldaki hademeler genelde Ermeniler.  Bunlar arşiv yazışmalarına yansımış şeyler. Ne oluyor Abdülhamit bunları affediyor ve bunlar yurtdışına gidiyorlar? Sadece şunu söyleyeceğim, biraz önce söylediğim bu olayları yapanlar 1908’de milletvekili olarak parlamentoya giriyorlar. Çünkü İttihat ve Terakki diyor ki, ‘Biz bu farklı unsurları bir araya getirirsek devleti kurtarabiliriz.’ İttihat ve Terakki’nin bu kararı neticesinde; İstasyon olayını tertipleyen Hamparsum Boyacıyan, Merzifon Amerikan Kolejindeki olayları tertipleyen Tomayan, banka baskınını yapan Karakin Pastırmacıyan milletvekili oluyor 1908’de. Pastırmacıyan ve Hamparsum Boyacıyan meclise geliyor biri gelmiyor. Daha sonra ne oluyor? Birinci Dünya Savaşı başlayınca da Karakin Pastırmacıyan’ı Rus saflarına geçtiğini, Rus saflarında oluşturulan birliklerin başına geçerek Osmanlı askerleriyle gönüllü birliklerin başına geçerek savaştığını görüyoruz. Bu bilmiyorum nasıl açıklanabilir?

“TEHCİR DEDİĞİMİZ ŞEY SÜRGÜN DEĞİL”

1896 ile 1913 arasında bir Abdülhamit’e suikast var, bu da suikastların altın çağı denen dönemin bir devamı niteliğinde. Çünkü 1914’te savaşın başlamasına da sebep olan şey aslında Arşüdük Ferdinand’ın suikasta uğraması. Osmanlı devleti, Trablusgarp’ta ve Balkanlarda mağlup olup zor duruma düşünce tekrar Ermeni ıslahatını özellikle komiteciler ve İstanbul’da bulunan Rus elçisi Osmanlı devletine dikte ettirmek istedi. Doğu Anadolu’da, Hıristiyan vali istiyordu bunlar. 1913’te İstanbul’da yapılan bütün büyük devletlerinin katıldığı toplantıda Osmanlı hükümetine bunu zorla kabul ettirdiler. Dediler ki, ‘Doğu Anadolu bölgesi ikiye bölünecek. Bir Hıristiyan vali gelip burayı yönetecek. Ermeniler kendi milis kuvvetlerini oluşturacak.’ Bir özerklik hatta iki Hıristiyan vali, biri İsveçli diğeri Danimarkalı yola çıkıp gelecekler fakat o dönemde Osmanlı Devleti, Kasımda savaşa girdiği için bu gerçekleşmedi. Osmanlı Devleti zor durumda, onun için bunu kabul ediyor. Birinci Dünya Savaşı başladı Sarıkamış, büyük bir hezimet. 1915 Ocak’ı ve Şubatında büyük bir mücadele veriliyor. 18 Marta kadar büyük bir mücadele veriliyor. Fakat 18 Martta denizden geçemeyince 25 Nisanda karaya asker çıkarıyor. Karaya asker çıkarılıyor ama aynı anda Van’da ayaklanma var. Bir taraftan Doğu’da Ruslar bu tarafa geliyor, işgale başlamışlar. Ermeni gönüllü birlikleri var, işgali kolaylaştırıyorlar. Bir tarafta Osmanlı Devleti, Çanakkale’de mücadele veriyor. Aynı zamanda Taşnakların organize ettiği ayaklanmada Van’da Cumhuriyet ilan ediyorlar. Yani Van’ı kurtarıyorlar ve Rusların gelişini hızlandırıyorlar. Osmanlı Devleti, Mayıs ayında sevk ve iskân kararı alıyor. Savaş bölgelerindeki Ermenileri tehcir etme, tehcir dediğimiz şey sürgün değil. Bir yerden alıp başka bir yere iskân etme. Ama batılılar buna soykırım diyorlar.

 

Editör: TE Bilişim