Avusturya  Başbakanı Metternich, Napolyon Bonapart’ın  Avrupa haritasını altüst ettiği bir süreçte Viyana’da bir barış konferansı toplamaya karar verdi. Osmanlı devletini de bu konferansa davet etmesine rağmen  Osmanlı bu konferansa katılmayı kabul etmedi. (1)(*)

Rus delegeleri, resmi görüşmelerin dışında, Kongre üyelerinin dikkatini Osmanlı İmparatorluğu idaresinde yaşamakta olan Hıristiyan halkın durumu üzerine çekmeye çalıştı ve bu durum içim  “Şark Meselesi “ terimini kullandılar. Terim, kongreden sonra diplomatlar arasında çok kullanılmaya ve çeşitli manalar kazanmaya başladı. Terim 19. Yüzyılın ilk yarısında genel olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunması, aynı asrın ikinci yarısında Türk’lerin  Avrupa’daki topraklarının paylaşılması, 20. Yüzyılda da İmparatorluğun bütün topraklarının bölüşülmesi manasında kullanıldı.(2)

Onların bu iş için 20.Yüzyılı beklemelerinin tek sebebi bu bölüşümün nasıl olacağı konusunda aralarında anlaşamamış olmasıdır. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi (1918 ), Batı’nın birinci gündem maddesi olan “Şark Sorunu “  bu projenin de gerçekleştiği anlamına geliyordu.

Aslında bu oyunun ilk provası 93 harbi ile yapılmaya çalışıldı. 1877’de önce çarlık Rusya’sı sahneye çıktı. Çarın topları Ayastefanos’ta ( İstanbul/ Yeşilköy ) mevzilenene kadar “ Düvel-i Muazzama “ seyirci  kaldı. Silahlar 1878’de susmuş, toprak “ sözde “ ölüme doymuştu.

Sonra,  Emperyalistler Berlin’de topluca masaya oturdular. Amaç, Osmanlı’nın Avrupa topraklarını yağmalamak, demogratif ve dinsel temizlik yapmak, sonra Ortadoğu’yu ve arkasından Dünya’yı paylaşmaktı.(3)

Bir kuşak kanla yoğrulan bu topraklar üzerinde doğdu. Savaşın ve soykırımın çocukları bu havayı soluyarak büyüdüler. Enver’ler, Talat’lar, Eyüp Sabri’ler, Mithad Şükrü’ler, Köprülü’lü Kazımlar, Ali Fuad’lar, Mustafa Kemal’ler 93’ü dinleyerek, “ yiğit ve kahraman ” olmayı düşleyerek yetiştiler.

Balkan Savaşları (1912-13) siyasi ve askeri tarihimiz açısından tam bir “ BOZGUN ”dur. Daha öncesinde Osmanlı’nın vilayeti hükmündeki Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ orduları önünde iki ay gibi bir sürede ordularımız adeta dağılmış, Bulgarlar İstanbul/ Çatalca önlerinde zor durdurulabilmişti. Kurşun atmadan Selanik’i Yunanistan’a teslim eden Hasan Tahsin Paşalar olduğu gibi, Yanya’da Esad Paşa, İşkodra’da A.Riza Paşa, Edirne’de Şükrü Paşa gibi destanlar yazmış kahramanlarımız da vardı.

Kahramanı bol bir millettik ama hainimiz de hiç eksik olmamıştır. Tarihçimiz Yılmaz Öztuna’nın “Rumeli’nin Elden Çıkışı” eserinde anlattığı şu olay insanın kanını donduracak ibretliktedir :

“ Nazım Paşa, arada, Çatalca hattında harbi güya yönettiği vagonuna gidiyor, şampanya içerek, boş şampanya şişelerini geceleri nöbetçi erlerin kafasına vagonun penceresinden fırlatıyordu. Bu olayı bana, 20 yaşında ve er olarak Çatalca hattında bulunan babam  Muhiddin Öztuna, kafasına şampanya şişesi yiyen bir şahit  olarak anlatmıştır.”

Kimdir bu Nazım  Paşa;  İmparatorluk Başkumandan vekili ve Harbiye Nazırı. Zaten onun bütün derdi savaşın biran evvel bitmesi ve  sadrazam olmak. Sadrazam olmak nasip olmamıştır ama  Enver  Paşa’nın 23 Ocak 1913 günü yaptığı  meşhur Babıali baskını sırasında Yüzbaşı  Yakup Cemil’in tabancasından çıkan bir kurşunla oracıkta ölmüştür.

Balkan Savaşında Türkler Anadolu’dan sonra 500 yıl hüküm sürdüğü ve adeta ikinci anayurt haline gelmiş olan Rumeli’ni bıraktılar. Türkiye neredeyse bir Avrupa devleti olmaktan çıkmıştı. (4) Yüzbinlerce Türk, malını/ mülkünü bırakarak binbir zulüm ve işkence altında önce İstanbul’a geldiler ve daha sonra Anadolu’ya dağıldılar. Bulgarların yaptıkları zulüm tüyler ürpertici oldu.

Tarihçiler, Balkan savaşını Birinci Dünya savaşının bir provası olarak görürler. (5) Balkan savaşı, Birinci Dünya savaşı ve Milli Kurtuluş savaşı.. 1912-1922 arasında on yılda, Anadolu’da 3 Milyon Müslüman Türk hayatını kaybetti. Savaştan önce Osmanlı’nın Rumeli toprakları toplam 170.000 km2 dir. Bunun 141.700 km2’sini Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Arnavutluk almıştır. Türkiye’ye 28.300 km2’si kalmıştır. (6)

Değerli tarihçimiz Zafer Toprak’ın şu tespitleri çok önemlidir:

“ Balkan Savaşı, Birinci Cihan Savaşı ve Milli Mücadele birbirinden ayrılamaz…. Bizim Milli Mücadelemiz 1912’de Balkan Harbiyle başlıyor. Bu dönem içerisinde silah kuşanmış insanların büyük çoğunluğu İttihatçı’dır. İttihat ve Terakki’yi dışlayarak biz Cumhuriyet’i anlayamayız…. Bu gerçeği görmemiz, bir şekilde geçmişle barışmamız gerekir. Meşrutiyet ile Cumhuriyet arasındaki ilişkiyi kurmamız gerekir. Milli mücadeleyi, Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı ile birlikte düşünmemiz gerekir.”

  Balkan  Harbinin bitişiyle ( 29 Eylül 1913 ),  Birinci Dünya Harbine  girişimiz ( 29 Ekim 1914 ) arasında sadece 13 ay vardır. Bu arada neler olmuştur, Osmanlı bu savaşa girmelimiydi? Tarihin bu en kanlı savaşı sonunda neler oldu yarın bunlara cevap aramaya çalışalım.

Sezai Balta

(1) Prof.Dr. Fahir Armaoğlu/19.Yüzyıl Siyasi Tarihi

(2) Prof.Dr. Enver Ziya Karal/ Büyük Osmanlı Tarihi

(3) Murat Çulcu / 93 Harbi

(4) Yılmaz Öztuna /Osmanlıya Veda

(5) Taha Akyol / Rumeli’ye Elveda

(6) Taha Akyol / 1914-15 Felaket yıllarında

Osmanlı Ermenileri

(*):Prof.Dr. Fahir Armaoğlu eserinde bu gerekçeleri

Ayrıntılarıyla açıklamıştır.

Editör: TE Bilişim